Malazgirt Meydan Muhârebesi'nin 948. sene-i devriyyesindeyiz. Anadolu kapılarını sonuna kadar açıp Miryakefalon'a oradan İstanbul'a ve sonra da Viyana kapılarına götüren Kızıl Elma düşünün büyük zaferi, cihan hâkimiyeti mefkûresinin en mühim kilometre taşı, 948. kez kutlu olsun.
26 Ağustos 1071 Cuma… Malazgirt Rahva Ovası’nda Selçuklu Devleti ile Bizans arasındaki beş altı saatlik ölüm kalım mücâdelesi, Selçuklu Türklerinin zaferi ile bitti. Artık, târihin akışı değişiyordu.
Aylardan Ağustos, günlerden Cuma
Gün doğmadan evvel iklîm-i Rûm'a
Bozkurtlar ordusu geçti hücûma
Yeni bir şevk ile gürledi gökler
Ya Allah...Bismillah... Allahuekber
SELÇUKLU TÜRKLERİ VE BİZANS
Bir tarafta, eski Roma’nın devâmı Bizans; diğer tarafta, kurulalı çeyrek asır olmuş genç bir Türk Devleti. Bizans, taht kavgalarına ve ekonomik sıkıntılara rağmen dimdik ayaktaydı. Anadolu kapılarına dayanan ve zaman zaman içerilere sokulan Türkler karşısındaki bir takım yenilgileri ciddiye almıyordu. Bozkırdan gelen bu kavmi, kolayca yerine göndereceğine inanıyordu.
Kınık boyundan gelen Selçuklu Türkleri ise Bizans’ın tahmin edemeyeceği bir ruhla Anadolu kapılarına gelmişti. Mesele, sâdece yeni bir yurt ihtiyâcı değildi. Türkler, cihâna adâlet ve nizam vermeye geldiklerine inanıyorlardı. Kuru bir saltanat kavgasına tâlip değildiler. Selçuk Bey zamanında kabul ettikleri İslâm dininin kılıcıydılar. Bir şâir, Türkleri “Peygamber müjdesine vatan bırakıp gelenler” şeklinde tasvir ediyor. Evet, onların, yeni dinleriyle birlikte yeni bir sevdâları vardı. Adı İstanbul olan kara sevdâları. Bizans’ın bunu anlaması mümkün değildi. 1068 yılında Anadolu’yu boydan boya geçerek İstanbul Boğazı’na kadar giden Selçuklu komutanı Afşin Bey, Konstantiniyye’ye bakarak kimbilir ne hayâller kurmuştu?
TUĞRUL BEY VE ALTUNCAN HATUN
Büyük Selçukluların ilk sultanı Tuğrul Bey, 1055 senesinde, halifenin dâveti üzerine Bağdat'a gitti. Yanında eşi Altuncan Hatun ve üvey oğlu Anuşirvan da vardı. Adına hutbe okutulması ile İslâm dünyasının da siyâsî lideri oldu. Bilge Kağan-Kültigin misali kardeş dayanışması ile devleti yönettiği kardeşi Çağrı Bey, devletin doğu siyâsetine hâkimdi. Tuğrul Bey, kendisinin Bağdat'da olmasını fırsat bilerek isyan edip devletin merkezi Hemedan'a ilerleyen üvey kardeşi İbrahim Yınal'ı bastırmak için 1058'de Bağdat'dan ayrıldı. Veziri Amidülmülk, eşi Altuncan Hatun ve üvey oğlu Bağdat'da kaldı. Sultan, İbrahim Yınal karşısında başarısız oldu. Bir hayli yaşlanmış olan Çağrı Bey'in oğullarından ve Bağdat'daki vezirinden yardım istedi. Ancak, Selçuklu askerleri giderse Fatimiler'in işgalinden çekinen Halife ve vezir Amidülmülk, Tuğrul Bey'in üvey oğlunun sultan ilan edilmesini istediler. Anuşirvan da aynı fikirdeydi. Altuncan Hatun, üçlü muhâlefete rağmen atına atladı ve haberi alıp akın akın Bağdat'ın her tarafından yetişen Türk askerlerinin başına geçerek Hemedan'a doğru yola çıktı. Çâresizlikten annesine katılan oğlunu ise devlete baş kaldırdığı için zincire vurdu. Tuğrul Bey, eşinin ve yeğenlerinin yardımı ile İbrahim Yınal'ı yendi. Bizzat annesi tarafından teslim edilen üvey oğlunu ise affetti.
Altuncan Hâtun'un hiç tereddüt etmeden aldığı karar, devleti büyük bir fitneden kurtardı ve büyük zafere doğru giden yolu açtı. Altuncan Hâtun, Çağrı Bey ve Tuğrul Bey, sırasıyla dünyâyı terk ettiler. Çağrı Bey'in oğlu Alpaslan, amcasının yerine sultan oldu.
"Fenâfiddevle" olmuş bu Müslüman Türk kadınını rahmetle anarak devam edelim.
SULTAN ALPARSLAN
Asıl adı Muhammed olan Selçuklu Devleti’nin ikinci sultanı Alparslan, çocuk yaşından beri askerî ve siyâsî hâdiseler içinde yetişti. İyi bir asker olan babası Çağrı Bey ölünce Horasan Vâlisi oldu. Tuğrul Bey vefat edince başlayan taht kavgalarına son vererek hükümdarlığını i’lân etti. Büyük devlet adamı Nizâmülmülk’ü vezir yaptı.
