12 Eylül'ün üzerinden 41 yıl geçti.
Bazıları için böyle olabilir, diğer bazılarımız için ise hiç geçmedi. 12 Eylül'ün acıları, tortuları, içimizde bıraktığı izler hala duruyor.
İnsan hayatının yüzde seksenini 15-30 yaşları arasında yaşar. Öncesi ve sonrası hayatın geriye kalan kısmıdır.
Bizim kuşak ömrünün bu yüzde 80'lik kısmını hücrelerde, mahpuslarda, sehpalarda bıraktı.
Seneler boyunca hep suçumuz neydi diye sorduk. Bu sorunun asla bir cevabı yok. Dünyanın hiç bir yerinde hayatlarını vatanlarına, bayraklarına, inançlarına siper edenlere suçlu muamelesi yapılmaz.
Bize yapıldı.
Afganistan'da Sovyet yayılmacılığına karşı duranlara mücahit, burada Rus emperyalizmine geçit vermeyen bizlere faşist denildi.
Yıllar yıllar boyu güneşi görmedik.
Küçük havalandırma alanlarında, üzerimizden geçecek bir kırlangıç kuşunu, bir güvercini hayal edip durduk.
Hapishanenin boğucu, ezici havasını haklılığımıza sığınarak, büyük divanda masumiyetimize inanarak aştık.
Yıllarca güneşe, ağaca, yeşile, bir dost sesine hasret olmak nedir, onu ancak yaşayanlar bilir. Çığlıklarımız hep mahpushane duvarları arasında kaldı.
Bir mezara diri diri gömülmüş gibiydik. Her gün üzerimize küreklerle toprak atıldı. Nefes alamaz olduğumuz, günlerce gözümüz kapıda görüşmeci veya mektup beklediğimiz günler oldu.Kapımız çok az çalındı, çok az hatırlandık.
Aradan 41 yıl geçti,acılarımız tap taze. Hlil Esendağ, Selçuk Duracık, Pehlivanoğlu, Ali Bülent ve diğerleri artık yok. Analarının, babalarının, kardeşlerinin, gönüldaşlarının kucağına bir ateş topu bırakıp gittiler. Yüreğimizi yakan, içimizi parçalayan, unutmak istesek de unutamayacağımız budur.
Geçmişe ağıt yakmayalım tamam, ama kendimize yapılanları da unutmayalım. Bu bana, Ahmet'e, Mehmet'e, Muhsin'e, Kürşat'a yapılan bir haksızlık değil, bu Türk milliyetçiliğine, bu milletin direnme iradesine, Türk vatanına yapılan bir haksızlık.Adımızdan dolayı yargılanmadık, al bayrağın yerini orak çekiç almasın diye vücutlarımızı, gençliğimizi siper ettiğimiz için yargılandık.
Siz hiç bir Türk milliyetçisinin ay yıldızlı bayrağımızdan başka bayrak taşıdığını gördünüz mü?
Görmediniz, göremezsiniz de.
Ama ya ötekiler? Kızıl Yıldızlar, Orak Çekiçler bayrakları olmuştu.
Bizi değil, bizi yargılayarak orak çekiçle- ay yıldızı aynı kefeye koydular.
Hazmedemediğim, hazmedemediğimiz budur.
Analarımız, babalarımız, kardeşlerimiz her gece çocuklarımız ne zaman asılacak korkusuyla yatıp kalktılar. Uykuları onlara işkence, yedikleri içtikleri zehir oldu. Bir evde bir mahkum varsa o evin hepsi mahkumdur. Sadece biz yatmadık ailelerimiz de mahpus yattı, onlar da hücre gördü, onlar a sehpanın eşiğine kadar geldiler.
Diyelim ki kendimize yapılanları unuttuk, ya ailelerimize yapılanları, onları unutturacak bir özür biçimi icat edildi mi?
Benim rahmetli babam evimizde rahmetli anamın ve evlatlarının önünde hırpalandı.
Bunu unutmak, sineye çekmek mümkün mü?
12 Eylül hep sağ -sol kavgası olarak değersizleştirilmeye çalışıldı.İki tane benzer grup anarşi çıkarıp ülkenin huzurunu bozmuştu. Halbuki bu sağ- sol kavgası değildi, Türk milletinin yeni bir işgale karşı namusunu, ezanını, bayrağın, vatanını, devletini koruma kavgasıydı. Kendi adımıza hiç bir şey istemedik, tek isteğimiz ezanımız-bayrağımız hür, milletimizin başı dik olsun içindi.
Sağ-sol kavgası denince darbe de meşrulaştırılmış oluyor. Siyaset bu kavgayı önleyemedi, askerlerden başka çare kalmadı diye düşünmemizi istiyorlardı. Oysa yetkiyi elinde bulunduranlar görevini yapsaydı, Rus emperyalizminin maşası olanların saldırıları bu kadar büyümez, binlerce genç hayatını vermeden önlenebilirdi, Ama gücü elinde bulunduranlar darbeye karar vermişlerdi. Toplumun buna hazırlanması, darbenin toplumsal meşruiyeti için kavgayı önlemek yerine seyrettiler. Hatta kavganın durduğu yerde onu yeniden tutuşturdular. MİT eski Müsteşarı Emre Taner 15 Temmuz Komisyonunda verdiği ifadede bir soru üzerine, MİT bu ülkeyi 2 defa uçurumun kenarından aldı diyor, biri 12 Mart, hatırlanacağı üzere o tarihte TSK içindeki sol cunta Mahir Kaynak vasıtasıyla deşifre edilmişti. İkincisini ise Emre Tamer söylemiyor, ama onun da 12 Eylül olduğu ayan beyan ortada. Devlet bütün kurumları ile kavgayı ya seyretti, ya kışkırttı, bilinçli olarak Türkiye 12 Eylül'e sürüklendi. Sonra da gençleri dövüştürenler siz misiniz kavga yapan diyerek hepsini birkaç günde etkisiz hale getirdiler.Kimse birkaç günde biten kavgayı niçin daha önce bitirmediniz diye sormadı. Bugün de soran çok az kişi var.
O günlerin acılarını yaşayamayanlar için 12 Eylül geçti gitti.
Ama evlatlarını toprağa veren, hapishane önlerinde kuzusunu kaybetmiş koyunlar gibi dolanan anne ve babalar için hiç bir şey geçmedi.Bir nesil tarafsız görünme uğruna yok edildi.Bu milletin milli refleksleri, direnme iradesi idam sehpasına çıkarıldı.Devlete inanç, fedakarlık duygusu yağmalandı.Bir daha öyle bir nesil gelmedi. Halbuki bugün o dostluğa, o özveriye, o mertliğe o kadar çok ihtiyacımız var ki!
Ahh Eylül'ün mazlum çocukları
Rüzgar gibi gelip, rüzgar gibi gittiniz,
Dönün artık geriye,
Siz hala umutsunuz.