Avrupa’da Karanlık Dalgalar

Abone Ol

Dünya, giderek daha karmaşık bir konjonktüre doğru sürükleniyor. Avrupa’da faşizmin yükselişi, bir zamanlar modern demokrasinin beşiği olarak kabul edilen bu kıtanın üzerine kara bulutlar gibi çökmekte. Faşizmin Avrupa'da yeniden tetiklenmesinin ardındaki en büyük etkenlerden biri, Ortadoğu’da süregelen istikrarsızlık ve kaos. Ortadoğu'daki savaşlar ve siyasi kargaşa, milyonlarca insanın Avrupa'ya sığınmasına neden oldu. Göçmenlerin Avrupa'daki etnik ve dinsel yaşam formlarına uyum sağlamaktaki zorlukları, Avrupa toplumlarında kültürel çatışmalara yol açtı. Bu çatışmalar, Avrupa’nın Hristiyan ve milliyetçi duygularını yeniden harekete geçirdi.

Ancak durum sadece kültürel bir mesele değil; aynı zamanda ekonomik bir boyutu da var. Ortadoğu'dan gelen birçok göçmen, Avrupa'daki çalışma ve üretim kültürüne ayak uydurmakta zorlanıyor. Tamamen dinsel ritüellerle şekillenen yaşam tarzları, Avrupa'daki laik yaşam biçimleriyle bir tezat oluşturuyor. Bu durum, göçmenlerin Avrupa’nın ekonomik ve sosyal düzenini tehdit ettiği algısını güçlendiriyor. Göçmenlere yönelik artan bu korku, milliyetçi ve faşist hareketlerin hız kazanmasına zemin hazırlıyor.

 Ortadoğu'daki Kaosun Avrupa'ya Yansımaları

Ortadoğu’daki siyasi istikrarsızlıklar, yalnızca göçmen krizini tetiklemedi. Aynı zamanda, İsrail ve Filistin arasında devam eden çatışmalar da Avrupa’nın güvenlik ve dış politika dengelerini zorluyor. İsrail’in askeri operasyonlarını genişletmesi ve ABD’nin bu krizde taraf olması, Avrupa’daki Müslüman toplumlar üzerinde derin yankılar uyandırıyor. Protestolar, toplumsal huzursuzluk ve Avrupa'da İslamofobinin artması gibi sonuçlar, kıtanın sosyo-politik dengesini daha da karmaşık hale getiriyor.

Bu arada Ukrayna-Rusya savaşı, üçüncü yılına girerken Avrupa'daki ekonomik istikrarsızlıkları daha da derinleştiriyor. Avrupa’nın enerji krizi, enflasyon ve işsizliği tetiklerken, milliyetçi partiler bu krizleri kendi çıkarlarına çevirmeye devam ediyor. Özellikle Almanya'daki AfD ve İtalya'daki Lega Nord gibi partiler, ekonomik sıkıntıları göçmen karşıtlığı ile birleştirerek, toplumsal huzursuzluğu kendi politik ajandalarına yönlendirmekte ustaca hareket ediyorlar.

 Almanya'da AfD ve İtalya'da Lega Nord: Faşizmin Yeniden Doğuşu

Almanya’da AfD (Almanya için Alternatif) partisi, 2013 yılında AB karşıtı söylemlerle kurulmuş olmasına rağmen, kısa sürede göçmen karşıtı ve milliyetçi bir çizgiye kaydı. Özellikle 2015 yılında yaşanan göç kriziyle parti, büyük bir destek kazandı. AfD, Almanya’da yaşayan göçmenleri yalnızca ekonomik bir yük olarak değil, aynı zamanda Alman kültürünü tehdit eden unsurlar olarak tanımlıyor. Parti, göçmenlerin entegrasyon sorunlarını milliyetçi bir söylemle harmanlayarak Alman toplumunun bir kesimi üzerinde etkili oluyor. Göçmenlerin, Alman değerleri ve Hristiyanlıkla çatıştığı algısı, AfD’nin gücünü artıran bir dinamik haline geldi.

