Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında, çöküşü durdurmak için, farklı fikirler tartışılmaktaydı. İslamcılık, Osmanlıcılık, Türkçülük, ortaya atılan ana fikir akımlarıydı. Aslında rakip gibi gözüken üç fikir akımı da milliyetçi ruha sahipti. Amaç Türk imparatorluğunu yok olmaktan kurtarmaktı. Yunan İsyanıyla başlayan ayrılıkçı hareketler, Sırpların, Romenlerin, Bulgarların Osmanlı’dan ayrılmasıyla devam etti. Bu gelişmeler Osmanlıcık fikrini zayıflatırken İslamcılık fikrini güçlendirdi. Osmanlıcık fikri tamamen tükenmedi.

1908’de, İkinci Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte rahatsız edici kıpırdanmalar başladı. Ermeni çeteleri başta olmak üzere etnik ayrılıkçılar, ayaklanmalar başlattı. Bu gelişmelerin önüne geçebilmek için Osmanlıcılık ve İslamcılık fikirleri geliştirilip uygulamaya konulmuştu. Bu akımların imparatorluğun dağılmasını engellemeyeceği anlaşılınca, aydınlar çareler aramaya yöneldiler. Bu tarihlerde çok sayıda düşünce ortaya atıldı, tartışıldı, eleştirildi, değerlendirildi. Ortaya atılan fikirlerden biri de Türkçülüktür. Türkçülük fikrini benimseyen aydınlar, 1912 yılında Türk Ocağı’nı kurarak, bu çatı altında sistemli çalışmalar yapmaya başladılar.

Bu çalışmalardan en ehemmiyetli olanı, milliyetçiliğin sesi hâline dönüşen Türk Yurdu dergisidir. Türk Ocaklarına mensup her aydının, milliyetçilik telakkisinin aynı olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Onlarca hatta yüzlerce farklı milliyetçilik anlayışından söz edebiliriz. Fakat milliyetçilerin iki güçlü anlayışın etrafında kümelendiğini görüyoruz.

Bunlar Yusuf Akçura’nın savunduğu soy milliyetçiliğiyle, Ziya Gökalp’in geliştirdiği kültür milliyetçiliğidir. Tataristan doğumlu Yusuf Bey, “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı makalesinde, Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük düşüncelerini ele alır. Türkçülük fikrinin bir siyasal program hâline getirilerek, devlet siyaseti olması gerektiğini öne süren Akçura şöyle yazar: “Türk birliği Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Türkleri din ve ırk bakımından birleştirecek, ayrıca Türk aslından olmayan bir derece Türkleşmiş unsurlar da Türklükte temsil edilecek ve hiç temsil edilmemişlerle daha millî vicdana sahip olamamış bulunanlar da Türkleştirilecektir. Asıl önemli olan dünyaya yayılmış bulunan Türklerin birleşmesi ve büyük bir milliyet-i siyasiye meydana gelmesidir, bu Türkçülük sayesinde olacak ve Türk toplumlarının en kuvvetlisi, en ileri ve uygarı Osmanlı Devleti bu işte esas rolü oynayacaktır.”

İkinci ana damarı temsil eden Gökalp’e göre, “Türkçülük, Türk milletini yükseltmek demektir. Millet, ne ırkî, ne kavmî, ne coğrafî, ne siyasî, ne de idarî bir zümredir. Millet, lisanca, dince, ahlâkça ve bediiyatça müşterek, aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bir harsi (kültürel) zümredir”. Dilde ve kültürde Türkleşmenin önemi üzerinde duran Gökalp; Türkleşmek, İslamlaşmak ve muasırlaşmak görüşünü savunmuştur. ‘’Türk milletindenim, İslam ümmetindenim ve Batı medeniyetindenim.’’ ifadesiyle duruşunu ortaya koyan Gökalp, Türkçülüğü üç evre olarak tanımlamıştır.

Bunlar; Türkiyecilik, Oğuzculuk ya da Türkmencilik ve Turancılıktır. Gökalp; Osmanlı milleti kavramının, Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan herkesi içine aldığını, bunun yanlış olduğunu, böyle millet tanımı yapılamayacağını ifade eder. Milleti; dilce, dince, ahlakça ve güzellik duygusu bakımından müşterek olanlar şeklinde tanımlar. Coğrafyaya dayalı millet tanımının yanlış olduğunu, ırk ve kavmiyet üzerinden tanımında sosyolojik olarak mümkün olmadığını vurgular.  Gökalp, millî bilincin öneminden bahsederek, İslam dünyasının sömürgecilere teslim olmasının nedeninin, millî bilinçten yoksun olunmasıyla alakalı olduğunu belirtir.

Gökalp, kültürü millîliğin temeli olarak görerek, onunda temelinin dil olduğunun altını çizerek, dilde sadeleşmenin olmazsa olmaz olduğunu ileriye sürmüştür. Gökalp milletin bileşenlerinden birini din olarak tanımlayarak, millet ve ümmet kavramının farklı manalar taşıdığının altını çizer. Turan kavramını en yoğun kullanan fikir adamlarından olan Gökalp Turan’ı, Türklerin oturduğu ve Türkçenin konuşulduğu coğrafyalar olarak tanımlamıştır. Türkçülüğü, Türk milletini yükseltmek olarak gören Gökalp, bütün milletlerin eşitliğine vurgu yapmıştır. Türk milliyetçiliğinin kurtuluş reçetesi olduğunu savunan Gökalp, din ve millet uyumuna önem vermiştir.

