Bir açıdan bakıldığında Türkiye tek parti yönetiminden çok partili hayata geçişte demokrasiye geçmiş gibi görünüyor.
Demokrasiye geçmekle ülkede özgürlüklerin, zenginliğin, huzurun, milli bağımsızlığın geldiği gibi bir düşünce üretilebilir.
Gerçek acaba bu mu?
Cumhuriyetin kurulduğu 1923’den 1950 yılına kadar Türk devletinin kapasitesi ve Türk milletinin yaşamsalı nasıl bir seyir izledi.
Çok partili hayata geçtiğimiz 1950 ile bugün yani 2022’ye kadar yaşadığımız zaman zarfında nasıl bir seyir izledik.
Mutlaka gelişme yaşanmıştır. Yaşanacaktır da.
Türkiye’nin yaşamsalının gelişimini anlayabilmek için muadilleriyle kıyaslamak lazım elbette.
Bir toplum kendi kaderini tayin edecek yapılanmasını kendisi çizebiliyorsa o proje mutlaka o toplumun yararınadır.
Yok bir toplumun kendi kaderini tayin edecek yapılanma o toplumun dışındaki eller tarafından planlanmış ise o topluma değil o planı yapan ve uygulayan ele veya ellere hizmet eder.
Çok partili hayata geçişimizdeki ABD etkisini mutlaka aramamız lazım.
Tabi ki Türkiye’de bir sistem planlayanlar yerli işbirlikçilerini, kullanacakları insanları, sahte kahramanlarını da toplumun karşısına çıkarmayı planlamıştı.
İstiklal Savaşımız, Kuvva-ı Milliye, Türkiye Cumhuriyeti tamamen Türk milletinin eseri, Türk milletinin emeği, Türk milletinin kanı ile yapılandırılmış olduğundan sadece Türk milletine hizmet etmeyi amaçlamışlardır.
1950’den sonrası öyle mi?
Tabi ki hayır.
1950 çok partili hayata geçişten sonraki Türkiye üzerindeki ABD emperyalist etkisi, sömürüsü çok açıktır.
O etki ve sömürü halen de devam etmektedir.
Çok partili hayat tabi ki kötü değildir.
Ama sisteminizi bir emperyalist güç kuruyorsa sistemin kendisini kurana hizmet edeceği aşikardır.
Çok partili sistemden vaz mı geçelim?
Tabi ki hayır.
Türk siyasal sisteminin milli ve bağımsızlıkçı yönde düzenlenmesi, düzenlemenin tamamen yerli ve Türk toplumunun çıkarları gözetilerek yapılması zaruridir.
1950’de getirilen sistemin en önemli vaatlerinden biri Türkiye’yi küçük Amerika yapma vaadiydi.
70 yılda Türkiye küçük Amerika olmadı. Amerika’ya bağımlı bir uydu devlet oldu.
Türkiye’de iktidarları sürekli ABD belirledi.
İktidara kendilerinin getirdikleri siyasetçiler biraz ABD çizgisinden sapınca darbelerle gene kendileri onları iktidardan indirdiler.
1947 ABD-Türkiye ikili anlaşmalarıyla ABD’ye bağımlı hale getirilen Türkiye 1950 algı seçimleriyle tam olarak ABD’li stratejilerin tabiriyle “Oltadaki balık” oldu. Halende oltadaki halimiz devam etmektedir.
Tıpkı 1918 öncesi İngilizlerin Osmanlıyı “Hasta adam” olarak nitelemesi gibi.
Demokratik sistem getirme iddiasıyla iktidara getirdikleri müstemleke valileriyle Türkiye’yi yönetiyorlar.
Üstelik gizli de değil açık açık.
Türk milleti yaklaşık 3 yüz yıldır süren bu sarmaldan kurtulabilir.
Atatürk çizgisinde Türk milliyetçiliği Türk milletine reçetedir.
Cumhuriyetin fabrika ayarları Türk milletine reçetedir.
Demokrasi, seçimler iyi de adayların gözlerinin içine biraz daha dikkatli bakmalıyız.
Söylediklerine değil, yaptıklarına bakmalı eğer devşirme ise gözünden tanımalı affetmemeliyiz…