Independent Türkçe’den Faik Bulut, Arap Alevilerinin Essad’dan önceki durumlarını değerlendirdi.
Haçlı Seferleri sırasındaki yazışmalarda isimleri geçen Aleviler, koyu Sünni egemenlerin hedefi haline gelmişlerdi.
Söz gelimi sofu din âlimi İbn Teymiye bu inanç topluluğu hakkında olumsuz ve mezhepçi fetva vermesiyle bilinirdi.
O günden buyana bu kesim aleyhinde olmadık rivayetler, hayali söylentiler/karalamalar ortalıkta dolaşır.
Osmanlı devrinde Arap Alevileri, sürekli baskı altındaydılar.
O vakitler dağlık bölgelerdeki bir Alevinin şehre inmesi neredeyse tabu gibiydi. Kutsal kitap Kuran'ı alıp satmaları bile yasaklanmıştı.
Osmanlı, Alevi bölgelerine çok az öğretmen ve jandarma/zabıta gönderiyordu.
I. Cihan Harbi'nde toplam sayıları 100 bin kadardı. Genelde ziraat işleriyle uğraşıyor; Alevi feodal ağalarının topraklarında ucuz işgücü veya maraba olarak çalışıyorlardı. Avrupa'ya ihraç edilmek üzere kaliteli pamuk ve tütün üretiyorlardı.
Fransa bölgedeki çıkarlarını korumak maksadıyla Şark Ordusu kurduğunda Kürt, Dürzi, Çerkes, Hıristiyan ve Alevi gençleri askere alındılar.
Fakat hayat şartları düzelmedi.
Hafız Esad, "Alevilerin hamisi" miydi?
61 yıllık Baas iktidarı devrilmeden önce, Suriyeli Arap Alevilerinin sosyo-politik durumları nasıldı?
Sorunun derli toplu cevabını Suriyeli tarihçi ve akademisyen Sami Mubeyyed'in makalesinde bulabiliyoruz.
7 Ocak 2025 tarihli makale Londra merkezli Suudi Arabistan dergisi Al Majalla'nin Arapça nüshasında yayımlandı. Önemli noktaları özetle şöyle:
Baba ve oğul Esad döneminde Arap Alevilerinin yaşadıkları yerler "mahrumiyet" bölgesi diye anılıyordu ki, ekonomik açıdan pek düzelmedi.
Hafız Esad, 1970'te askeri darbeyle iktidarı ele geçirdiğinde General Salah Cedid'i tutuklayıp hapse attı. General 1993 yılında ölene kadar orada tutuldu.
Esad, iktidara geldiğinde feodal ilişkilerin egemen olduğu Lazkiye-Tartus hattında bazı büyük toprak ağası Alevi aileleri (Kenc, Abbas, Hevvaş gibi) sürgüne gönderdi. Yerlerine güvendiği ve işine yarayabilecek mütevazı Alevi ailelere mensup genç subayları yanına aldı.
Her iki olay, inanç önderlerinin (Şıh ve eşraf zümresi) Esad'tan hoşnut olmamalarına yol açtı.
İktidarının ilk yıllarında konumunu koruyup sağlamlaştırmak maksadıyla Aleviler ve diğer azınlık (Dürzi, Şii, İsmaili, Hıristiyan vs) mensuplarıyla sözlü bir ittifak yapan Hafız Esad "Alevilerin hamisi" algısını yarattı. Aynı Esad, bilhassa Dürzi ve Alevileri devamlı dizginleyip kontrol altında tutmaktaydı.
Baas iktidarından yıllarca önce bilhassa Fransız yönetimine karşı bağımsızlık sürecinde Aleviler hatırı sayılır mevki makamlara gelmişlerdi. Misal Hava Kuvvetleri ile askeri kolluk kuvvetleri komutanlıkları, sağlık ve içişleri bakanlığı, basın-medya, kamu sektörü gibi alanlarda Alevi inançlı kadrolar istihdam edilmişlerdi.
Fransız sömürgeciliği döneminde Alevi Devleti
I. Dünya savaşı sonrasında Lübnan ile Suriye'deki mandat (sömürge) yönetiminin yüksek komiseri General Henri Joseph Étienne Gouraud, Lazkiye ve Tartus bölgelerinde özerk/federal bir Alevi devleti (Fransızca adıyla Territoire des Alaouites) kurup uygulamaya başladı.
O zamana kadar Nusayri veya başka isimlerle bilinen topluluk, ilk kez Fransızlar tarafından Alevi olarak resmen adlandırıldı.