İtalya’da ise Lega Nord, milliyetçi ve AB karşıtı çizgisiyle tanınıyor. Matteo Salvini liderliğinde, Lega Nord özellikle göçmenlere yönelik sert politikalarla adından söz ettiriyor. Salvini, göçmenleri İtalya'nın iş gücü piyasasına ve kültürel değerlerine tehdit olarak sunuyor. İtalya’nın sahillerine sürekli gelen göçmen tekneleri ve AB’nin bu krize karşı yetersiz çözümleri, Salvini’nin göçmen karşıtı duruşunu güçlendiriyor. Lega Nord’un popülaritesi, İtalya’nın kuzeyindeki ekonomik ve kültürel kaygıları başarıyla sömüren milliyetçi söylemlerle büyümeye devam ediyor.

 Türk Göçmenlerin 60 Yıllık Dramı

Bu değişen siyasi atmosfer, sadece yeni gelen göçmenleri değil, on yıllardır Avrupa'da yaşayan Türk diasporasını da derinden etkiliyor. Özellikle Almanya başta olmak üzere, Türk göçmenler 1960’lı yıllardan beri Avrupa’nın ekonomik kalkınmasına katkıda bulunuyor. Ancak bugün, onların torunları bile "yabancı" olarak görülme riskiyle karşı karşıya. Türk işçiler, 60 yıldır Avrupa’da yaşarken, topluma entegre olmalarına rağmen, milliyetçi ve faşist hareketlerin yükselmesiyle birlikte yeniden dışlanma tehlikesiyle karşı karşıyalar.

Bir yanda Avrupa’nın ekonomik kalkınmasına katkı sağlayan, fabrikalarda, inşaatlarda ve hizmet sektöründe ter döken bir nesil; diğer yanda, onların çocukları ve torunları, bu yeni siyasi dalgada kimlik arayışı içinde. Türk kökenli göçmenler, bir yandan Avrupalı olmanın gururunu taşırken, diğer yandan kökleriyle bağlarını koparmamaya çalışıyorlar. Ancak milliyetçi partilerin göçmen karşıtı politikaları, bu bağları zayıflatıyor ve Türk diasporası içinde bir belirsizlik yaratıyor.

AfD ve Lega Nord gibi partiler, İslamofobik söylemleriyle özellikle Türk ve Müslüman toplulukları hedef alıyor. Bu durum, Avrupa’da yaşayan Türklerin, "Acaba yine dışlanacak mıyız?" sorusunu kendilerine sormalarına neden oluyor. Avrupa’nın değişen siyasi dengelerinde, Türk göçmenler hem kimliklerini koruma mücadelesi veriyor, hem de bulundukları ülkelerde güvenlik ve eşitlik taleplerini dile getiriyor.

 Geleceği Kimin Elleri Şekillendirecek?

Avrupa’nın karşı karşıya olduğu bu yeni dalga, geçmişin gölgelerini yeniden gündeme taşıyor. Bir zamanlar faşizmin karanlık tuzağına düşmüş olan kıta, bugün yine aynı dönemeçte mi? Göçmen krizleri, ekonomik çöküntüler ve jeopolitik çatışmalar, milliyetçi ve faşist söylemleri yeniden canlandırırken, Avrupa'nın demokratik değerlerine sıkı sıkıya sarılması gerekiyor.

Ancak gerçek sınav, bu politikaları destekleyen sessiz çoğunluğun nasıl tepki vereceğinde yatıyor. Avrupa, geçmişteki hatalarını tekrarlayacak mı yoksa bu kez milliyetçilik ve ayrımcılık yerine hoşgörü ve çok kültürlülüğü mü tercih edecek? Sessiz kalmak ya da direnmek, yalnızca siyasi bir tercih değil, aynı zamanda kıtanın geleceğini belirleyecek bir karar.

Faşizmin yükselişi sadece bir siyasi hareket değil, toplumun derinlerinde şekillenen bir ruh halidir. Avrupa’nın demokratik değerlerine sahip çıkmak ise yalnızca liderlerin değil, bireylerin de omuzlarında yükselen bir sorumluluk. Şimdi Avrupa’nın yapacağı her seçim, geleceği kimin ellerinde şekilleneceğini gösterecek. Bu süreçte, sadece politikacılar değil, sıradan insanlar da tarihin yönünü değiştirebilir. Çünkü asıl mesele, faşizmle savaşmanın ötesinde, insanlığın karanlıkla yüzleşme cesaretini gösterebilmesidir.