25 Nisan’da bu yazıyı yazmayı millî bir vazîfe gördüğümden tekrarlar için kusuruma bakmayın.
1915 yılının Mart ayı… Ermeniler, Erciş Kara Yusuf Paşa Câmii önünde eşi cephede olan Ayşe’nin 8 ve 9 yaşında Yusuf yüzlü iki oğlunu boğazlarlar. Aklını kaçıran Ayşe’nin ahı, arşa dayanır:
Miko kesdi Mahmudumu
Al kınalı Ahmedimi
Yok eyledi umudumu
Ah Ahmedim Vah Mahmudum
Ayşe’nin çocuklarına kıyan Ermeniler, yabancı değil, komşularıdır.
2. Meşrutiyet ilân edilince İttihatçıların mârifetiyle vekil seçilip Meclis’i kirleten Taşnak, Hınçak hâinleri ve onların uzantıları, ordu cephede savaşırken geride yapmadık zulüm bırakmazlar. Van’da başlattıkları isyan ateşiyle memleketin her tarafını yakmaya hazırlanırlar. Elbette işin arkasında Rus, İngiliz ve Fransızlar vardır.
Geç de olsa akılları başlarına gelen İttihatçılar, 24 Nisan’da Ermeni komitecilerin liderlerini tutuklayarak büyük isyâna engel olurlar.
Peki niye 24 Nisan?
Bu târihin, çok ama çok özel bir anlamı vardır. Ermeniler, tam da İngilizler’in Çanakkale’ye kara çıkarması yapacakları 25 Nisan’da isyan edeceklerdi. Eğer isyan çıkmış olsaydı ordu, bunu bastırmakla uğraşacağından, daha ilk günden 18 Mart’ta geçilmeyen Çanakkale geçilecek ve Haçlılar İstanbul’a doğru ilerleyeceklerdi.
İşte her sene soykırım yaygaraları yapılan 24 Nisan budur!
Hevesleri kursaklarında kalan haçlı gürûhu, aynı yılın sonunda Çanakkale’den defolup gittiler. Fakat bu gidişin adı, “tahliye”oldu. Tahliye bir yeri boşaltmaktır. Tahliye edilen Çanakkale topraklarının boş olarak algılatılması gerekiyordu. Çünkü tıpkı Filistin toprakları misâli, zamanı geldiğinde asıl sâhiplerine, yâni Helenlere bırakılacaktı.
Önce Lozan’da, o mübârek topraklarda haçlılara söz hakkı verildi.1931’de çekilen ilk Çanakkale filmi Tell England, buram buran Helen medeniyeti kokuyordu.
Nihal Atsız’ın başını çektiği bir avuç milliyetçi münevverin ayaklanmasıyla Türk Milleti, bu oyunu bozdu. Fakat karşı taraf, hiç vazgeçmedi.
2015 yaklaşırken, ”Bilmem ne içeriden olursa kapı kilit tutmaz” taktiği başladı. Önce içimizdeki hâinler, haçlılarla empati kuran belgeseller çektiler. Can Dündar ve Tolga Örnek’in Çanakkale belgeselleri, karşı tarafa ağıt yakıyordu. Sonra Sinan Çetin’in, şehidlerimizin ruhunu sızlatan, “Çanakkale Çocukları” filmi geldi. Zihinlerimiz, Altın Vuruş için yavaş yavaş hazırlanıyordu.
Altın Vuruş’un sinema ayağı ilerlerken bir kısım Taşnak Hınçak uzantıları ile onların kontrolüne verilen fetö yetiştirmesi genç aydıncıklar, her 24 Nisan’da “Soykırım da soykırım” diye tutturdular. Gûyâ özeleştiri yapıyorlardı. Bunu yaparken zehirli dillerini, Çanakkale şehidlerine de uzatıyorlardı.
Taşnak, Hınçak ve fetö kontrolündeki bu yeni yetmelerin kim olduklarını ve ne yazdıklarını daha evvel sizlerle paylaştım.
Şimdilerde vatan millet edebiyatı yapan Hilâl Kaplan ve dilinin belâsına uğrayan Râsim Ozan Kütahyalı. Her ikisi de ince bir operasyonla 2015 gelmeden gazete değiştirdiler ve uslu çocuk oldular.
Devam edelim…
Altın Vuruş, Russel Crowe’un The Water Diviner filmiyle yapılacaktı. Filmin subliminal mesajları, bu işten anlayan insanları yerinden zıplatacak derecedeydi. Darbe mesajı bile vardı. Nitekim filmi seyreder seyretmez, Cumhurbaşkanına hitâben “Bu filme dikkat edin!” şeklinde bir yazı yazdım. Okumuş olmalılar ki andavallı İslâmcı basın filmi övdüğü hâlde uzak durdular. Belki de dönen dolabı fark edip uyanmışlardı.
Evet, uyanmışlardı. O kadar uyanmışlardı ki Çanakkale zaferinin 100.yıl kutlaması 24 Nisan 2015’de yapıldı. Soykırımcılara okkalı bir tokat atıldı. Atıldı ama tokatı yiyenler, daha da hırslandılar.
İçimizdeki soykırımcılar da ağızlarının payını aldılar elbet. Hilâl Kaplan uslanmıştı ama ağız ishaline yakalanan ROK susmuyordu. 27 Nisan 2015’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Çanakkale konuşmasından sonra şu satırları Sabah gazetesinde yazdı:
“1915'te bu topraklarda bir büyük facia, bir soykırım yaşandı. Bir insanlık suçu işlendi. Bu suç karşısında söylenecek her ‘Ama...” artık midemi bulandırıyor.”
Bir yıl sonra darbe girişimi oldu. Başarılı olsalardı kutlama yapacakları yerlerden birisi, Conkbayırı’ndaki Yeni Zelanda Âbidesi olacaktı.
Midesi bulanan ROK, midemizi bulandırıp ortadan kayboldu. Diğeri ise Taraf’tayken “masal” dediği 57. Alay’a övgüler diziyor. Azerbaycan’a gidip Ermenilerin şehid ettiği Türklere ağlıyor. Nigâr Ana’nın elinden nar yiyor. Sınır karakolunda askerlere moral veriyor.
Her seçim sonrası bu kriptoların temizlenmesini bekledik. Her seçim sonrası daha da güçlendiler.
Çanakkale şehidlerine muhabbetinden emin olduğum Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugünlerde çok gergin ve sinirli. Muhtemelen gidişatın sebepleri üzerinde çok düşünüyor.
Çok düşünmeye gerek yok. Çanakkale şehidleriyle dalga geçerek soykırım nârâları atan kripto fetöcüleri köşe başlarında koruyup kollamak, yeter de artar bile.
Bugün zeferlesonuçlanan Çanakkale kara savaşlarının başlamasının 103.yıldönümü. Kutlu olsun! Bize bu vatanı bırakan bütün şehidlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum.
Ayşe Bacıların Yahya Çavuşların rûhları şâd olsun.