Milliyetçi Fars düşünürlerin çoğunun benimsediği Renan’ın İslam tarihiyle ilgili tezine göre, İslam tarihi üç devire ayrılır; Peygamberimiz, Dört Halife ve Emevileri içeren birinci devire Arap dönemi, Abbasilerle başlayan ve 1275’e, mutlak Türk hâkimiyetine kadar süren ikinci devire Fars dönemi, 1275’ten başlayıp 20. Yüzyıla kadar devam eden üçüncü devire Türk dönemi denir. Bu teze göre Arap döneminde bilimsel gelişme olmamıştır. Zira Araplar, tarihin her çağında geri kalmış zayıf bir ırktır.
Bu devir, yüz elli yıl kadar süren, İslam’ın doğduğu ve yayıldığı zaman dilimidir. Müslümanların önceliği fetihler ve devleti kurumsallaştırmaktır. İç karışıklıklar yoğundur. Yani bu periyotta hukuk dışında bilimsel çalışma yapılmadığı doğrudur. İmam Hanife, İmam Malik, Hasan Basri ve Caferi Sadık gibi parlak hukuk bilginleri bu tarihlerde yaşamıştır. Bu zaman aralığında bilimsel çalışma olmaması, Arapların yetersizliğiyle açıklanamaz. Endülüs gözümüzün önünde. Bilim ve sanatta son derece ileri bir medeniyet olan Endülüs’te Fars yok. Halk da, idareciler de, ordu da, bilim adamları da Arap.
Abbasilerin iktidara gelmesiyle başlayan ikinci dönemde Fars hâkimiyetinden bahsedilemez. Zira Abbasilerin ilk yıllarında, Arap hâkimiyeti vardı. Bilahare önce ordu sonra bürokraside Türk ağırlığı başlar. 800’lerin başından itibaren Abbasi devleti Türklerin kontrolüne girer. Abbasi hilafeti esnasında, Fars bürokratlar, sanatçılar ve bilim adamları olması bu devire Fars dönemi denmesi için yeterli değildir. Selçukluların, Gaznelilerin ve Karahanlıların cihanı idare ettiği yüzyıllara, nasıl “Fars dönemi” denilebilir?
Milliyetçi Fars tarihçilere göre; ‘’Ari ırktan olmayanlar gayri medenidir. Sadece gayri medeni değiller aynı zamanda geri ırklara mensup olduklarından medenileşme kabiliyetinden de yoksunlar.’’ Dolayısıyla “Türkler hâkim olunca medeniyet sönmüş, bilimsel gelişme bitmiştir. O günden beri İslam âlemi karanlıktadır. Ve ebediyen karanlıkta kalacaktır” derler.
Geçersiz ve saçma olan bu tez, öncelikle İslam’dan önceki Türk’ü görmezden gelmektedir. İslam’dan önce onlarca devlet kuran, yeryüzünün %80’ini yöneten Türkler değil midir? Madencilik, hayvancılık ve silah alanında icatların çoğunu Türkler yapmadı mı? At evcilleştirilmeseydi ve tekerlek ile at beraber kullanılmasaydı, medeniyetten bahsedilemezdi. Ayrıca bilimsel çalışmaların en yoğun olduğu ikinci dönemde, Türkler hem merkezde hem çevrede baskın durumdadır.
Endülüs’le beraber iki ana medeniyet havzasından biri olan Maveraünnehir, Türk toprağıdır. Bu iki havzadan sonra gelen Horasan’da, Türkler hem çoğunluktadır hem de idareci konumundadır. Bu çağda kurulan ve bünyelerinde bilimsel çalışmalar yapılan, orijinal kültür ve sanat eserleri ortaya koyulan Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Tolunoğulları, İhşitler, Uygurlar, Delhi Sultanlığı, İdil-Bulgar Hanlığı ve Harzemşahlar, Türk devletleridir.
