Ülkemiz bir uçtan bir uca deprem faylarının üzerinde, milyonlarca yıldır sürekli depremlerin yaşandığı bir yer.
Dünya yaşamının bir döngüsü olan küresel ısınma, ısınmanın bitiminde uygarlığın sonu ve buzul çağına dönüş yaşanacak.
Döngü bu.
Küresel ısınmanın getirdiği iklim değişiklikleri, insanları git gide yoğunlaşan yangınlar, seller ve afetlerle karşı karşıya bırakıyor.
Afetlere doğru koşu, insanoğlu için kaçınılmaz gibi görünüyor.
Depremsellik özelinde, 1999 ve 2023 depremleri bir sürpriz değil, bundan sonra gelecek bir deprem afeti de sürpriz olmayacak. Çünkü bir büyük İstanbul depremini yaşayacağımızı hepimiz biliyoruz.
Türkiye coğrafyası her ne kadar Dünyanın en kıymetli kara parçalarından biri olmasına da yeryüzünü oluşturan levhaların sınırlarının da olduğu yerdir ve bu durum bu coğrafyayı doğal bir deprem alanı yapmaktadır.
Hareketli yaşayan toplumların hafızalarının zayıflığı bir gerçektir.
Çünkü yerleşik bir toplumun bir yılda yaşadığı gündem konularını, hareketli yarı göçer toplumlar bir ayda bazan bir haftada yaşarlar.
1999 Marmara depremi, yaklaşık 50 bin insanımızın kaybına ve yaklaşık 100 milyar dolar maddi kaybımıza sebep oldu.
2023 depremi de aşağı yukarı aynı hatta daha büyük kayıplara sebep oldu.
Olması beklenen İstanbul depreminin, olacağı varsayılan alanlardaki nüfus yoğunluğunun en az bir veya iki kat fazla olduğu düşünüldüğünde, insan kaybı ve maddi kaybın, başta ekonomik bağımsızlığımız olmak üzere en önemli beka sorunumuz olarak görülmektedir.
Toplumunuz depremle yerle bir olduktan sonra, S400 füzeleriniz, savaş uçaklarınız, donanmanız, saraylarınız, binlerce korumanız olsa ne olur. Bütün bu silahlar ve ihtişam kim için ve ne için lazım olacak.
Devlet olarak acil Marmara depremi ve ülke bazında afet planları yapılması ve planların uygulamasının acilen başlaması gerekmektedir.
Türkiye’nin fay hatlarının, dere yataklarının (kurumuş dereler dahil), çürük zeminlerinin olduğu yerler Çevre Bakanlığı tarafından bilinmektedir.
Fay hatlarının ve dere yataklarının enleri bellidir.
Fay hatlarının enine göre 10 kilometre, dere yataklarının enine göre 1 kilometre ve çürük zeminlerin tamamını yapılaşmaya kapatmak çok zor değil.
Şerden hayır çıkarmalı bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile bu alanlarda yapılaşma durdurulmalıdır. Uygulamadaki ucube başkanlık sisteminde hayata geçirilmelidir.
1999 da deprem oldu. Tabii riskli binaların dönüşümü gerekli idi. (Halen de gerekli)
Dönüşüm için İstanbul imar yönetmeliğine birkaç cümle eklenmesi yeterli idi. Fakat zamanın hükümeti ve belediye yönetimi başka bir yol izlemeyi tercih etti.
Hükümet TOKİ, İBB Kiptaş, eli ile konut yapmaya ve rant devşirmeye çalıştı.
İstanbul’un yeni yapılaşma yolu ile kuzeye kaydırılması ve kazancının iç edilmesi planlandı uygulandı.
Fakat 8 bin yıldır göç alan bir şehir olan İstanbul’u birkaç on yılda yerinden taşımayı düşünmek tam bir ahmaklık idi.
1999’dan sonra nihayet 2013 de çevre bakanlığı “Planlı Alanlar İmar Yönetmeliği’ni çıkardı yani tam 14 yıl sonra.
Ülkemizde maalesef neden imar yönetmeliği için 14 yıl beklendiğini çok cılız seslerin dışında kimse iktidara sormadı. Veya soramadı.
Bazı kararlar vardır ki siyaset üstü olmalı (biraz zor olacak ama) ve toplumsal fayda gözetilmelidir.
Fakat yaşadıklarımız devletimizi yönetenlerin bir oligark faydası gözettiğini ortaya koyuyor.
Tüm bunlara rağmen insani düşünmek, insanı yaşatmayı şiar edinmek gereklidir.
Tüm Marmara deprem, Karadeniz’in tümü sel, Orta Anadolu çölleşme, Ege ve Akdeniz yangınlar tehlikesi ile karşı karşıyadır.
1999 depreminden sonra bir karar için 15 sene bekleyen toplum, yaşanacağı gün gibi görünen afetlerin önlenmesi planları ve kararları için kaç yıl bekleyecek.
Şimdi artık sanki sona geliyoruz.
İstanbul depremi olacak ve ülkemiz için çok önemli bir durum olacak.
Çünkü ülkemizin 1/5 nüfusu ekonomimizin 2/3 ü İstanbul’da.
İstanbul aynı zamanda Türkiye’nin en önemli markası.
Ülkemizi yönetenler, tüm üretimimizi kaynaklarımızı kullananlar, bizi ağır borçlandıranlar, tamam siz sağlam lüks villalarınızda depremde ölmeyeceksiniz.
Ya akrabalarınız ya sevdikleriniz…