Görüşlerini kısaca ifade ettiğimiz iki büyük düşünür dışında, Gaspıralı İsmail Bey, Hüseyinzâde Ali Bey, Ağaoğlu Ahmet Bey, Sadri Maksudi Arsal ve Zeki Velidi Togan gibi şahsiyetler hem Türkçülüğün hem de dış Türklere olan ilginin yayılmasını sağlamışlardır. Türkeş’in “dilde, fikirde, işte birlik” şiarı daima yolumuzu aydınlatmalıdır,” dediği Gaspıralı İsmail Bey, başlattığı cedit hareketi, Tercüman gazetesinde neşrettiği makaleler ve Türk coğrafyasının dört bir tarafında açılmasına öncülük ettiği modern okullarla, muazzam hizmetlerde bulunmuştur.

Gaspıralı’nın önceliği, Rusya’daki Müslümanların bilinçlendirilerek, aydın nesiller yetiştirilmesidir. Gaspıralı, Batı’nın faydalı fikirlerinin Müslüman dünyası tarafından öğrenilmesi, eğitimin modernleştirilmesi ve Osmanlı Türkçesinin Türk dünyasının anlayabileceği çerçeveye sokularak, dil birliğinin sağlanması gerektiği üzerinde durmuştur. Gaspıralı, eğitimin önemine ve Türkçenin, müşterek bir alfabeyle millî bir dile dönüşmesi gerektiğine vurgu yapmıştır. Ayrıca Rusya’nın Türkleri bölmek için Tatar sözcüğünü kullandığını gündeme getirerek, bölgesel ve yerel kavramlardan uzak durulması gerektiğini, Türk ifadesinin kullanılması gerektiğini söylemiştir. İsmail Bey, diğer Türkçülere göre çok daha geniş kesimleri etkilemiştir.

Türk coğrafyasının en kıyıda köşede kalan kısımlarına dahi gazetesiyle, okullarla ulaşmıştır. Kültürel ve siyasi Türkçülüğü Azerbaycan’da başlatan fikir adamı olan Hüseyinzade Ali Bey, Türkçüleri Turancılıkla yani Türk Birliği düşüncesiyle tanıştırmıştır. Hüseyinzade Ali, Azerbaycan ve Tiflis’te Hayat ve Fuyuzat adlı gazeteler vasıtasıyla fikirlerini yaymış, İranlaştırma ve Ruslaştırma politikalarına karşı görüşler ileri sürmüştür. Türkleşmek, İslamlaşmak ve Avrupalılaşmak sentezini oluşturarak yeni bir yaklaşım geliştirmiştir. Osmanlı Türkçesinin Türklerin ortak dili olması gerektiğini savunan Ali Bey, milleti, “dili Türkçe, dini Müslüman ve kendisine Türk’üm diyen herkes Türk milletindendir,” ifadesiyle tanımlamıştır.

Azerbaycanlı olan Ağaoğlu Ahmet Bey, Türk Yurdu dergisinin ilk sayısından itibaren Türkçülük fikrini açıklayan, müdafaa eden tesirli yazılar yazmıştır. 1894’de Azerbaycan’a döndükten sonra İrşat, Terakki ve Fuyuzat gazetelerinde görüşlerini Azerbaycan Türkleriyle paylaştı. Ahmet Ağaoğlu, yazdığı makalelerde özellikle Türklük ve çağdaşlık üzerinde durdu. Türklerin varlıklarını sürdürebilmeleri için millî şuurun zorunlu olduğunu vurguladı. Türkçülükle İslam’ın çelişmediği savundu.

“Üç Medeniyet” başlıklı çalışmasında, dil bilgisinin önemine vurgu yaptı. Batılı aydınların İngilizce, Almanca, Fransızca hatta Yunanca ve Latince bildiklerini belirterek Türklerin bu konudaki eksiklerini ortaya koydu. Ağaoğlu, makalelerinde, sadakat, vefa, vazifeperverlik, hak aşkı ve hakikat sevgisi olarak nitelediği ahlak kavramını öne çıkardı. Bireylerin egoizmden kurtulması gereğini vurgulayan Ağaoğlu, devleti millet üzerinden tanımlamanın doğru olduğu tespitini yaparak, sülale ya da aile üzerinden devlet tanımlayamayacağını ifade etti. Milleti, aynı dil, âdet, akide, müşterek tarih, müşterek vatan ve müşterek mukadderata sahip topluluk olarak tanımlayan Ağaoğlu, din ile milliyetin uyumunu vurgular ve birbirini dışlamayan bilakis destekleyen iki kavram olarak niteler. Kabilecilik ve aşiretçiliği milletin ve milliyetçiliğin başlıca düşmanları olarak öne çıkarır.

Türkçüler imparatorluğun yıkılmasını engelleyemediler. Fakat Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında müessir oldular. İmparatorluktan millî devlete geçiş sürecinde, milliyetçilik fikri, özelliklede Gökalp’in temsil ettiği anlayış hem Atatürk’ün hem de Alparslan Türkeş’in fikirlerinin oluşmasında etkili olmuştur. Türkeş, Atatürk’ün “fikir babası” olan Gökalp’in vefatının 50. yılında yaptığı konuşmada şöyle dedi: “Türk milliyetçiliğinin yolu, Ziya Gökalp Bey’den kuvvet alan bir yoldur. Elbette yaşadığımız günler yeni şartlar getirmiştir. Bu yeni şartlara göre prensiplerde birtakım tadiller yapılacaktır. Ama ana temel değişmemiştir: Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak bugün de değerini muhafaza eden temel fikirlerdir.”