Siyasi rekabet o hal aldı ki dün birbirine kardeşim diyenler bugün düşman oldu. CB Erdoğan, önceki gün yaptığı bir konuşmada Davutoğlu, Babacan ve Şimşek'i dolandırıcılıkla suçladı. Dolandırıcılığın konusu Şehir Üniversitesine yapılan arsa tahsisinin Üniversite üzerine mülkiyete çevrilmesiydi.
Tahsisin tapuya çevrilmesi yeni değil, aradan neredeyse 4 yılı aşkın bir zaman geçmiş. Konu mahkemeye intikal etmiş, Danıştay'da bu işlemi uygun bulmayarak iptal etmiş.
Peki aradan bu kadar yıl geçtikten sonra niçin şimdi? Madem işlem hukuka uygun değildi, niçin Davutoğlu ve Babacan parti kuracağı zaman gündeme getirildi? Belli ki konunun helal/haram hassasiyeti veya tüyü bitmemiş yetim duyarlılığı ile alakası yok. Daha bir kaç hafta önce milyonlar verilerek yeni zırhlı Mercedesler alınmadı mı? Ya vergi borcu affedilen yandaş müteahhitler, paralı otoyollara ve Şehir Hastanelerine akıtılan milyarlar? Bunlar olmasa bu çıkışı milletin malını koruma olarak görebilirdiniz, ama öyle değil. Kaldı ki bütün bunlar olurken Cumhurbaşkanlığı makamında da sayın Erdoğan oturuyordu.
Ortada bir suistimal varsa bunun yolu kürsülerde nutuk atmak değil, meseleyi yargıya intikal ettirmektir. Dolandırıcılık suçtur, nitelikli halinin cezası ise oldukça ağırdır. Ancak CB Erdoğan'ın çıkışına karşılık sn Davutoğlu'nun meydan okumasını da bir kenara not etmek gerekiyor. Davutoğlu kendisi dahil tüm Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve bakanların birinci ikinci derecede yakınları dahil mal varlıklarının araştırılmasını istedi. Bu, ben temizim, akçalı işlere bulaşmadım, siz de temiz ve kendinize güveniyorsanız hodri meydan anlamına geliyor. Daha doğrusu dinime dahleden bari Müselman olsa gibi imalar taşıyor. Bu cevaptan sonra siyasetçilerin mal varlıkları ile ilgili bir komisyonun kurulması elzemdir. Zira bu saatten sonra bundan kaçan bu iddiaların altında kalır.
Çıkarlar çatışınca -din kardeşliğinin- nasıl siyasi düşmanlığa dönüştüğünü görüyorsunuz. Türkiye uzun zamandır doğru yönetilmiyor. Giderek demokrasiden uzaklaşan,devleti kişiselleştiren bir anlayış gelişiyor. Siyaset yapmanın sadece kendilerine ait bir hak ve imtiyaz olduğunu düşünen çevreler var. Onun için kurulan her partiye, onların kadrolarına şahsi mülklerine tecavüz edilmiş gibi tepki gösteriyorlar. Vay sen misin parti kurup, iktidarımıza göz koyan. Öyleyse sen hainsin, dolandırıcısın, FETÖ'cüsün, faiz lobisinin adamısın, darbecisin, Gezicisin,Ergenekoncusun, bütün suç ve günahların odağısın...Mesele parti kurma cüret ve cesaretini göstermiş olmak. Suçlayarak susturmak, gerekirse esir alınmış yargıyı kullanarak içeri tıktırmak giderek bir siyaset tarzı halini alıyor. Ergenekon,Balyoz davaları ile toplumun bir kesimi sindirildi,FETÖ davaları ile başka bir kesim sindiriliyor, sindirme politikası ile susan, konuşamayan, itiraz etmeyen, ölü bir toplum oluşturulmaya çalışılıyor. Şer örgütleri ile mücadele hukuk devletinin bir gereğidir ama bunun bilinçli olarak uzun bir zamana yayılması artık sadece mücadele değil, korku politikası ile toplumu yönetmektir.
Şehir üniversitesi üzerinden başlayan tartışma AKP'nin üzerine oturduğu taban üzerinden nasıl bir siyaset yapılacağını gösteriyor. Akşener, Kılıçdaroğlu ve Karamollaoğlu için söylenen sözlerin hiç biri Davutoğlu ve Babacan için tutmaz. Çünkü bu isimler tüm siyasi tasarruflarında sayın Cumhurbaşkanı ile beraber idiler. Yapılan her eleştiri, söylenen her söz dönüp dolaşıp Sn Cumhurbaşkanını da bulacaktır. Onun için yeni partilerle Türkiye'nin yeni bir döneme gireceği söylenebilir. Buyurgan, baskıcı tavırların siyasette başarı şansı giderek azalıyor. Nitekim CB Erdoğan'ın çıkışı kamuoyunda çok yadırgandı ve en çok sn Davutoğlu'na yaradı. Davutoğlu reste restle karşılık vererek kazandı, Babacan susarak kaybetti. AKP açısından bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.