İslam dünyasının 1300’lerle beraber donuklaştığı, durgunlaştığı ve bilimsel üretkenliğini kaybettiği doğrudur. Ama bunun nedeni Türkler değildir. Ayrıca bilim ve medeniyet ırkla ilgili olsaydı, durgunluğun sadece Türklerle Araplarda olması gerekirdi. Üstün olan (!) Farslar gelişmeye devam etmeliydi. Ama öyle olmadı. (Kaldı ki Ari ırktan olmayan Japonların ve Korelilerin teknoloji konusundaki başarıları ortada.)
Türklerin, ari ırktan olan Hintlilerle Gaznelilerden itibaren beraber yaşadığı Hindistan, ari ırkın üstün olduğu tezini çürütmeye yeter. Zira sömürgeleştirilmeden önceki dönemde bilim ve sanat insanlarının çoğu Türk ya da Hint kökenli Müslümanlardı. Hindu inancını benimseyen bilim insanı yok denecek kadar azdır. Bunun nedeni Türk devletlerinin ırk ayrımı yapmadan Müslümanları ve Müslümanlar tarafından kurulan kurumları desteklemesidir. Oysa Hindistan’da milattan önce Hindu inancına mensup bilim adamları çok önemli çalışmalar yaptılar. Zira o devirdeki devletler onları destekliyordu. Yani destelenen ve teşvik edilen bilim adamları başarılı oldu, Ari ırktan olanlar değil.
İslamcı görüşü benimseyen Fars düşünürlere göre, Müslümanlar, dindarken gelişmiş, dinden uzaklaştığında geri kalmıştır. Bu yaklaşım subjektiftir. Bilimsel gelişmeyle dindarlık arasında tespit edilmiş bir ilişki yoktur. Bu sav doğruysa, bırakın dindarlığı Müslüman dahi olmayan ülkeler nasıl kalkındı? Din devleti olan ve halkı dindar olan Suudi Arabistan devasa petrol gelirlerine rağmen, niçin bilim veya teknoloji üretemiyor? 1700-1800’lerdeki Osmanlı toplumunun, 1400-1500’lerdekinden daha az dindar olduğunu nasıl ve neye dayanarak söyleyebiliriz? Bu konuda onlarca örnek verilebilir.
İslama mesafeli olan Farslı tarihçiler yaptıkları değerlendirmelerde, İslam’ı ve Müslüman milletlerin kültürlerini gelişmeye mâni görmüşlerdir. ‘’Müslüman olmadan önce çok ileriydik, İslam’ı kabul edince kültür ve değerlerimiz de değişti ve geri kaldık’’ düşüncesini savunurlar. Bu görüş, matematik, fizik, kimya, tıp, astronomi, optik gibi bilimlerin temelinin atıldığı, âdeta disiplinlerin kurulduğu 8. ve 13. asırlar arasındaki beş yüz yılı izah edemiyor. Antik Yunan’ın bugünlere ulaşması dahi Müslümanların sayesindedir. Fransızlar, Almanlar ve İngilizler, daha yakın oldukları hâlde Antik Yunan’ı fark edememişlerdi.
İslam’dan önce Araplar; çölde yaşayan, cahil ve gayrimedeni topluluklardı. İslam’ı kabul edince zihinsel devrim yaşayan Araplar hem cihana hakim oldular hem de yüzlerce bilim adamları yetiştirerek Endülüs gibi orijinal medeniyetler meydana getirdiler. Yani İslam ilerlemeye mani olmadığı gibi tarihin her döneminde geri olan bir toplumun çağ atlamasını sağladı. Şunu da ifade etmeliyim ki, İslam, başka faktörler olmadan, tek başına ilerlemeye yol açsaydı, gerileme ve duraklamanın olmaması gerekirdi.
Yerkürenin dört bir tarafında devletler kurarak medeniyetler meydana getiren, madencilikte ve silah teknolojisinde her zaman en ileride olan Türklerin kültür ve değerlerinin gelişmeye mani olduğu düşünülemez bile.
NOT: Şiiliği esas alan Farslı düşünürlerin iddialarına bir başka makalede cevap vereceğiz.