Erdoğan liderliğindeki Ak Parti son yirmi senedir ülkemizin kaderi üzerinde mühim rol oynadı. Dünya genelinde diktatörler hariç seçimle işbaşında kesintisiz kalabilmek hiçte kolay değildir.
İktidar yıpratıcıdır. Binlerce güzel faaliyet yaparsın, ülkenin kalkınmasına çok ciddi katkılar yaparsın ama yaptığın bir yanlış öncekilerin bütününü silmeye sebep olabilir. Bu, “Tamir zordur, tahrip kolaydır” ilkesi ile daha iyi anlatılabilir. Malum bir binayı yapmak için büyük uğraşlar gerekir ama yıkmak için birkaç dakika yeter.
Ak Parti’nin İktidara gelmeden önce ülkemizin durumu oldukça sıkıntılıydı. 28 Şubat zihniyeti milletin milli ve manevi değerlerine savaş açmıştı. Ekonomi felçti ve halk geçim zorluğu çekiyordu. Ecevit liderliğindeki koalisyon hükümetindeki Milliyetçi MHP ve muhafazakar Anavatan bile Ecevit’in dümen suyuna girmişti. Zaten o dönemleri iyi bilenler mevcut iktidarın 28 Şubatçılar tarafından Erbakan hükümetinin yıkılmasının ardından Demirel oyunlarıyla kurulduğunu hatırlarlar. Üçlü koalisyonun başarısız yönetiminin getirdiği zor şartlar vatandaşı canından bezdirmişti. Bu fırsatı iyi değerlendiren ve Erdoğan liderliğinde kurulan Ak Parti milletin çile çektiği meselelere el attı. Özellikle insan hakları, kadınlarımızın tesettürü, ekonomik sıkıntılar ve milli gelirdeki artışın sağlanmasıyla Ak Parti milletin gönlünde taht kurdu. Bu başarılar 2012 yıllarına kadar devam etti. Ancak bu tarihten sonra ülkenin başına açılan gaileler ve Ak Partili kadrolardaki değişimler mevcut başarıyı tökezletmeye başladı.
FETÖ denen ABD beslemesi terör örgütünün 7 Şubat 2012 MİT krizi, 17/25 Aralık 2013 yolsuzluk üzerinden hükümete yönelik ve nihayetinde 15 Temmuz darbe girişimleri ile ülkemiz oldukça sıkıntılı bir döneme girdi. Bu arada dünya genelinde yaşanan ekonomik ve siyasi çalkantıların tesiri de ülkemizdeki durumun bozulmasında önemli rol oynadı.
15 Temmuz’dan sonraki milli duruşuyla öne çıkan MHP’nin desteği ile yeniden gündeme gelen ve halk tarafından referandum ile kabul edilen Başkanlık sisteminin gereği olan yeni yapılanmalarda sıkıntılı durumun artmasına sebep oldu. Yeni yapılanmadaki bazı aksaklıklar da işim tuzu biberi haline geldi. Başkanlık sistemini oturtmak için kurulan ofislerin ve kurulların misyonunu yerine getirememesi ve bazı uygulamalarda kendilerini iktidar yerine koymaları Başkanlık sisteminin aksayan tarafları oldu.
Ak Parti yirmi senedir iktidarda olmasına rağmen özellikle son on yılda ekonomik alanda peş peşe başarısızlıklara imza attı. Faizlerin yükselmesi, dövizin ve altının artması ciddi ekonomik sorunların oluşmasına sebep oldu. Halkın alım gücü daraldı. Piyasaların kontrol edilememesi fırsatçılara yaradı ve fiyatlar alabildiğine yükseldi. TUİK enflasyonu yüzde 15’ler civarında açıklarken piyasadaki gerçek enflasyon bazı ürünlerde yüzde 50, bazı ürünlerde yüzde 300lere varan bir artış gösterdi. Piyasa adeta yanarken çalışanların ücretlerine TUİK’in açıkladığı verilerle zam yapılması memurun, emeklinin ve dar gelirli vatandaşın ekonomik durumunu daha da kötüye götürdü. Hükümet piyasadaki pahalılığa köklü çözüm bulma yerine palyatif çözümler üretmeye başladı. Geçtiğimiz yıllarda piyasaları düşürmek için tanzim satış yerleri açtı. Şimdi de Tarım Kredi Kooperatiflerine ait satış yerlerini artırmakla piyasadaki yangınlara son vermek istiyor ama bunun piyasalardaki yangını söndürmeyeceğini galiba bilmiyorlar.
