Aklımda Deli Deli Sorular!

Abone Ol

Deli ile akıllı arasında ne fark var? “Deli aklı olmadığı için düşünmez ama akıllı aklı olduğu için düşünür.” mü diyeceksiniz!

Peki, aklı olmasına rağmen düşünmeyen akıllı olur mu? Ya da aklı olmasına rağmen düşünmeyen, yerli yerinde yaratılış maksadına uygun kullanmayan insan aptal mı deli mi oluyor?

Necip Fazıl üstat, “Çöle İnen Nur” isimli kitabının başında akıllı ile aptal arasında bir kıyaslama yapar ve asıl aptalın akıl defterine başıboş şeyler karalayan kişi olduğunu şu sözlerle aktarır:

“Ya en aptal, ya en akıllı inanır. Aptal da ne demek? Tam akıllılık kabil mi ki tam aptallık mümkün olsun? Aptal dediğimiz çok defa üstüne hiçbir yazı yazılmamış boş kâğıda benzer. Mademki boştur, güzeli bulamamıştır. Fakat mademki yine boştur, çirkinden kurtulmuştur. Aptalın şuuraltı veya şuur üstü kavrayışıyla bulunmuş, kim bilir ne erişilmez hakikatleri var! Hakikî aptal, o boş kâğıdın üzerine hiçbir şey yazmamış olan değil, saçma - sapan, kör - topal, yalan -yanlış şeyler karalamış ve onlara sımsıkı sarılmış olandır. Yâni, aptallıktan yola çıkıp akla varmamış ve yarı yolda kalmış idrâk cücesi...”

Yaşadığımız zaman dilimi maalesef kimin akıllı, kimin aptal kimin deli olduğunu tam kavramamıza engel olacak kadar kargaşa doğuruyor. İnsanlar çok hızlı bir şekilde fikir değiştiriyor, dünyalık makam, para, şeytan, nefis, vs. sahte putlara aldanarak inançlarından ve ilkelerinden taviz verebiliyorlar.

Bu derece hızlı dönebilen (Politik ifadeyle fırıldak) bir insanı veya yapıyı eleştirmek de çok zor oluyor. Çünkü mevcut halini eleştirirken bakıyorsun ondan vaz geçmiş başka bir fikrin, inancın peşine düşmüş, onu ölesiye savunuyor.

Bu durum sadece insanlar için değil, hükümet ve muhalefet için de geçerli. Dün beyaz dediklerine bugün çok rahatlıkla “Yok o siyah” diyebiliyorlar. Bugün savundukları fikri yarın yerin dibine batırabiliyorlar.

Yukarıdaki ölçüler akılda tutulmak kaydıyla diyorum ki, tam anlamıyla bir kargaşa ortamı yaşıyoruz.

Kimseyi doğru dürüst eleştiremiyoruz. Hemen bir dilekçe alıp mahkemelere koşuyorlar. Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri böyle boş davalar yüzünden adeta tıkanmış bir vaziyete düştü.

Mesela Hükümetler, eleştirel düşünebilme kapasitesi olan bir insan veya insanlar topluluğu istemiyorlar. İtaat eden insan ve toplulukları hükümetlerin çok daha işine geliyor. Çünkü “isyan etme, eleştirme sadece itaat et” emrine uyan kitleleri yönetmek, yönlendirmek, itaat ettirmek daha kolay oluyor.

Hükümetler böyle de muhalefettekiler ondan farklı mı? Elbette hayır. Onlar da asla burunlarından kıl aldırmıyorlar. En ufak eleştiriye tahammülleri yok.

Ülkemizdeki dernek, STK, cemaat, tarikat vs. yapılanmalarda da tenkit edilme hususunda durum değişmiyor. Bulunduğu dernek, STK, cemaat, tarikat vs. yapının başına oturan bir daha oradan kalkmak istemiyor. Çünkü kendini adeta yarı tanrı ilan edip, hatasız, kusursuz olduğuna inanıyor. Böyle inanan birinin bulunduğu makamı başkasına devretmesi düşünülebilir mi?

Hâlbuki tenkidin olmadığı yerde tekâmül olmaz. Yapıcı bir tenkit, akıllı insanları güçlendirir ala ahmakları öfkelendirir.

Şimdi kendi hakkında yapılan en ufak eleştiriye öfkelenen insanları akıllı mı sayacağız deli mi? Akıllı insan eleştirilerden ders alır, akılsız insan ise öfkelenir. Hz. Ali (ra) “Senin en hakiki dostun önünde çukur var, dikkat et kardeşim” diyen kişidir der. Ne kadar haklı değil mi? Şimdi yukarıda saydığımız insanlar veya kurumlardan birine “Dikkat et önünde çukur var!” desek hemen “Vayy sende mi Brütüs. Yıllarca bizim partideydin, bizim tarikattaydın, bizim cemaatteydin; ne oldu da karşı tarafa geçtin” diyerek durumuna göre seni ya linç ediyor ya hain ilan ediyorlar. Yani anlayacağınız durum hiç de iç açıcı değil. Deliler akıllılar, aptallar birbirine karışmış.

