Ezop Masallarında şöyle bir hikaye anlatılır: At ile Geyik arasında kavga çıkar.At, avcıya giderek Geyikten intikam alabilmek için kendisine yardım etmesini ister,Avcı kabul eder. Ancak,"Geyiği yenmek istiyorsan çenenin altına bir demir parçası koymama izin vermelisin ki seni bu dizginler ile yönlendirebileyim, sırtına eyer vurmama müsaade etmelisin ki düşmanı takip ederken üzerinde kalabileyim" der. At Avcının taleplerini kabul edince Avcı,Ata eyer vurup dizginlerini takar. Beraberce Geyiği yenerek,At'ın intikamını alırlar.Düşman ortadan kaldırıldıktan sonra At,üzerinden inmesini,sırına vurduğu eyeri,ağzına taktığı üzengiyi çıkarmasını ister. Avcı, "o kadar da hızlı değil dostum,seni bu halinle tutmak,isterim" diyerek At'ın isteğini ret eder.
Bir çok siyaset bilimcisi Ezop'un bu At,Geyik ve Avcı isimli hikayesini başa geçen otokratların ipleri ele geçirdikten sonra iktidarı bırakmama eğilimlerine örnek olarak gösterirler.Avcı, Ata bir defa üzengi vurdu mu onu kolay kolay bırakmaz. Otoriterleşme ile mücadele o aşama geçtikten sonra gittikçe zorlaşmakta, ödenmesi gereken bedel tahmin edilemeyecek kadar büyümektedir. Zira, iktidar bir defa ele geçirildikten sonra bütün güç ve imkanlar onu korumak için kullanılmakta,muhalefetin önüne bir siyasi parti ile rekabet etmekten çok bizzat devlet sürülerek onunla mücadeleye mecbur edilmektedir. Bunun için baskıcı liderlerin ağzından sık sık muhalefetle ilgili, devletle mücadele ediyorlar, devlete saldırıyorlar laflarını duymak mümkündür. Çünkü diktatörler kendilerini devlet, muhaliflerini de devlet karşıtı olarak görmekte,muhalefeti bu şekilde kodlayarak itibarsızlaştırmaktadırlar. Otokratların eleştiriye karşı gösterdikleri hoşgörüsüzlük ve onları cezalandırma isteklerinin arkasında bu anlayış vardır.
Trump'a gelinceye kadar ABD'de partiler radikal eğilimleri olan siyasetçilerin şu veya bu şekilde önünü kesmişlerdir. Bir çok başkan, güç ve yetkilerini artıracak yasa tekliflerinde önce kendi partilerini karşılarında bulmuştur.30'lu yıllarda Büyük Buhran'ın en derin olduğu bir dönemde Roosevelt, krizi aşmak için Kongreden yetkilerinin artırılmasını istemiş,ancak çıkan yasaların çoğu Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti. Çareyi Anayasa Mahkemesi'nin üye sayısını artırarak, içini kendi adamlarıyla doldurmakta bulan Roosevelt'in bu teşebbüsü de bizzat kendi partisinden Kongre üyelerinin karşı çıkmasıyla akim kalmıştı.Demokratik değerler söz konusu olunca bir çok kongre üyesi tercihini partisinin başkanından yana değil, demokrasiden yana yapmıştı.
Günümüzde otoriterleşen ülkelerde parti mensubiyetini aşan böyle bir demokratik duyarlılık bulunmadığı için zorbalaşan yöneticileri engellemek gittikçe zorlaşmaktadır.Yasa ve kurumları bir engel olarak gören diktatörler bu bağlardan kurtulabilmek için derin toplumsal krizlerden yararlanırlar. Bazen bu krizler bizzat üretilmekte, yahut olduğundan daha büyük gösterilerek toplum demokrasiden taviz vermeye yatkın hale getirilmektedir. Çünkü,büyük veya büyütülmüş krizlerde toplumlar temel hak ve hürriyetlerden daha kolay vaz geçerler.
Levitsky ve Zılatt'ın deyimiyle; demokrasinin erezyonu genelde parça parça ve bebek adımları ile olur..Her adım tek olarak ele alındığında hiç biri demokrasiyi tehdit ediyormuş gibi görünmez.Ama alt alta toplandığında demokrasiyi yıkacak bir yeküne ulaştıkları ve engellenemez noktaya geldikleri görülür.Venezuela ve benzerlerinde olan budur.Avcı bir defa Ata üzengi vurup sırtına bindi mi artık hem Avcı ile hem de At'la mücadele etmek gerekir. Muhalefetin zorluğu da buradadır.