Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, kaybedilen savaşlardan ve düşman işgalinden bitap düşmüş bir ülkeyi küllerinden yeniden şahlandırmak için Meclis’teki muhalifler ve yol arkadaşı paşaların itirazlarına rağmen Yunan işgaline vurulacak en güçlü darbenin zamanının geldiğini belirterek harekete geçti ve 26 Ağustos'ta taarruz emrini verip, büyük zaferin ilk adımını attı.
Atatürk, bu harekatın önemine Nutuk’ta "Bu eser, Türk milletinin hüriyyet ve istiklâl düşüncesinin ölümsüz bir âbidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evlâdı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur" sözleriyle vurgu yapmış, bu fikir ayrılığını ve kendine, ordusuna ve milletine olan güvenini şu sözlerle ifade etmişti:
"Önemli bir konu daha vardı. Muhalifler ordunun çürüdüğünden, kıpırdayacak durumda olmadığından, böyle karanlık ve belirsizlik içinde beklemenin sonucunun felâketten ibaret olacağı yolundaki propagandalarına alabildiğine hız vermişlerdi. Gerçi, Meclis''te bu düşünce akımının bıraktığı yankılar, zaten düşmanlardan fazlasıyla gizlemek istediğim taarruz bakımından yararlıydı. Fakat bu olumsuz propaganda en yakın ve en inanmış kimseler üzerinde bile kötü etkisini göstermeye başlamış, onlarda da kararsızlıklar uyandırmıştı. Onları da yakında yapacağım taarruz konusunda ve altı yedi gün içinde düşmanın ana kuvvetlerini yeneceğime olan güvenim hususunda aydınlatmayı ve yatıştırmayı gerekli buldum."
İŞTE TAARRUZ PLANININ ANA ÇİZGİLERİ
Ulu önder, Nutuk’ta Büyük Taarruz’un öncesi ve zafere giden yolda atılan adımları şöyle anlatmıştı:
"Efendiler, düşman ordusunun cephe ve teşkilât durumu ile, ona karşı Batı Cephesi''ndeki kuvvetlerimizin esas olarak iki ordu halinde kurulup düzenlenmiş olduğunu söylemiştim. Öteden beri tasarlamış olduğumuz taarruz plânımızın ana çizgilerini de arz edeyim:
Düşündüğümüz, ordularımızın ana kuvvetlerini düşman cephesinin bir kanadında ve mümkün olduğu kadar dış kanadında toplayarak, bir imha meydan muharebesi vermekti. Bunun için elverişli bulduğumuz durum, ana kuvvetlerimizi, düşmanın Afyonkarahisar yakınlarında bulunan sağ kanat grubu, güneyinde ve Akarçay ile Dumlupınar hizasına kadar olan alanlarda toplamaktı. Düşmanın en hassas ve önemli noktası orasıydı. Çabuk ve kesin sonuç almak, düşmanı bu kanadından vurmakla mümkündü.
Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, bu bakımdan gerektiği gibi bizzat incelemeler yapmışlardı. Hareket ve taarruz plânımız çok önceden tespit edilmişti. Konya''ya gelmiş olan General Townshend''in isteği üzerine, kendisiyle görüşmek için, Ankara''dan hareket ederek 23 Temmuz 1922 akşamı Batı Cephesi Karargâhı''nın bulunduğu Akşehir''e gittim.
Savaş plânı üzerinde görüşürken Genelkurmay Başkanı''nın da katılmasını uygun bulduk. Ben, 24 Temmuzda Konya''ya gittim. 27''sinde tekrar Akşehir''e gelmişti. 27/28 Temmuz gecesi birlikte yaptığımız görüşme sonunda, tespit edilmiş olan plân gereğince taarruz etmek üzere, 15 Ağustosa kadar bütün hazırlıkların tamamlanmasına çalışmayı kararlaştırdık. 28 Temmuz 1922 günü öğleden sonra yaptırıIan bir futbol maçını seyretmek bahanesiyle ordu komutanları ve bazı kolordu komutanları Akşehir''e çağrıldı.
28/29 Temmuz gecesi genel olarak komutanların taarruzla ilgili görüşlerini aldım. 30 Temmuz 1922 günü Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi Komutanı ile yeniden görüşerek tarruzun şeklini ve ayrıntılarını tespit ettik.
Ankarara''dan çağırdığımız Millî Savunma Bakanı Kâzım Paşa da 1 Ağustos l922 öğleden sonra Eskişehir''e geldi. Ordu hazırlığının tamamlanmasında Millî Savunma Bakanlığı''na düşen işler tespit edildi.
TAARRUZA HAZIRLIK EMRİ 6 AĞUSTOS'TA
Ordunun hazırlıklarının tamamlanmasını ve taarruzun bir an önce yapılmasını emrettikten sonra tekrar Ankara''ya döndüm. Batı Cephesi Komutanı, 6 Ağustos 1922''de ordularına gizli olarak taarruza hazırlık emri verdi.
Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı Paşalar da Ankara''ya döndüler.
Efendiler, taarruz için yeniden cepheye gitmeden önce, Ankara''da yapılması gereken bazı işler vardı.