Sultan Alparslan, ordusunu kendisine bağlama istidâdı olan bir komutandı. Muhârebeden evvel, Cuma namazı sonrası ordusuna yaptığı konuşma, zaman ve mekanı aşan; asırlar boyu ordunun başında giden sultanlara yol gösteren bir konuşmaydı. “Ya muzaffer oluruz ya şehit oluruz. Ayrılmak isteyen ayrılsın! Bugün burada sultan yoktur. Ben de ancak sizden biriyim.”
Sultanı böyle olan ordunun askeri, savaş meydanını terk eder mi? Tek bir asker bile ordudan ayrılmayarak zafer için and içti.
Önde yalın kılıç Türkmen Başbuğu
Ardında Oğuz'un elli bin tuğu
Andırır Altay'dan kopan bir çığı
Budur, Peygamberin övdüğü Türkler
Ya Allah...Bismillah... Allahuekber
MUHÂREBE
1071 baharında yola çıkan Bizans ordusu, Ağustos’da Malazgirt’e ulaştı. Başında, bunalımlı döneminde Bizans için umut ışığı olmuş Romen Diyojen vardı. Romen Diyojen, bir yıl boyunca Bizans’ın bütün ekonomik gücünü kullanarak savaşa hazırlandı. Ordusu içinde Ermeni, Rum, Gürcü, Katalan, Norman, Ulah, Macar, Rus, hattâ Peçenek ve Uz Türkleri vardı. Selçukluları yenince tüm Ortadoğu ve İran’ı ele geçirecek; belki zamanın İskender’i olacaktı.
Sultan Alparslan, 24 Ağustos’da Malazgirt’e ulaştı. Önce, barış için elçi gönderdi. Romen Diyojen kendisine o kadar güveniyordu ki Selçuklu elçisine, atlarını kışlatmak için Hemedan’ın mı yoksa İsfehan’ın mı daha uydun olduğunu sordu. “Atlarınız, Hemedan’da kışlayabilir ama, sizin nerede kışlayacağınızı bilmiyorum.” cevabını aldı.
Selçuklu ordusu, 50 bin; Bizans ordusu ise 200 bin kadardı. Çok askerle değil, nitelikli askerle savaşın kazanılacağını iyi bilen Sultan, ordusu daha kalabalık olmasına rağmen savaş meydanına bu kadar askerle geldi. Çevik, hareket kaabiliyeti yüksek bir orduyu sevk ve idâre etmek daha kolaydı. Ordu, iyi ok atan, fırtına gibi ata süren süvarilerden müteşekkildi.
Sultan Alparslan kefen niyetine giydiği beyaz kıyâfetiyle ordusunun başına geçti. Askerlerin cesâretini yükselten bir konuşma yaptı ve savaş başladı.
Nağramızdır bu gün gök gürültüsü,
Kanımızdır bugün yerin örtüsü
Gazi atlarımın nal parıltısı
Kılıçlarımızdır çakan şimşekler
Ya Allah...Bismillah... Allahuekber
Selçuklu ordusu, hilâl taktiği de denilen bu savaş yöntemini tatbik ederek Bizans ordusunu şaşkına çevirdi. Ermenilerin meydanı terk etmesi ve Peçeneklerle Uzların Selçuklu tarafına geçmesi de Bizans ordusunu dağıttı. Geri çekilmeye çalışan Romen Diyojen esir düştü. Sultan, kendisine iyi muâmele ederek serbest bıraktı. Ülkesine dönen imparator, ihânete uğrayıp hapsedildi. Gözlerine mil çekilip sürgüne gönderildi. Kısa bir süre sonra öldü.
1071’DEN ÖNCE ANADOLU’YA GİRİLMİŞTİ
Malazgirt Meydan Muhârebesi,Türklere Anadolu kapılarını açan savaş olarak bilinir ve ondan önce Anadolu’ya girilmediği sanılır. Oysa , Malazgirt’den önce 1048 yılında, Bizans ile Selçuklular arasında Pasinler Ovası’nda bir meydan muhârebesi oldu. Muhârebeyi kazanan Türkler, Anadolu’ya yayılmaya başladı. Birçok yer fethedildi. Ama Anadolu, Türkmenler için güvenli değildi. Malazgirt zaferiyle Bİzans’ın mukâvemeti kırıldı ve Anadolu kapıları sonuna kadar Türkmenlere açıldı. Anadolu vatan olmaya başladı. Müslüman Türkler, Avrupa kapılarına dayandı.
Yiğitler kan döker, bayrak solmaya,
Anadolu başlar, vatan olmaya...
Kızılelma'ya hey Kızılelma'ya
Bu seste birleşir bütün yürekler...
Ya Allah...Bismillah... Allahuekber…
MUHAREBE SONRASI
Büyük zaferden bir yıl sonra vefat eden Sultan Alparslan’ın yerine, oğlu Melikşah geçti. Malazgirt’den sonra, siyâsî ve askerî hâdiseler çok hızlı gelişti. Türkler akın akın Anadolu’ya yayıldı, Anadolu’da yeni bir Türk devletinin temelleri atıldı. 1075’de Anadolu Selçuklu Devleti kuruldu.
Türklerin İstanbul’u alıp Avrupa’ya yerleşeceği korkusuna kapılan Vatikan, Avrupa devletlerini kışkırtarak, aslında Malazgirt’de başlayan Haçlı seferlerini başlattı (1095). Selçuklular devrinde bütün şiddetiyle devam eden Haçlı seferleri, Osmanlılar zamanında da devam etti.
Hâlâ, devam ediyor. Hâlâ, Malazgirt’in intikamı alınıyor. Hâlâ, bayrak inmesin diye yiğitlerimiz şehid oluyorlar.
Dökülecek kanımız, verilecek şehidimiz oldukça Anadolu bizim vatanımızdır. Bütün şehidlerimizi rahmetle anıyoruz.