“Rabbinize içtenlikle/alçakgönüllü olarak seslenin/dua edin. Çünkü O, aşırı gidenleri/bağırıp çağıranları sevmez. (A’raf, 55)
Değerli okuyucularım… Başlığı yadırgamış, hatta “Hiç öyle şey olur mu, ne diyor bu adam” bile demiş olabilirsiniz ama yukarıya aldığım Allah Kelamı’nın ışığında yazıyı baştan sona okuyunca hak vereceğinize inanıyor ve başlıyorum…
Teknoloji çağındayız; özellikle iletişim alanında sınır tanımaz bir gelişmişlik var. Artık günümüzde ve hele de bundan sonra hiçbir şeyin gizli kalması mümkün değil. Elbette her şeyi görüp gözeten, her şeyden haberdar olan Allah var, bunda şek ve şüphe yok. Yalnız, Allah’a inanır görünüp de O’nun -ibadette bile- aşırıya gitmeyi yasaklayıp haram kıldığı cürümleri insanlardan gizleyerek işlemeyi marifet sananlar son zamanlarda işi azıtıp şova dönüştürmeye başladılar. Gizlediklerini de zaten teknoloji yakalayıp yayınlayıveriyor.
İnsanoğlu gerçekten garip bir yaratık; “İbadet de gizlidir kabahat da” diye bir söz uydurur ama ibadetinin açığa çıkması için elinden geleni yapmaktan da geri durmaz. Namaz, oruç, hac, zekât, kurban gibi Allah’ın adını anmaya vesile olan her ibadet, her davranış, Kur’an okumak, okuduğunu anlamak birer zikir olmasına rağmen şova, eğlenceye, tepinmeye dönen “zikir seansları” icat eder. Efendim ne imiş, “Allah aşkıyla cezbeye kapılıyor, kendilerinden geçiyorlar”mış! Haydin oradan be!
Gerçekten de o Sivas türküsünde ifade edildiği gibi “İnsan kısım kısım, yer damar damar.” Aynı dine inanan insanoğlunun bir kısmı halisane, mütevazı olarak dini vecibelerini yerine getirmeye çalışırken bir kısmı da aşırılıkta sınır tanımıyor.
Aslında Cenab-ı Allah’ın ayetleri, Peygamberimizin Hadis-i Şerifleri açık ve net: “Allah’ı anarken, O’na yalvarırken, dua ederken bağırıp çağırmayın!”
Gelin görün ki, özellikle televizyon kanallarının çoğalmasından sonra her kanalın, tıpkı meteoroloji ya da ekonomi uzmanları gibi kadrolu hocaları oluştu. Haliyle hocalar arasında da rekabet başladı. Kim iyi bağırıyor, kim iyi şov yapıp çok seyirci topluyorsa ve aslında ne yazık ki kim daha çok efsane, menkıbe ve olmazsa olmaz hurafe ile bir karışım yaparak “Allah, kitap, peygamber” anlatıyor görünüyorsa bir anda meşhur oluyor.
Geçenlerde, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bir arkadaşla görüşüp dert yanıyor ve bu konuları açıp sitem ediyordum. Meğer o da dertli imiş. Bir ilçe müftüsünü aradığında bulamamış ve başka bir ilçe müftüsünün daveti üzerine konferans vermek üzere gelen kadrolu televizyon hocalarından birini dinlemeye gittiğini öğrenmiş! İl Müftüsü var, o ilde kaç ilçe varsa hepsinde birer müftü ve vaizler var, İmam Hatip Liseleri ve onların meslek dersleri hocaları var ama Peygamberimiz Hazreti Muhammed’i anlatmak için kim bilir ne kadar masraf edilerek bir televizyon şovmeni davet ediliyor. Masraflar da herhalde Müftü Bey’in şahsi hesabından karşılanmıyordur…
Allah Lillah aşkına, olacak iş mi bu? Başta müftü efendiler olmak üzere koskoca bir ilde Peygamberimizi anlatacak biri bulunamıyorsa müftülükleri de kapatalım gitsin, ne gerek var?
İşte bu, dini alanda da giderek yozlaşmanın, popüler olanın, reklamı yapılanın öne çıkıyor olmasının ve tabii ki işin özünden uzaklaşmanın bir sonucu. Yazımın girişine, A’raf Suresi’nin 55. Ayetini almıştım: “Rabbinize içtenlikle/alçakgönüllü olarak seslenin/dua edin. Çünkü O, aşırı gidenleri/bağırıp çağıranları sevmez.” Aynı Sure’nin 205. Ayeti de şöyle: “Rabbini, içinden/gönülden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam zikret ve gafillerden olma.”
