Her milliyetçilik şu veya bu oranda devletle ilişki içindedir. Bu ilişki yoğunlaştıkça milliyetçilik devletçiliğe evrilmekte, ilkeleri ile güncel siyaset arasında sıkışıp kalmaktadır.Milliyetçiliğin devlet kurucu ve onu kollayıcı yanı bu ilişkinin temel sebebidir. Bunun milliyetçilik açısından en sorunlu tarafı, siyasi mücadelelerin keskin olduğu yerlerde siyasi oluşumlar arasında tercih yapmak zorunda kalması, taraf haline gelmesidir.
Milliyetçiliğin kapsama alanı bütün bir millettir. O millet için ve millet adına konuşur. Muhatap kitlesini ayırmaz, topluma baktığında partiler, cemaatler, etnik gruplar değil, bütün bir millet görür. O yoksa, inşa etmeye çalışır, enerjisini buna teksif eder. Biz-onlar ayırımı milliyetçiliğin tabiatıyla bağdaşmaz, içinden çıktığı toplumun tamamını biz olarak mütalaa eder, bu çerçeve dışına çıkmak isteyenleri bile bizleştirmek için gayret eder. Amacı milleti yaşatmaktır. Bunun da ancak ona ait bir devletin varlığı ile mümkün olduğunu, devletsiz toplumların zamanla milli varlıklarını kaybettiğini bilir.
Milliyetçilik toplumu bütünleştirmek için vardır, bu misyonunu kaybettiğinde milliyetçilik vasfını kaybeder.Milliyetçilik, bir parti veya grup ideolojisine indirgendiğinde artık bütünleştirici değil, ayrıştırıcıdır. Partiler, dernekler, sivil toplum kuruluşları milliyetçilik yapabilir ama milliyetçiliği kendi sınırlarına hapsedemezler.
Türk milliyetçiliğinin şekillenmesinde siyasetle kurduğu ilişkinin büyük önemi vardır. Türkiye Cumhuriyetinin kurucu ilkelerinden biri milliyetçiliktir. 1931'e kadar sivil milliyetçilik daha çok Türk Ocakları çatısı altında, devletle özdeşleşen bir başka damar da CHP çatısı altında varlığını sürdürmüştür.1931'de Türk Ocaklarının CHP'ye dahil edilmesi ile milliyetçilik tek çatı altında toplanmış, vatandaş nezdinde milliyetçilik CHP siyasetleri ile eşitlenmiştir. Sonraki yıllarda belli çevrelerde uç veren milliyetçilik karşıtlığının nedenlerinden biri, CHP politikalarına duyulan öfkenin milliyetçiliğe yansıtılmasıdır. Keza,İttihat ve Terakki Partisi ile irtibatlandırma gayretlerinin arkasında da aynı menfileştirme çabalarının olduğu söylenebilir.
Atatürk'ün ölümünden sonra CHP'nin bir başka evrene savrulması, CHP dışı milliyetçilik arayışlarını hızlandırmış, 1944 Milliyetçilik olayı bu ayrışmanın miladı olmuştur. Çok partili hayata geçişin ardından 1949'da Türk Ocaklarının yeniden açılması, örgütlü milliyetçiliği tekrar sivil alana taşımıştır. Bu, Türk Ocaklarının CHP'ye katılmasından sonra, CHP dışı bir milliyetçiliğin olmadığı anlamına gelmemektedir, tam tersine her zaman sivil, resmi politikaların dışında bir damar mevcudiyetini korumuştur.
Gerek Atatürk dönemindeki uygulamalar, gerekse tek parti dönemi politikaları farklı milliyetçilik anlayışlarına zemin hazırlamıştır. Bu farklılaşma iki temel nedene dayandırılabilir, bir: ağırlıklı olarak kültürel bir doktrin olan milliyetçiliğin siyasi bir ilkeye dönüşmesi, iki, milletin hangi değerler üzerine oturacağına dair farklılık. Milletin ilkeleri aynı zamanda milliyetçiliğin de ilkeleridir. Millet tasavvuru hangi değerlere dayanıyorsa milliyetçilik de o değerler üzerinden yürür. Milliyetçiliklerin farklılaşması da, daha çok - nasıl bir millet- sorusuna verilen cevapla ilgilidir. Şunu da belirtmekte fayda var: milliyetçilik devleti öncelediğinde daha çok siyasi, milleti öncelediğinde daha çok kültürel bir ilkedir. Ne yalnız başına biri, ne ötekidir, duruma göre birini ötekinin önüne çıkarabilen iki kanatlı bir yapıdır. Türk milliyetçiliği, içinden çıktığı tarihi ve sosyolojik şartlar gereği, devleti öncelemek zorunda kaldığından daha çok politik bir milliyetçilik olmuştur, bu da Türk Milliyetçiliğinin başka bir yanıdır.