Ak Parti yirmi senedir iktidarda olmasına rağmen bazı konularda muktedir olamadı. Mesela bir hal yasası çıkaramadı. Haldeki bir toptancıya hükümetin bunu neden başaramadığını sorunca, “Hükümet bu alana el atmaya cesaret edemez. Hükümet yıkılır.” Demesi durumun vahametini anlatma bakımından yeterli olur sanıyorum.
Ak Partinin yirmi yılda bazı konulardaki başarılarını elbette görmezden gelemeyiz. Özellikle savunma sanayindeki ilerlemeleri düşmanlarımız bile takdir ediyor. Ancak Ak Partinin özellikle gençlik, Milli Eğitim, kültür ve şehircilik konularındaki başarısızlığını da görmezlikten gelemeyiz. Muhafazakar bir parti olarak iktidara gelip zikredilen alanlarda muhafazakar bir çizgi tutturulamaması Ak Partinin başarısızlığıdır. Mesela Milli eğitimde 8 bakan değişmiş ve gelen her bakan yeni bir sistem denemiştir. Bu denemeler milli eğitimi adeta deneme tahtasına çevirdi. Kültür alanında milli ve manevi değerlerin öne çıkması için gerekenler yapılmadı. Ak parti iktidara gelir gelmez solcu gelenekten gelen birini Kültür bakanı yaparak daha başlarda başarısızlığa imza attı ve bu başarısızlık maalesef günümüze kadar devam etti. Ak partinin şehircilik alanındaki başarısızlığını ise bizzat Sayın Erdoğan, “Ben yatay mimariden yanayım. Şehirlere ihanet ettik.” Şeklindeki beyanları ile ortaya koydu.
Ak Parti gençlik politikalarında da başarı sağlayamadı. İmam Hatip okullarının sayılarının artırılmasıyla başarılı olacağı sanıldı ama gelinen noktada gerçeğin hiçte öyle olmadığı ortaya çıktı.
Uzun yıllar tek başına iktidar olan Ak Parti artık gelinen noktada tek başına iktidar şansını kaybetti. Başkanlık seçiminde ise başarıyı ancak MHP’nin desteğiyle yakalayabildi. Aradan geçen zaman içerisindeki bazı başarısızlıklar şu anca bir seçim olması durumunda 50+1’i yakalayamadığını ortaya koyuyor.
Peki son zamanlardaki bu başarısızlığın altında yatan sebepler nedir?
Bunu en önemli sebebini iyine Sayın Erdoğan bir konuşmasında şöyle deli getirmişti:
"Kibir, böbürlenme bize yakışmaz. Bizim siyasetimizde milletle inatlaşmak söz konusu olamaz."
Erdoğan bunları söylerken aslında, “Partimizde her düzeyde ciddi bir kibir-böbürlenme sorunu var. Dahası ve en fenası, bu kibir dolayısıyla milletle inatlaşma da var. Bu her iki sorun milleti fena halde rahatsız ediyor. Bize karşılıksız oy veren samimi insanların gönül dünyasında gücenikliklere yol açıyor. Bu böyle giderse sayısal bir yıkıma uğrayabiliriz.” Demek istemiştir.
Peki nedir bu gurur ve kibir?
20 yıldır iktidar nimetleriyle içli dışlı olan partililer güç ve iktidar hastalığına yakalandı. Yakalandıkları hastalığı tespiti için Anadolu’da, “Küçük dağlar babamızdan miras kaldı, büyük dağları biz yarattık.” Derler. Ak partili teşkilatlar yakalandıkları bu kibir ve gurur hastalığı ile milleti duymazdan geldi ve yapılan ikazlara kulak tıkamaya başladı. Bu aymazlığın cezasını geçtiğimiz yerel seçimlerde yiyen Ak Parti, Ankara, İstanbul gibi şehirleri rakiplerine kaptırdı. O dönemlerde yazdığım makalelerde de “CHP kazanmadı, Ak parti kaybetti” diyerek bazı tespitlerde bulunmuştum.