1923 yılı nüfus sayımına göre; anılan bölgelerde toplam 101 bin Alevi, 94 bin Sünni, 34 bin Hıristiyan ve 5 bin de İsmaili yaşıyordu.
Aleviler çoğunluğu oluşturmalarına rağmen kırsal ve dağlık alanlarda bulunmalarından ötürü okuma yazma oranları hayli düşüktü; eğitim-öğretimden yeterince nasiplerini almamışlardı.
Bu alanda Müslümanlar ile Hıristiyanlar daha imtiyazlı ve üstündüler.
Dolayısıyla kamu alanındaki kadroları oldukça fazlaydı.
Örneğin kamu sektöründe çalışan Alevi oranı sadece yüzde 4 kadardı.
Başkent Şam'daki sayıları yerli ahalinin yüzde 8 ile 10'u kadardı.
Görünüşte Alevi Devleti'nin kendine has parlamentosu, kolluk kuvveti, pulu ve bayrağı (beyaz zemin üzerine sarı güneş) vardı.
Bu devletin kalkınması için bir milyon Fransız frangının harcanması gerekiyordu ki, sömürge yönetimi daha gelişmiş sayılan Halep ve Şam devletçiklerinin gelirlerinden kesip buraya aktarıyordu.
General Henri J. É. Gouraud, kendi planı uyarınca kurduğu Alevi devletini Alevi inançlı yerli birine teslim etmedi; burayı iki Fransız subayın idaresine bıraktı.
Bu ikisi de yargı, ptt ve gümrük işlerini yürütmek üzere Fransız müsteşarları görevlendirdiler.
Yerel parlamento (veya kanton yönetimi) 12 yerliden oluşuyordu: 7 Alevi, 2 Hıristiyan, 2 Sünni ve İsmaili.
Yüksek Komiser Robert DoQui, atamaları yapmıştı.
1922 yılında Suriye federal devleti kurulunca Halep ve Şam devletleriyle birlikte Alevi devletçiği de bu çatının altında yer aldı.
Böylece Federal Parlamento oluşturuldu.
Parlamentoda 33 Alevi temsilci bulunuyordu.
Çoğu da aristokrat, aşiret reisi, eşraf ve feodal konumundaki köklü aile mensuplarıydı.
Diğer iki temsilciden biri Hıristiyan, öteki Sünni idi.
Aleviler ilk kez 29 Ekim 1923 tarihli milletvekili seçimlerinde demokrasinin bu yanıyla tanıştılar.
Seçime katılım oranı yüzde 77 idi.
O tarihte ilk kez Alevi'nin Sesi isimli bir gazete çıkarıldı.
Alevi zümresi, ülkenin birliğini isteyenlerle ayrı Alevi kantonundan yana olanlar diye ikiye bölündü.
Federal idari sistemin iptal edilmesinden sonra 1925'te kurulan yeni idari aygıtın adı "Suriye Devleti" oldu.
Fransızların atadığı Sünni meşrepli ikinci Cumhurbaşkanı Şeyh Taceddin El Hasani 1943 yılında vefat edince, sömürge yönetimi ülkede zümre ve mezheplere göre bir sınıflandırma yapılmasına çalıştı.
Ancak Başkan Şükrü Kuvvetli, "Ben bakanlarla yetkilileri şu veya bu mezhepten yahut dinden oldukları için değil, liyakat ve kifayet esasına göre belirlerim" diyerek Fransız önerisini reddetti.
O devirde İskenderun (Arsuz) kökenli Zeki El Arsuzi isimli Alevi düşünürün yıldızı parladı.
Bu zat, ulusalcı fikirlerini hayata geçirerek Baas Partisi'nin fiili kurucusu ve teorisyeni olarak ünlendi.
1943 seçimlerinde köklü Hevvaş ailesi (Alevi) mensubu İsmail, parlamento başkan yardımcısı seçilerek Lazkiye bölgesini temsil etti.
Aynı yöreden (Cevbet'u Burğal köyü) olup kendine özgü aykırı Alevi düşünceleri ve pratikleriyle tanınan milletvekili Salman El Mürşid milletvekili seçildi ki, kendisi o süreçte Mürşidiye isimli farklı bir Alevi akımını kurup öncülük etti.
Salman Mürşid, ezilen köylülerden yanaydı.
Bölgedeki Alevi toprak ağaları ile Fransız sömürgecilere karşı mücadele için kendi taraftarı ve müritlerinden oluşan vurucu bir fedai grubu kurdu.
Feodal ve mütegallibe kesimi başta Başkan Şükrü Kuvvetli olmak üzere Şam hükümetini ikna ederek Salman'ın tutuklanıp işkence görmesini ve 1946'da idam edilmesini sağladılar.