Ankara'da bir gencin öldürülmesinin sosyal medyaya yansıtılma biçimi bu ülkede hala en büyük tehlikenin etnik bölücülük olduğunu bir defa daha gösterdi.
Güya Barış Çakan isimli genç Kürtçe şarkı söylediği için öldürülmüştü. Sosyal medyada pusuda bekleyen ne kadar bölücü varsa olay üzerinden zehirlerini akıtmaya başladı. Amaç, Kürt kökenli vatandaşlarımız üzerinde -bu ülkede bir şarkıya bile tahammül edilemiyor- imajını uyandırmak ve tam da ABD'de olaylar olurken Kürtlerin de bu ülkenin zencileri olduğu algısını oluşturmaktı.
İçişleri bakanı Süleyman Soylu, Barış Çakan'ın Kürtçe şarkı dinlemekten değil, ezan okunurken arabada yüksek sesle müzik dinleyen kişileri uyardığı için öldürüldüğünü açıkladı. Soylu'nun bu beyanı olayın tarafları ve talihsiz gencin ailesi tarafından da doğrulandı. Buna rağmen kışkırtıcılar asılsız iddialarını sürdürmeye devam ettiler.
Günümüzde sosyal medya, en az yazılı ve görsel medya kadar etkili. Çabuk organize olabilme ve erken tepki gösterebilme imkanı sosyal medyayı yazılı ve görsel medyaya göre daha avantajlı hale getiriyor. Belli bir algı oluşturulduktan sonra gerçek ortaya çıksa bile bunu silmek, tesirlerini tamamen ortadan kaldırmak mümkün olmuyor.
Dünyadaki bütün ayrılıkçı hareketler bu tip çarpıtmalara başvurarak mesafe almaya çalışırlar. Bir toplum, genel kitleye ve devlete yabancılaştırılmadan, mağduriyet psikolojisi oluşturulmadan ayrı bir siyasi yapılanmaya(devlet) yönlendirilemez. Bunu yapmak, aslında bir arada yaşamak istememenin göstergesidir. Düşmanlığa yönlendirmek, birlikte yaşamayı reddetmektir. Ne yazık ki, ayrılıkçıların belli bir amaca yönelik bu kampanyalarına devletle, siyasi yönetimi birbirinden ayırt edemeyen çevreler de alet oluyor. Bir siyasi heyete karşı olmak ayrıdır, bunu devlet karşıtlığına götürmek ayrıdır. Kaptanı ve mürettebatı beğenmediği için gemiyi batırmaya kalkan aslında en büyük zararı kendine verir. Birçoklarının tavrı budur. Onun için bu tip olayları değerlendirirken daha soğukkanlı, daha dikkatli olmak gerekir.Burada devleti kutsamıyorum, onu bağımsız ve kendimiz olarak yaşamanın olmazsa olmazı olarak görüyorum.
Toplumlar ortak değerler üzerinden bütünlüklerini korurlar.Bir arada yaşamanın asgari şartı budur. Her fırsatta farklılıkların öne çıkarıldığı, ortak değerlerin geri itildiği bir toplumda giderek birlikte yaşamanın şartları ortadan kalkar.İnsanlar hiç bir şeyi paylaşamıyorlarsa niçin bir arada yaşasınlar? Türkiye'nin getirilmek istendiği nokta burasıdır. Bu yönde bilinçli, planlı bir politika yürütülüyor. Bir taraftan tali farklılıklar derinleştirilirken, öbür tarafta ayrışmaya engel olan değerler, kurumlar, kadrolar itibarsızlaştırılıyor.Milliyetçiliğe yönelik saldırıların, milli /ulus devlete yönelik eleştirilerin arkasında hep aynı ayrıştırıcı zihniyet yatıyor.Bir ülkeyi kabileleştirmek için önce milli devleti yıkmak gerekir. Bunu yapabilmek için de milli devletin teminatı olan düşünce (milliyetçilik) ve kadroların (milliyetçiler) tasfiyesi gerekir. Bu da yapılıyor zaten. Onun için bu tip olayları değerlendirirken arka planına iyi bakmak, provokasyonlara alet olmamak gerekir. Bir yerde olaylar etnik veya mezhep kimlikleri üzerinden analiz ediliyorsa, orada iyi niyet yok, milli bütünlüğümüze yönelik çirkin bir saldırı var demektir. Şayet sistemin işleyişinde, bir haksızlık veya yanlışlık varsa tepkilerimiz kimlik eksenli değil, insan eksenli olmalıdır. Çünkü bu hem daha doğru hem de her türlü istismara daha kapalıdır.