Deliler hariç şimdiye kadar, “Ben akılsızım, benim aklım hastalandı, aklım yetersiz” gibi cümleler kurana rast gelmedim dersem herhalde mübalağa etmiş olmam.
Mantıklı düşünmede de durum aynı. En mantıklı düşünen insanın % 6’yı geçmediği yapılan ilmi araştırmalarda ortaya konuyor ama herkes neredeyse yüzde yüz mantıklı düşündüğünü söylüyor. Zaten bu hususta araştırma yapanlar insanın ilimle tekamüle uygun fıtratta yaratıldığını ve bu sebeple akıl ve mantığın, ilim ve marifetle doğru orantılı olarak geliştiğini söylemişlerdir.
Akıl denilen bir nimetten herkes söz ediyor ama o nimeti gerekli şekilde kullananların hiçte çok olmadığı yaşanan olaylara bakınca kendiliğinden ortaya çıkıyor. Böyle bir zaman ve mekanda insanlara yapılacak en büyük iyilik, onlara akıllarını kullanmayı öğretmektir.
Aklın genel olarak, “Bağlamak, engel olmak, tutmak, diyet vermek, idrak, muhakeme kabiliyeti, kavrayış, zeka. İnsanların tehlikeye düşmesine engel olan şey. Düşünme, kavrama ve bilgi elde etme gücü.” Gibi tarifleri vardır.
Akıl, Allah(cc)’ın yaratılışı kavraması için insana verdiği en değerli manevi bir kuvvettir. İnsan ancak akıl sayesinde Rabbini bilir, eşyada tecelli eden isim ve sıfatlarını kavrayarak inanır. Akıl sayesinde eşyanın güzellik, çirkinlik, kemâl ve noksanıyla ilgili sırları ortaya çıkar. İnsan ancak aklı sayesinde hem bu dünyada hem de ahirette kendisine faydalı olacak gerekli bilgileri elde edebilir. Bu sebepten dolayı “Aklı olmayanın dini yoktur.” denmiş ve aklı olmayanın İslami yükümlülüğü yok sayılmıştır.
İnsanlar zeki doğarlar ve zekanın eşya ile münasebeti sayesinde akıllarını geliştirirler. Belli bir ayırıcı özelliğe sahip olduktan sonra da (Akıl baliğ) İslam ile mükellef olurlar. Bu sebeple çocuklar henüz akılları gelişmediği için İslami yükümlülüklerden sorumlu tutulmamışlardır.
Aklın mümeyyiz yani kar ve zararı seçme yeteneğine kavuşma yaşı olarak 12-15 yaş aralığını gösterirler. Ancak ne kadar acıdır ki toplumumuzda yaşı 40-50 olmasına rağmen hala aklını mümeyyizlikle süsleyememiş insanlar alabildiğine çok var.
Akıl insanı düşünmeye sevk eder. Düşünmek ise insanın en önemli kabiliyetlerinden biridir. Aklını kullanıp düşünmeyenler kainatta tecelli eden hakikatleri göremez ve bilemezler. Bunun için Kur’an’da aklını kullanmadığı için iman etmeyip hakikati göremeyenler, “Onların gözleri vardır görmez, kulakları vardır işitmez ve kalpleri vardır hissetmez.” Şeklinde tasvir edilmiştir.
Akıllı bir insan ancak düşünme yeteneğini çalıştırarak hakikati bulur ve Kur’an’ı kendine rehber edinir. Akledip düşünen insanlar Allah'ın düşünmeye teşvik ettiği konuları kendine esas alır.
Aklını çalıştıran ve Kur’an’ı kendine rehber edilen kişi hayatının her anında Allah'ın her şeye gücü yettiğini, zamandan ve mekandan münezzeh olduğunu, varlığının her şeyi sarıp kuşattığını, tüm varlıklar O'na muhtaç iken O'nun hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını, alemlerin hakimi ve sahibi olduğunu, her an her saniye tüm insanları gözlemekte olduğunu, onların akıllarından geçirdikleri ya da söyledikleri her sözü bildiğini, yaptıkları her tavrı gördüğünü ve ezelden ebede kadar her şeyin bilgisini katında sakladığını aklından çıkarmaz.