Daha taarruz emri verdiğimi Bakanlar Kurulu''na da açıkça bildirmemiştim. Artık onlara recmî olarak haber verme zamanı gelmişti. Yaptığımız bir toplantıda iç ve dış durumlarla ordunun durumunu görüşüp tartıştıktan sonra, taarruz konusunda Bakanlar Kurulu ile görüş birliğine vardık.
Önemli bir konu daha vardı. Muhalifler ordunun çürüdüğünden, kıpırdayacak durumda olmadığından, böyle karanlık ve belirsizlik içinde beklemenin sonucunun felâketten ibaret olacağı yolundaki propagandalarına alabildiğine hız vermişlerdi. Gerçi, Meclis''te bu düşünce akımının bıraktığı yankılar, zaten düşmanlardan fazlasıyla gizlemek istediğim taarruz bakımından yararlıydı.
Fakat bu olumsuz propaganda en yakın ve en inanmış kimseler üzerinde bile kötü etkisini göstermeye başlamış, onlarda da kararsızlıklar uyandırmıştı. Onları da yakında yapacağım taarruz konusunda ve altı yedi gün içinde düşmanın ana kuvvetlerini yeneceğime olan güvenim hususunda aydınlatmayı ve yatıştırmayı gerekli buldum. Bunu da yaptıktan sonra Ankara''dan ayrıldım.
Genelkurmay Başkanı benden önce 13 Ağustos 1922''de cepheye gitmişti. Ben birkaç gün sonra hareket ettim. Hareketimi belirli birkaç kişi dışında bütün Ankara''dan gizledim. Benim Ankara''dan ayrılacağımı bilenler, burada imişim gibi davranacaklardı. Hattâ gazetelerde benim Çankaya''da çay ziyafeti verdiğimi de ilân edeceklerdi. Bunu şüphesiz o vakitler işitmişsinizdir.
Trenle hareket etmedim. Bir gece otomobille Tuz Çölü üzerinden Konya''ya gittim. Konya''ya hareketimi telgrafla orada kimseye bildirmediğim gibi, Konya''ya varır varmaz telgrafhaneyi kontrol altına aldırarak Konya''da bulunduğumun da hiçbir yere bildirilmemesini sağladım.
20 Ağustos 1922 günü öğleden sonra saat 16.00''da Batı Cephesi Karargâhı''nda yani Akşehir''de bulunuyordum. Kısa bir görüşmeden sonra 26 Ağustos 1922 sabahı düşmana tarruz için Cephe Komutanı''na emir verdim.
TAARRUZ EMRİ 26 AĞUSTOS 1922'DE
2O/21 Ağustos 1922 gecesi 1'' inci ve 2'' nci Ordu Komutanlarını da Cephe Karargâhına çağırdım. Genelkurmay Başkanı ile Ccphe Komutanını da yanımda bulundurarak, taarruzun nasıl yapılacağını harita üzerinde kısa bir savaş oyunu şeklinde açıkladıktan sonra, Cephe Komutanı''na o gün vermiş olduğum emri tekrarladım. Komutanlar harekete geçtiler.
Taarruzumuz, strateji ve aynı zamanda bir taktik baskın halinde yürütülecekti. Bunun gerçekleştirilebilmesi için de kuvvetlerin yığınak ve hazırlıklarının gizli kalmasına önem vermek gerekiyordu. Bu sebeple bütün yürüyüşler gece yapılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlıklar altında dinleneceklerdi. Taarruz bölgesinde, yolların düzeltilmesi v.b. çalışmalarla düşmanın dikkatini çekmemek için diğer bazı bölgelerde de benzeri yanıltıcı hareketlerde bulunulacaktı.
24 Ağustos 1922''de karargâhımızı Akşehir''den, taarruz cephesi gerisindeki Şuhut kasabasına getirttik, 25 Ağustos 1922 sabahı da Şuhut''tan savaşı idare ettiğimiz Kocatepe''nin güneybatısındaki çadırlı ordugâha naklettik.
26 Ağustos sabahı Kocatepe''de hazır bulunuyorduk.
Sabah saat 5.30''da topçu ateşimizle taarruz başladı.
BAŞKOMUTAN MEYDAN MUHAREBESİ
Efendiler, 26/27 Ağustos günlerinde, yani iki gün içinde, düşmanın Karahisar''ın güneyinde 50 ve doğusunda 20, 30 kilometre uzunluğundaki müstahkem cephelerini düşürdük. Yenilen düşman ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Ağustosa kadar Aslıhanlar yöresinde kuşattık.
30 Ağustosta yaptığımız savaş sonunda (buna Başkomutan Muharebesi adı verilmiştir), düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve esir aldık. Düşman ordusunun Başkomutanlığını yapan General Trikopis de esirler arasına girdi.
Demek ki, tasarladığımız kesin sonuç, beş günde alınmış oldu. 31 Ağustos 1922 günü ordularımız ana kuvvetleriyle İzmir''e doğru yol alırken, diğer birlikleriyle de düşmanın Eskişehir de kuzeyinde bulunan kuvvetlerini yenmek üzere ilerliyorlardı.