Tam da bu noktada Charles Bukowski’nin şu sözü aklıma geliyor: “Dünyanın sorunu, akıllı insanların kafaları şüphelerle doluyken, aptalların özgüvenle dolu olmasıdır.”

İçinde bulunduğumuz siyasi, sosyal ve dini ortamlar aklımda deli soruların oluşmasına sebep oluyor. Hani Anadolu da, “Kafam da kırk tilki var, kırkının da kuyruğu birbirine değmiyor.” bir söz var ya, durumum tam da bunu ifade ediyor.

Şimdi bu yazıyı buraya kadar okuyanların kafasında, “Bu yazar yukarıdan beri iddia ettikleri hakkında niye müşahhas/somut örnekler vermiyor” şeklinde bir sorunun oluştuğunu tahmin ediyorum.

Haklısınız elbette. O zaman son dönemlerde yaşanan siyasi, sosyal ve dini alanlarda aklıma takılan deli sorulardan örnekler vereyim de endişeniz kalmasın.

Mesela dün sosyal medyada bir haber vardı. İBB’de çalışan Bilgi İşlem Daire Başkanı bir arkadaş belli çevrelerce ve bazı yazarlar tarafından Ömer Halisdemir gibi bir “Kahraman” ilan ediliyor ve şöyle deniliyordu:

“Mahkemeden emir gelene kadar İstanbul’un kozmik odasını (!!!) Ekrem İmamoğlu’na karşı koruyan İBB Bilgi İşlem Daire Başkanı S. K, “Canımı veririm bilgileri vermem. Dedi.”

Göndünüz mü kahramanlığı? Bilgileri kime vermiyor? Milletin oylarıyla belediye başkanı seçildiği için YSK tarafından mazbatası verilen İBB Başkanı’na vermiyor. Yani önceki başkan tarafından bu göreve atanan bu “Kahraman(!!!)” arkadaş yeni başkana o bilgileri vermeyince kahraman ilan ediliyor. Hatta bazıları daha da ileri gidip, “Bizde yiğitler bitmez, gün olur Ömer Halisdemir, Fethi Sekin olur, gün gelir S.K. olur. Ama KAFİRE fırsat vermez.. Bu arkadaşın direnişi en az 15 Temmuz direnişi kadar değerli!. Cumhuriyet, bu kahramanlar sayesinde yükselecek.” diyebiliyorlar.

Şimdi bu durumda aklıma deli sorular takılmaması mümkün mü? Belediyede ne gibi Kozmik bilgiler olabilir? Burası bir istihbarat örgütü merkezi mi? İstanbul’da bu kadar önemli bilgiler var da, “KAFİRLERİN!” (Onların ifadesi bu) kazandığı Ankara, İzmir, Antalya, Adana, mersin vb. yerlerde bu türden bilgiler yok mu ki hiç gündeme getirilmiyor?

Bu durumu savunan bir akıllı da(!!!) demiş ki: “İBB kozmik odasında aklına gelmeyecek kadar önemli bilgiler var. MİT’çiler, Generaller, Bakanlar, Bürokratlar vs. bunların kendi ve ailelerinin her türlü bilgileri var. Yani sadece su saatinin numarasını kaydetmiyor belediyeler.”

Bak gördünüz mü, maşallah sanki belediye değil, istihbarat merkezi mübarek yer!!! Hani fişleme kalkmıştı bildiğim kadarıyla! Demek ki birileri bir şeyleri fişliyor, arşivliyor ve Kozmik odalarında saklıyor!!!

Hem eminim ülkemizde faaliyet gösteren yabancı bankaların ellerinde bu türden bilgilerin çok daha fazlası vardır. Bunların stratejik önemi yoktur. İBB bilgi işlem dairesi bunlardan başka şeyleri kaydedip depolamışsa bildiğim kadarıyla bu suçtur. FETÖ militanları bu tür suçları işledikleri için halen yargılanıyorlar.

Peki, bu kadar önemli bilgiler bir insanın inisiyatifine mi teslim edilmiş? Çünkü İBB Bilgi İşlem Daire Başkanı demiş ki; “Şifreyi değiştirdim. Bu bilgileri kimseyle paylaşmam.”

Peki, bu arkadaşın herhangi bir istihbarat örgütünün tuzağına düşme ihtimali veya ihanet etme durumu, bilgileri satma gibi halleri olamaz mı? Olursa halimiz nice olur? Bu kadar kozmik bilgi niye tek adamın inisiyatifine bırakılır ki?

Hem bu yeni seçilen CHP’li belediye başkanı bu kadar mı aptal? Önce İBB Bilgi İşlem Daire Başkanı’nı görevden alıp, yerine kendi adamını koyarak o bilgilere sahip olma yolu varken, niye bu aptallığı yapıp eskisinden istesin ki?

Dedim ya aklıma çok deli sorular hücum ediyor.