Vahyi bize rehber olarak gönderen Allah (cc) onun anlaşılması içinde aklı hediye etmiştir. Akıl olmadan vahiy anlaşılmadığı gibi vahiy olmadan da aklın tek başına gerçeği bulması mümkün değildir.
Allah (cc), akıldan daha yüce bir mahlûk yaratmamıştır. Bunun için düşünce insanları, "Akıllı, nefsini kontrol altına alıp ölümünden sonraki ebedi hayat için hazırlanan kimsedir." Demişlerdir.
Allah (cc) insana yaşadığı ömür boyunca faal bir şekilde kullanması için aklı vermiştir. Atıl akıl makbul sayılmamıştır. Aklın değişik sebeplerden dolayı kullanılması hastalanmasını netice verir ve böylelikle akıl hastalıkları ortaya çıkar.
Akıl hastalıkları, “Düşünme, anlama, idrak etme; karar verme ve tedbir alma yeteneklerindeki eksiklik.” olarak tarif edilir.
Akıl hastalığına tutulan kişinin bunu tedavi ettireceği tek kaynak vardır. O da Allah’ın insanlara rehber olarak gönderdiği Kur’an’dır.
İslâm'da kişinin yaptığından sorumlu tutulması, akıllı olmasına bağlanmıştır. Çünkü emir ve yasakların muhatabı akıl sahibi kişilerdir. Kur'an-ı Kerîm'de akıldan söz eden pek çok ayet vardır.
"Siz kitabı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?" (Bakara, 44)
Akıl hastalığına yakalanan insan dengesini kaybeder. Bu dünyada her şeyin en doğrusunu kendisinin bildiğini ve en doğru yolda olanın kendisi olduğunu zanneder. Bunun için herhangi bir meselede kimseye akıl danışmaz. Halbuki akıllı kimseler için Allah (cc), “Onlar işlerini danışarak yaparlar.” Buyurmuştur. Bu sebeple akıl hastalığına yakalanan kişilerin bu özellikten uzak olduğu açıktır. Bu noktada ünlü düşünür Bernard Shaw’ın, “Akıllı adam aklını kullanır. Daha akıllı adam başkalarının da aklını kullanır.” Sözü ne kadar yerindedir.
İnsan yaratılmış bir varlıktır. Dolayısıyla insanda görülen akıl müstakil bir yetenek değildir; ona Allah tarafından hediye edilmiştir ve nasıl kullanılacağını da Kur’an’da belirtmiştir.
“İşte bu Kur’an uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurmadır.” (İbrahim, 52)
Kur'an anlayışında salt akıl, kullanılmadıkça potansiyel olarak bir anlam ifade etmez. Aklı devamlı olarak fiil/eylem halinde kullanan Kur'an ayetleri, aklı kullanmanın ve doğru düşünmenin önemine dikkat çekmektedirler.
İnsanı insan yapan faal akıldır. Aklın yerli yerince kullanılmasıdır. İnsanın her türlü fiillerine anlam kazandıran ve ona sorumluluk yükleyen akıldır.
Kur’an aklını kullanmayanlara şeytanın musallat edilip pislik içinde boğulacağını (Yunus 100. Ayet) beyan eder. Aklını kullanmayan insan makbul biri değildir.