Teşkilatlardaki bu bozulma ve çürümeyi milletin Sayın Erdoğan’a verdiği destek büyük oranda örttü. Fakat bazıları bu tehlikenin farkına bile varamadı. Bu sebeple Erdoğan’ın zaman zaman yaptığı ikazları kimse üzerine almadı. Kendilerini dev aynasında görenler yerel seçimlerdeki yenilgi ile kendine gelir diye beklentiye girenler de yanıldı. Yenilgiden kendilerine ders çıkarma yerine suçu başkalarına atarak sıyrılmaya çalışan teşkilatlar hala bu kibir ve gurur hastalığını devam ettiriyor.
Sayın Erdoğan bir taraftan, "Eleştirilerimizi yapacak, yanlışlarımızı birbirimizin yüzüne cesaretle söylemekten çekinmeyeceğiz.” Derken diğer taraftan yanlışları söyleyenleri teşkilatlardan kovulmasına engel olmadı/olamadı. Yanlış yapıyoruz diyenler hain ilan edilerek parti dışına itildi. Halbuki Sayın Erdoğan sık sık, “Bu hareketi asıl güçlü kılan istişareye, yani ortak akla önem vermemizdir. Yanlışa yanlış, doğruya doğru deme cesaretini gösterebilmeliyiz. Ama içimizden birileri bırakınız eleştiriyi en ufak bir nasihati bile bozgunculuk, fitne! diye boğmaya çalışıyor. Kibir hastalığına yakalananlara nasihat pek bir ağır gelir! Böyleleri sonuç itibariyle partimize zarar verir.” Şeklinde açıklamalar yapmaktan geri durmuyor.
Burada Ak parti içinde yaşanan paradoksal bir durum var. Erdoğan’ın yukarıdaki açıklamalarını ayakta alkışlayan Ak partililer ne hikmetse kendilerine çeki düzen verme gereği bile duymuyorlar. Bunun en büyük sebebi ise kendilerinde sayılan hastalıkların olmadığını zannetmeleridir. Böyle olunca düzelme olmadığı için Erdoğan aynı tür ikazları sık sık yapma gereği duyuyor. Bu da bir kısır döngünün oluşmasına sebep oluyor.
Böyle giderse 2023 yılındaki seçimleri Ak partinin kazanması muhal görünüyor. Muhalefetin bunca beceriksizliğine ve yaptığı yanlışlara rağmen Ak partinin 2023 seçimlerini tehlikeye düşürmesi tamamıyla teşkilatlardaki kibir ve gurur hastalığının devam ettiğinin göstergesidir.
Ak Parti iktidara geldiği ilk on yıl içindeki başarılarını gelecekte de devam ettirmek istiyorsa içindeki bu iki hastalıktan derhal temizlenmelidir.
Ben bulunduğum il, ilçe ve belediyelerden biliyorum. Ak parti yöneticileri bulundukları yerlerde kendilerini devlet saymakta, milleti ve devlet memurlarını da emirlerindeki köleler gibi değerlendirmektedirler. “Biz iktidardayız, istediğimizi yaparız.” anlayışıyla davranan idarecilerin milletin yoksul-gariban evlatlarıyla ilgilenmesi elbette mümkün değildir.
Ak Parti seçimlerde de milletin görüşlerine değer verme yerine milletle inatlaşarak parası ve gücü olanı aday göstermelerinin tokadını yemekte gecikmedi. Seçilen adaylarda milletin temsilcileri yerine zenginlerin, güç odaklarının adamlarının aday gösterilmesi yenilgiyi tetikledi.
İktidara gelirken gücünü milletin gönlünden alarak yoluna devam eden Ak partinin yol kazasına uğrayarak bu duruma gelmesin tek sebebi yine kendileridir.