Allah’ın emri bu; açık ve net… Bu emirleri süslemek, sağa sola çekiştirmek ve bunu ısrarla sürdürmek insanı dinden çıkarır. Aslında Kur’an-ı Kerim’i anlamayan, anlamak istemeyen ve daha çok rivayetlerden beslenenler için Peygamber Efendimizin Hadis-i Şerifleri de açık ve net: Allah’ı yüksek sesle ananlara, “Siz sağıra mı duyuruyorsunuz?” diye çıkıştığı ve yine “En hayırlı zikir gizli olandır” buyurduğu biliniyor.
Hal böyle iken kandil gecelerinde konferans ya da vaaz verenlerle “duahan” diye bir de paye kondurulanlar var ki baştan aşağı ayetlere de hadislere de aykırı bir eda, bir tavır, bir davranış içindeler. Tabir yerinde ise adeta Allah’a nutuk çekiyorlar!
Bazı tarikat mensupları evlerde, dergâhlarda ve hatta şeyh bellediklerinin mezarları başında yırtınarak, birbirlerine vurarak, bağırıp çağırarak rapcilere, bilmem ne metalcilere taş çıkartırcasına tepinerek güya ağıt yakıyor, zikir yapıyorlar; olacak iş değil. Baştan aşağı bid’at, baştan aşağı hurafe, baştan aşağı şirk! Bunlar belki eskiden de oluyordu ama yukarıda sözünü ettiğimiz teknoloji var ya; yapılıp edilenleri anında her yere, herkese ulaştırıveriyor. Bu şovlar ister gizli yapılsın ister aşikâr, fark etmiyor. İşi adeta böylesine şova döndürenlerin çoğu Kur’an-ı Kerim’den ziyade rivayetlere, menkıbelere ve sahih olup olmadığı belli olmayan hadislere göre hareket etmelerine rağmen Peygamberimiz ve dört halife zamanında bu yapıp ettiklerine benzer davranışların olup olmadığını merak edip araştırmazlar, sorgulamazlar. Bağlandıkları şeyhler adeta putları/ilahları gibidir ve robotlaşmışlardır. Oysa yalnızca Fatiha Suresi’nin sırrına erseler, erebilseler uyanıp kurtulacaklardır. Ben yıllardır bunu Diyanet’e anlatmaya çalışıyorum ama onlar da anlamıyorlar ya da işlerine gelmiyor. Hiç değilse bir hafta boyunca camilerde namaz bitiminde bıkmadan, usanmadan Fatiha Suresi’nin anlamı detaylı ve doyurucu olarak anlatılmalı. Bir Cuma hutbesi yalnızca Fatiha üzerine olmalı, aynı gün verilen Cuma Vaazı da bu konuda olmalı. Bu vaaz ve hutbe konusu yılda hiç değilse birkaç defa tekrar edilmeli. Zaman zaman siyasi atmosfere göre vaaz ve hutbe konusu seçen Diyanet bu asıl görevini neden yapmaz bilmiyorum!
Buna bağlı olarak bir diğer konu da şu:
Hanımlar arasında daha çok evlerde ve son zamanlarda oluşturulan bazı dernek ve vakıf bünyelerinde “okuma ve sohbet günleri” adıyla yapılan toplantılarda hurafenin kol gezdiğine daha önceki yazılarımda işaret etmiştim. Haliyle o toplantılarda olup bitenlerin videoları da çekilip yayılıyor. “Ehli tarik” bacıların öyle bir “zikir” sahneleri var ve defci bacının ritimlerine uyarak başlar öne, arkaya, sağa, sola öyle savruluyor ki, nerede ise boyunlarından kopup bir yerlere toslayacak! Ben o sahneyi görünce haşa ve haşa, “Allah’a kafa atıyorlar” demekten kendimi alamadım!
Hanımlar arasındaki bu günlerin bir de eğlence ya da çaktırmadan siyaset bölümü var. İki ayrı video gördüm. Birinde sanki bir müzik öğretmeni, diğerinde de biraz daha amatör bir bayanın eşliğinde, “Bu dünyada üç şey vardır sevilir/Biri ana, biri baba, yar da var” sözleriyle başlayan Doğu Anadolu türkümüzün sözlerini değiştirerek söylüyorlar: “Bu dünyada üç şey vardır sevilir/Biri Recep, biri Tayyip, biri Erdoğan!..”
Bu toplantıların “zikir” bölümü de, eğlence ya da dinlenme bölümü de İslami değil. “Doğru ve İslami” olduğunu savunacak bir Müslüman varsa beri gelsin. Ayetler ve Hadisler ortada iken kim ne diyebilecek?
İşte ben âcizane bunların kavgasını veriyor, bu konuda asıl yetki ve sorumluluk sahibi olan Diyanet İşleri Başkanlığı ile İlahiyat Fakültelerini göreve davet ediyorum. Türkiye’nin öncelikle çözmesi gereken meselelerin başında dini alandaki cehalet geliyor vesselam.