4 EYLÜL 192'DE ATEŞKES TEKLİFİ
Efendiler, Başkomutan Savaşı''nın sonuna kadar her gün büyük başarılarla gelişen taarruzumuzu, resmî bildirilerde pek önemsiz harekâttan ibaret gösteriyorduk. Maksadımız, durumu mümkün olduğu kadar dünyadan gizlemekti. Çünkü, düşman ordusunu tamamen yok edeceğimizden emindik. Bunu anlayıp, düşman ordusunu felâketten kurtarmak isteyeceklerin yeni teşebbüslerine meydan vermemeyi uygun görmüştük.
Gerçekten, bizim hareketimizi sezdikleri zaman ve taarruzumuzun arkasından bize başvuranlar olmuştur. Örnek olarak, biz taarruza devam ettiğimiz sırada, Bakanlar Kurulu Başkanı olan Rauf Bey''den, Ateşkes konusunda İstanbul''dan haber geldiğini bildiren 4 Eylül 1922 tarihli bir telgraf almıştım.
Verdiğim cevap aynen şöyledir :
Tel. Makama özel 5.9.1922 Bakanlar Kurulu Başkanlıgı Yüksek Katına Anadolu''daki Yunan ordusu kesin olarak yenilgiye uğratılmıştır. Yunan ordusunun artık yeniden ciddî bir direnişte bulunmasına ihtimal yoktur. Anadolu için herhangi bir görüşmeye gerek kalmamıştır. Ateşkes ancak Trakya için söz konusu olabilir. Bu bakımdan Eylülün onuna kadar doğrudan doğruya Yunan Hükümeti veyahut Ingiltere vasıtasıyla, hükümetimize resmen başvurduğu takdirde, aşağıdaki şartlar ileri sürülerek cevap verilmelidir. Bu tarihten, yani Eylülün onundan sonra yapılacak başvurmaya verilecek cevap başka türlü olabilir. Bu takdirde durum bana ayrıca bildirilmelidir:
1- Ateşkes Anlaşması tarihinden başlayarak on beş gün içinde Trakya,1914sınırlarına kadar kayıtsız şartsız Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti''nin sivilmemurlarına ve askerî kuwetlerine teslim edilmiş bulunacaktır.
2- Yunanistan''daki esirlerimiz on beş gi.i.n içinde İzmir, Bandırma ve İzmit limanlarında bize teslim edilecektir.
3- Yunan Hükûmeti, Yunan ordusunun üç buçuk yıldan beri Anadolu''dayaptığı ve yapmakta olduğu tahribatı tamir etmeyi şimdiden taahhüt edecektir.
ORDULAR İLK VERDİĞİM HEDEFE, AKDENİZ'E ULAŞTI
Doğrudan doğruya bana gönderilen bir telsiz telgrafta da, İzmir''deki İtilâf Devletleri konsoloslarına benimle görüşmelerde bulunma yetkisinin verildiği bildirilerek, onlarla hangi gün ve nerede 331buluşabileceğim soruluyordu.
Buna verdiğim cevapta da, 9 Eylül 1922''de Kemalpaşa''da görüşebileceğimizi bildirmiştim. Gerçekten de, söz verdiğim gün, ben Kemalpaşa''da bulundum. Fakat görüşme isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız, İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe, Akdeniz''e ulaşmış bulunuyorlardı.
Saygıdeğer Efendiler, Afyonkarahisar- Dumlupınar Meydan Muharebesini ve ondan sonra düşman ordusunu tamamiyle yok eden veya esir eden ve kılıç artıklarını Akdeniz''e, Marmara''ya döken harekâtımızı açıklayıcı ve vasıflandırıcı söz söylemeyi gereksiz sayarım. Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta hey''etinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir eserdir.
Bu eser, Türk milletinin hüriyyet ve istiklâl düşüncesinin ölümsüz bir âbidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evlâdı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.
Efendiler, işte şimdi diplomasi alanına geçebiliriz. Gerçi, ordumuzun zafere ulaşacağından ümitsiz oldukları için, bu meseleyi daha önce diplomasi yoluyla çözüme bağlama kanaat ve iddiasında olanları, dediklerini yapma hususunda biraz fazlaca bekletmiş oldum. Bununla birlikte, sonunda benim de diplomasi alanında ciddî olarak çaba harcadığımı görerek memnun olmaları gerekirdi.
Böyle olup olmadığını göreceğiz. Ordularımız, İzmir ve Bursa''yı geri aldıktan sonra, Trakya''yı da Yunan ordusundan kurtarmak için İstanbul ve Çanakkale doğrultusunda yürüyüşlerine devam ederken, İngilizlerin o zamanki başbakanı bulunan L1oyd George, fiilen harbe karar vermiş bir tavırla ve yardımcı birlikler gönderilmesi isteğiyle dominyonlara müracaat etmiş. Yalnız, ondan sonra olup bitenlere bakılırsa LIoyd George''un isteğinin yerine getirilmediğini kabul etmek gerekir.