Mustafa Kemal Atatürk’ün doğumunun 137’inci, vefatının 80. Yılındayız. O, tarihin derinliklerinde kalan bir lider değil. Ülke kalkınması için yaptığı tesisler, fabrikalar satılıp savulsa da manevi eserleri yaşıyor. Konuşmaları, görüşmeleri, yaptıkları ve yapmak istedikleri biliniyor, TBMM tutanakları ortada duruyor. Atatürk dünyanın en çok konuşulan, hakkında en çok yazı ve şiir yazılan liderlerinin başında geliyor.
Ancak ne var ki O anlaşılmayan, daha doğrusu anlaşılmak istenmeyen bir lider. Anlamayan ya da anlamazdan gelenlerin önemli bir bölümü kafalarında bir “öcü” yaratmışlar; o hayalî yaratığı “Atatürk” kisvesine sokarak diledikleri gibi kullanıyorlar.
“Aydın” etiketli ya da “resmî görüntülü” olanlarla kendi kendilerine “Atatürkçü” sıfatını verenler Atatürk’ü milletten koparıp erişilemez bir yere koymak için ne gerekiyorsa onu yaptılar. O’nun da Türk Milleti’nin bir ferdi olduğunu, aynı inanca, aynı geleneğe bağlı bulunduğunu, tarihin en büyük, en uzun ömürlü, en adaletli İmparatorluğu’nu kuran Osmanlı’nın içinden ve okullarından yetiştiğini görmezden geldiler. Bu da yetmezmiş gibi bazı beceriksizliklerini -Atatürk’ü ortaya atıp- takiyyecilik yaparak örtmeye çalıştılar. Onlar halka gerçek Atatürk’ü, O’nun fikir ve düşüncelerini değil, kafalarında yarattıkları“Atatürkçülüğü” –bir bakıma kendilerini- anlattılar.
“Yobaz - Softa” kılıklı olanlar ise yukarıda sözünü ettiklerimizin de büyük yardım ve destekleriyle Atatürk’ü “din düşmanı”ilan ediyor, kolaylıkla avladıkları bazı insanlara bunu kabul ettirebiliyorlar. Bunların bir bölümü Atatürk’ü tanır, bu millet için, devlet için, hatta din için yaptıklarını bilirler ama tıpkı ötekiler gibi takiyyecilik yapmak işlerine gelir. Bir bölümü ise Atatürk’ün Nutkunu bile okumamış, din ve devlet için yaptıklarını öğrenmemişlerdir. Kulaktan dolma bilgiler, iftiralarla karalamaya devam ederler.
Bu “softa ya da yobaz” kılıklılara son yıllarda türeyen “çakma tarihçiler”le herhalde ortamı müsait bulan bazı “öğretmen” ve hatta “akademisyen” kılığına girmiş soytarılar da dâhil. Çakma tarihçiler belge uydurarak, söylenti ve yakıştırmalara göre ahkâm kesip ortalığı bulandırarak iftira atmaktan adeta zevk alıyorlar, “öğretmen” ve “akademisyen” kılıklılar ise o kıt akıllarıyla Atatürk’ü karalamaya çalışıyorlar. Ne yazık ki bu tiplere ceza verilmiyor, bazen de sembolik cezalarla geçiştiriliyorlar. Bir gazimizi otobüsten indiren şoförü nasıl ki toplu taşım araçlarını kullanmaktan men edilebiliyorsa, Atatürk’e hakaret eden “öğretmen” ya da “akademisyen” kılıklılar da meslekten atılmalıdırlar. Hele de Türk Milleti yerine “Anadolu Milleti denilebilir” diyen bir yeni yetme akademisyenin ülkemizin üniversitelerinde yeri olmaması, televizyon kanallarına çıkıp cahilce konuşmasına müsaade edilmemesi gerekir. Üstelik bu “akademisyen” herhalde “dindar” sanılıyor ama en son çıktığı televizyon programlarından birinde “Allahu Ekber” demenin anlamını bile bilmediğini cümle aleme gösterdi.