“Gerçek şu ki, Allah katında, yerde hareket edenlerin en şerlisi akıl erdirmez sağırlar ve dilsizler (düşünmeyen, hakkı duyup söylemeyenler)dir.” (Enfal, 22)
Aklın birinci vazifesi kendisini yaratanı bilmektir. Sonra kendisine verilen güç ile eşyanın hakikatini anlama görevi verilmiştir. Akıl bu yönüyle ilâhî gerçekleri de anlama, sezme, onların üzerinde düşünüp yorum yapma, onların hikmetini idrak etme gücüne de sahiptir. Allah (cc) kainata bakıp aklını kullananlar, fikir ve düşünce üretenler ve tefekkür ederler için sayısız deliller sunduğunu ayette şöyle beyan eder:
"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün peş peşe gelişinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü gemilerin denizde yüzmesinde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde, aklını kullanan bir toplum için birçok deliller vardır." (Bakara, 164)
Kur’an bütün insanları akıllarını başlarına toplamaya davet eder. Çünkü aklını yerli yerinde kullananlar yaratılışın gayesini kavrar. Varlığın ve onun ardından gelen ölümün mahiyetini çözer. Ölümden korkmaz. Şu ayetler bu hususta ne kadar muhteşemdir:
“İşte Allah, size ayetlerini böyle açıklar; umulur ki akıl erdirirsiniz” (Bakara, 242)
“Bu Kur’an insanlara bir tebliğdir. İnsanlar bununla uyarılsınlar, O’nun tek ilâh olduğunu bilsinler ve akıllarını kullansınlar da düşünüp ibret alsınlar.” (İbrahim, 50)
“... Onları müjdele, onlar ki sözü dinlerler ve o sözün en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah’ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir, akl-ı selim sahipleridir.” (Zümer, 18)
Şimdi bu ayetler ışığında durup düşünelim:
Biz akıllı mıyız?
Aklımızı yaratılış maksadına uygun olarak ne kadar kullanabiliyoruz?
Kur'an, akıl üzerinde bu kadar durup aklın önemini vurgularken biz akla ne kadar önem veriyoruz?
Vahyin ışığında istikametini bulan akıl insana doğru düşünme yeteneği de verir. Düşünmek, insanın en önemli özelliklerinden biridir. Ancak birçok insan bu özelliğini gerçekten hikmetli ve fayda verecek bir konu yerine, kendine ve çevresine hiçbir yarar sağlamayacak konular için kullanır.
Aklını vahyin ışığında kullanan bir insan sadece düşünmüş olmak için değil, sonuç elde edebilmek, fayda sağlayabilmek, doğruyu bulabilmek ve güzel bir şeyler üretebilmek için düşünür. Bu konuda kendisine Kuran'ı rehber edinir ve Allah'ın insanları üzerinde düşünmeye teşvik ettiği konuları kendine esas alır.
“Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.” (Bakara, 269)
Hazreti ali (ra), “Akıl; nimetlerin en büyüğü, dünya ve ahret; şereflerin en yücesidir.” Der. Zaten akıllı insan, iman eden, imanın verdiği şuur ile kendi hayatında huzuru yakalamayı bilen insandır. Aklını vahyin ışığında çalıştırmayanların hem bu dünya da hem de ahirette huzuru kaçar. Huzuru kaçan insan için hayat zehir olur.
Akıl iman etmeyi gerektirir. Zaten şimdiye kadar dünyanın en akıllı insanları Allah’a inanmış ve kainatın tesadüfen olmayacağını delilleriyle ortaya koymuşlardır. Akılsızlar ise her şeyin tesadüfen veya kendiliğinden ortaya çıktığını iddia eder ki, bu akılsızlığın zirvesidir.
Baştaki sorumuzu tekrarlayalım:
“Akıl sağlığımız yerinde mi?”
Baştan beri anlatmaya çalıştığımız gibi akıl sağlığının korunabilmesi ancak vahyin gölgesine sığınarak faal hale gelmesiyle mümkündür. Millet olarak bunu başaramadığımız müddetçe sürünmeye mahkum oluruz.
Rabbim bütün inananların akıl sağlıklarını muhafaza eylesin. Akıllarını başlarına alarak düşünmelerini, üretmelerini ve yeryüzünde gerçek birer halife olduklarını göstermelerini nasip etsin.