Ayıp ya, bu kadar da üzerimize gelinmez ki? Ne istiyorsunuz zaten bi gram kalan aklımdan? Onu da mı kaybetmemi istiyorsunuz ki, bu kadar deli soruyu üzerime salıyorsunuz?

İBB devlet görevlisi abonenin adresini, telefonunu kaydedebilir. Bunlar normal fakat görev detaylarını ve daha farklı bilgileri bulup kaydetmişse bu hukuken suç olmaz mı? Ayrıca binlerce FETÖ’cünün cirit attığı İBB’de böyle bilgiler onların eline geçmemesi mümkün mü?

İBB hakkında aklıma takılan başka bir soru da bu kurumda şimdiye kadar ciddi, kapsamlı bir FETÖ operasyonu yapılmamasıdır. FETÖ’nün en büyük yapılanmalarından birinin İBB içinde olduğuna eminim. İBB eski başkanı Topbaş’ı görevden almakla bu iş bitti mi zannediyorsunuz? Yoksa bize mi öyle gösteriliyor?

Yine mesela “Erdoğan, “Biz de beşeriz ve hata yapabiliriz.” derken Erdoğan severlerin onu “kusursuz, hatasız, yanlış yapmaz” ilan etmelerini hangi akılla mantıkla izah edebiliriz ki? Öyle tarafgirler biliyorum ki, Erdoğan’ı, “Halife, Mehdi vs” ilan ediyorlar. Böyle aymazca paylaşımlar ne hazindir ki Erdoğan’ın en yakınında bile bulunuyor ve onu halkın gözünden düşünmek için canla başla çalışıyorlar.

Peki, Erdoğan bunları niye görmüyor? Ya da görüyor da göz mü yumuyor? Yoksa oda mı kendini Halife, Mehdi olarak görüyor?

Bakın yine aklıma bir sürü deli sorular takıldı!

Şimdi bu sorulardan dolayı AKP’liler (Ak Partililer değil) beni kesin ya hain, ya satılmış ya da CHP’li göstermekten asla çekinmezler. Hatta bunları yazdığım için kâfir olduğumu bile iddia eden AKP’liler bile çıkabilir.

Yine mesela şeytani bir yapı olduğu hususunda herkesin hem fikir olduğu FETÖ’nün siyasi kanadı hususunda da aklıma deli sorular takılıyor.

Bu FETÖ her türlü ihaneti yaparak devletin en kılcal damarlarına sızarken niye siyasi partilere hiç sızmamış? AK partililer sosyal medyada devamlı olarak, “CHP, İP, SAADET FETÖ’cü kaynıyor” diye yayın yapıyorlar? Peki, bu FETÖ çok mu Ak Parti severi ki oraya hiç sızmayı aklına getirmemiş? AK Parti içinde hiç mi AKFETÖCÜ yok dersiniz? Şimdi ben böyle bir düşünceyle Hüseyin Çelik’in “Cemaat devlete sızmış, buna kargalar bile güler” dediği gibi “Ak Parti’ye FETÖ’cüler sızmış. Buna kargalar güler” desem inanır mısınız?

15 Temmuz akşamına kadar FETÖ’yü savunan ve o akşam, “Bana ahmak diyebilirsiniz. Ben FETÖ’nün terör örgütü olduğunu bu gece anladım.” Diyen Arınç gibi, “Ak Parti’de asla FETÖ’cü olamaz” desem bana da ahmak der misiniz?

Dini alandan da aklıma takılan deli sorulardan da bir örnek vereyim isterseniz.

Mesela günde beş vakit sünnetleriyle birlikte namaz kılan biri kırk defa Fatiha okur ve o suredeki “Yalnız senden yardım dileriz” ayetini okuyor ama, bin yıl önce ölmüş birine sığınarak, “Ben sıkıştığımda yetiş ya Geylani diyorum. Gelip problemimi çözüyor” diyor. Böyle bir çelişkiyi, kafalarında nasıl telif edebiliyorlar doğrusu anlayamıyorum!

Siyasi, sosyal ve dini alanda zikredilen konular hakkında binlerce örnek var ama bu kadar örneğin yeterli olduğunu düşünüyorum.

Şimdi baştan beri izah etmeye çalıştığım gibi, “Kim akıllı, kim aptal, kim deli, kim FETÖ’cü, kim hain, kim kafir, kim kahraman vs.” konularını bir kez daha gözden geçirmemiz gerekmez mi?

Diyorum ki dostlar, durum vahim. Başta da değindiğim gibi yaşadığımız zaman dilimi kimin akıllı, kimin aptal kimin deli olduğunu tam kavramamıza engel olacak kadar kargaşa doğuruyor. İnsanlar çok hızlı bir şekilde fikir değiştiriyor, dünyalık makam, para, vs. sahte putlara aldanarak inançlarından ve ilkelerinden taviz verebiliyorlar. Böyle bir ortamda aklıma deli soruların gelmemesi mümkün mü?

Evet, dostlar, bu yazıyı buraya kadar usanmadan okuyan arkadaşlarım; ben bu durumdayım, peki sizler hangi durumdasınız acaba?