Aslında milletimizde nereden bulaştığı belli olmayan ve tedavi edilemeyen bir hastalık var: “Dindar” görünenler dine,“Ekonomist” görünenler ekonomiye, “Atatürkçü” görünenler Atatürk’e zarar veriyor. Tabii buna, -son zamanlarda örneklerine sık sık rastladığımız gibi- bazı “milliyetçi” görünenlerin de milliyetçiliğe zarar verdiklerini ekleyebiliriz. Parklardaki, bahçelerdeki çiçekleri koparanlar, komşunun bahçesinden izinsiz meyve alanlar, yerlere çöp atanlar da nedense hep okula gidip“eğitilen” çocuklar ya da en azından ilkokul öğrenimi görmüş olan yetişkinler… Bunu, olup bitenlere bakarak başka alanlara ve konulara da uygulayabiliriz.
Peki neden?
Kur’an-ı Kerîm’in ilk emri “Oku!..” ama biz okumuyoruz. Okumadığımız için de araştıramıyor, öğrenemiyor, doğruyu bulamıyoruz.
Peygamberimiz “İlim Çin’de de olsa öğreniniz” demiş, biz ilimden adeta kaçıyoruz. İbni Sinaların, Farabîlerin, Ali Kuşçuların yetiştiği o muhteşem dönemlerden sonra ve hele hele günümüzde dünyaya nam salan bir ilim adamı yetiştiremedik, yetiştiremiyoruz. Aziz Sancar gibi aslını inkar etmeyen değerlerimiz ise ne yazık ki Türkiye’de çalışma imkanı bulamadıkları için ABD ya da başka ülkelerde çalışmak zorunda kalıyorlar.
“Temizlik îmanın yarısıdır!” Bu, dinimizin en önemli unsurlarından biri. Ancak yollar – sokaklar pislikten geçilmiyor. Yola tükürüp geçenlerin, sigara artıklarını atanların, bin bir türlü pisliği yapanların, çevre bilincinden uzak olanların çoğu sözde“Müslüman!”
Atatürk’ün bazı sözlerinden de örnekler verelim:
“Bir milletin kültür seviyesi devlet, fikir, ekonomi sahalarındaki faaliyet ve başarı sonuçlarının bileşkesiyle ölçülür.” (1937)
Bu tespit için söyleyecek sözü olan var mı?
Peki, biz, Atatürk’ün sözünü ettiği bu üç sahadan hangisinde başarılıyız ve bileşke alındığında ortaya nasıl bir sonuç çıkacak?
“Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür!” (1936)
Olması gereken bu ve Atatürk onu söylüyor. Peki, dünyanın en köklü, en zengin kültürü olan Türk kültürünü koruyup tanıtabiliyor muyuz?
“Biz ‘cahil’ dediğimiz vakit mutlaka mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, gerçeği bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi hiç okuma bilmeyenlerden de gerçekleri gören hakikî âlimler çıkar.” (1923)
“Büyük devletler kuran ecdâdımız, büyük kapsamlı uygarlıklara da sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur.” (Atatürk Hak. Hatıralar ve Belgeler. Afet İnan)
“Bizim dînimiz en mâkul ve en tabiî bir dindir. Bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dînin tabiî olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması lâzımdır. Bizim dînimiz bunlara tamamen uygundur.” (1923)
Her şey açık seçik ortada... Biz dinimizi de Atatürk’ü de anlamış görünüyoruz ama anlamıyoruz. Dolayısıyla kabuğumuzu kırıp çıkamıyor ve el-âlemin maskarası oluyoruz.
Hani zaman zaman duyarız ya, “Atatürk sağ olsaydı şöyle yapardı, böyle yapardı...” diye. Şimdi de biz, “Atatürk’ü anlasaydık” diyelim ve soralım bakalım:
*Atatürk’ü anlasaydık SSCB parçalandığında hazırlıksız yakalanır ve Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerimizde âciz durumlara düşer miydik?
*Atatürk’ü anlasaydık Avrupa Birliği kapılarında dilenciler gibi sürünüp dün önümüzde diz çökenlere bugün deliler gibi yalvarır mıydık?
*Atatürk’ü anlasaydık dış politikada böyle âciz kalır ve Irak, Suriye konularında elimiz kolumuz bağlanır, Kıbrıs’ta karanlıklara doğru sürüklenir miydik?
*Atatürk’ü anlasaydık ekonomide böylesine zikzaklar çizip dışarılardan yardım umar mıydık?
*Atatürk’ü anlasaydık …
Doğumunun 137, ölümünün 80. Yılında Atatürk’ü rahmetle anıyorum.
Ne Mutlu Türküm Diyene!