Bir yandan siyasette “Hz. Ömerlere ihtiyacımız var” denilirken gösterilen adayların çoğunun “Turist Ömer” olması ve onların baş tacı edilmesi başarısızlığı getiren önemle başka bir sebeptir.
Ak Parti 2023 seçimlerini kazanmak istiyorsa öncelikle kibir ve gurur hastalığına acil çözüm bulmalı, il ve ilçe teşkilatları ile belediyeler milletin istekleri doğrultusunda siyaset üretmelidir.
Özellikle de 15 Temmuz gibi alçak bir darbe girişiminde bulunarak ülkemizi yıkmak isteyen FETÖ zihniyetine karış ciddi mücadele geliştirilmelidir. Ne yazık ki Ak partiye ait ne il ve ilçelerin ne de belediyelerin FETÖ denen CIA yapılanması ile ilgili hiçbir stratejisi ve çalışması yoktur. “Erdoğan ve birkaç kişinin dışında bu işe ciddi bakan kimse yok” dersem herhalde mübalağa etmiş olmam. Bunu bizzat tecrübe ederek yaşayan biriyim. Bulunduğum ildeki 25 Ak partili belediyeye FETÖ’nün İslam’a ve vatana ihanetlerini anlatan programlar yapalım teklifleri hiçbiri tarafından kabul edilmemiştir. FETÖ hakkında belgelerle hazırladığım kitapları alıp bedava dağıtma isteklerime ise hep “Ya FETÖ geri dönerse” korkusuyla ilgisiz kaldılar.
Ak partide uzun yıllar milletvekilliği yapan Mehmet Metiner’in geçtiğimiz aylarda Erdoğan’a yönelik yaptığı bir açıklama aslında Ak partinin kibir ve gururda nerelere kadar yükseldiğinin açık bir göstergesiydi:
"Reis’im! Çağrına uyarak cesaretle bazı uyarılarda ve eleştirilerde bulundum. İnanın ki dediğiniz doğrultuda ciddi ve kapsamlı bir yenilenme-değişim olmazsa kibrin ve inatlaşmanın bedeli siyaseten ağır olur.
Mademki cesaretimizi kuşanmaya çağırdınız bizi.O vakit mutlaka denilmesi gereken bir şeyi diyerek bitireyim.
Pek çok değerli bakanlarımız ve parti yöneticilerimiz var. Arandığında hemen ulaşılabilen, gönderilen mesajı görür görmez anında dönüp arayan mütevazı insanlardır bunlar. Lakin milletin acil bir sorunu için şahsi cep telefonlarından aranıp not bırakıldığı halde tenezzül edip bir türlü dönüş yapmayan bakanlarımız ve yöneticilerimiz de var. Burnundan kıl aldırmayan, sürekli meşgul ve yoğun oldukları için lütfedip dönüş yapmayan başkaları da cabası… Küçük iktidar hesaplarıyla sizi beklentisiz sevenleri gücendirenleri saymıyorum bile…
Bütün bunlar hem sizi sevenler hem de millet nezdinde ciddi gönül kırıklıklarına yol açıyor bilesiniz…"
Ak partililer bu yazdıklarımızdan ders alır mı bilmem ama eğer 2023 seçimlerine kadar ruhlarını saran kibir ve gururdan kurtulamazlarsa tarihin en büyük siyasi yenilgisini alacaklarından asla şüphem yoktur.
Kime sorsam, “Ak partinin iktidardan gitmesi önemli değil ama yerine geleceklerin kimler olduğunu düşününce uykularımız kaçıyor.” Demeleri ülkemizin geleceği açısından önemli bir tespittir. Ak Partinin gitmesi ile HDPKK destekli bir iktidarın gelmesi milletin milli ve manevi değerler adına kazandığı bütün kazanımların kaybedilmesi anlamına gelir.
Bu açıdan son olarak diyorum ki; Ak partili milletvekilleri, merkez il ve ilçe yöneticileri ile belediyelerin silkinerek kendisine gelmesi gerekir. Aksi halde bu milletin başına gelecek maddi ve manevi musibetlerin bütün sorumlusu kendilerine ait olacaktır.