Diyanet İşleri Başkanlığı, Kuruluş Kanunu’nda belirtildiği üzere “İslam Dini’nin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, DİN KONUSUNDA TOPLUMU AYDINLATMAK ve ibadet yerlerini yönetmekle” görevlidir.
Hal böyle iken piyasa adeta birtakım hurafeci, tahrifatçı, yalancı “şeyh” ya da “hocaefendi” tabir edilen kişilerin etkisi altında olup o kişilerin Diyanet’ten daha tesirli olduklarını söyleyebilirim. Kısacası insanımız din konusunda “aydınlatılmak” yerine giderek karanlıklar içine sürüklenmektedir. Zira halkın arasında yaşıyorum ve olup bitenlerin farkındayım. Bütün imkânlarına rağmen bu konularda Diyanet İşleri Başkanlığı oldukça yetersiz ve hatta sessiz kalmaktadır. Mesela açıktan “Peygamberi rüyasında gösteren terlik”, “Yanmaz kefen” pazarlayan birine karşı Diyanet doyurucu bir açıklama yapmamış, ilgili hakkında suç duyurusunda bulunmamıştır. Keza, “Düşen Uzay Mekiği’nin civatalarını biz gevşettik”, “Mars’a gideceklermiş, gidemezler”, “Deprem buraya doğru gelirken elimle itiverdim” gibi akıl, mantık, ilim ve din dışı saçmalıklarla milleti uyutanlar karşısında da Diyanet gereğini yapmamıştır. Dini cemaat, vakıf vb. görüntüsü altında faaliyet gösterip taciz ve tecavüzlere sahne olan yerler hakkında sessiz kalındığı da bilinmektedir.
Piyasada örneği çok ama Youtube Kanalı da olan ve kendisini “Ehl-i Sünnet, Efendi Hazretlerine intisaplı, Cüppeli Hoca’yı çok seven Nakilci Vaiz” olarak tanıtan Hüseyin Çevik isimli bir sarıklı ve cüppeli şahsın saçmalıklarından bazılarını aynen aktaracağım. Bu ve benzerleri için Diyanet İşleri Başkanlığı Kanun’la kendisine verilen görevleri hatırlayarak yasal yollara başvurmalı, iktidar da geçmişten ders almamışçasına “oy deposu” olarak görüp göz yumduğu gruplara taviz vermekten vazgeçmelidir.
Bir örnek olarak adını zikrettiğimiz kişi kendi sesi ve görüntüsü ile yayınlanan videosunda diyor ki:
“Biraz hurilerden bahsedelim. Bir huri dünyaya tükürse dünyadaki bütün okyanuslar, denizler, göller, nehirler bal olur, tadından içilmez.
Bir huri yaşmağını dünya üzerine sallasa, onun kokusundan dünyadaki herkes keyiften bayılır.
Bir huri serçe parmağını dünyaya uzatsa, dünya onun serçe parmağından çıkan nurla bembeyaz olur.
Bir huri kolundaki bilezikleri dünyaya sarkıtsa güneş söner, ay söner, yıldızlar söner.
Bir huri dünyaya inse, dünyadaki bütün erkekler onunla evlenmek için kendini öldürür. Hepsi 18 yaşında, hepsi bakire, her ilişkiden sonra tekrardan bakire oluyorlar. Ve Kur’anda ayette geçer; bunu söylemekte beis yok (İki elini kendi göğüs hizasına götürerek) hepsi tomurcuk memeli. Ayet… Şimdi ben bunu söyleyince, “Ulan sen nasıl hocasın” felan… Ya arkadaş, (Bu arada gülüşme sesleri gelince) ne gülüyorsunuz? Kur’an’da ayet var, “Tomurcuk memeli huriler“ diye. Bunu Kâbe İmamı Kâbe’nin karşısında okuyor. Bunu okumazsa namaz olmuyor. Kâbe İmamı okuyunca bir şey olmuyor, ben okuyunca sapık oluyorum anasına satayım ya! Ne sapığı kardeşim? Olanı söylüyorum ya!
Bir hurinin üzerinde 70 kat elbise olacak, 70 kat ama hepsi şeffaf, hepsi ayrı ayrı renk ama o kadar ince ki hepsi aynı sinek kanadı gibi; teni gözükecek. Teni bembeyaz. Huriler bunlar…”
Sonra da, “Gelelim dünya kadınlarına” diye devam ediyor ve en sonunda da dünya kadınlarını kocalarına karşı “artistlik yaparak hurilerden üstün olmaya” davet ediyor!
Az çok mürekkep yalamış; okuyan, yazan, okuduğunu anlayıp yorumlayabilen biriyim. Bu sözde vaizin söyledikleri hangi muteber kaynakta ya da kaynaklarda bulunuyor? Cennet demek yalnızca huri demek midir? İnsanları Ahiret hayatına hazırlayabilmek için illa ki hurileri böyle müstehcen olarak anlatmak mı gerekir? “Din adamı” ya da “Hoca Efendi”, “Vaiz” diye ortalıkta dolaşanların başka işleri yok mudur? Kısacası din bu mudur yani? Böyle saçmalıkları anlatarak insanları Allah’a mı yoksa kendilerine mi bağlamaktadırlar? Ahlâktan, haktan, hukuktan, adaletten, doğruluktan, iyi insan olmaktan bahsetmesi gerekenlerin en son ve en mükemmel din olduğuna inandığımız İslamiyet’i böylesine yozlaştırıp sulandırmalarına kim ne zaman “Dur” diyecek?
Gelelim, adı geçen Hüseyin Çevik ve benzeri sözde hocaların bu tür hezeyanlarına dayanak yaptıkları Nebe Suresi’nin ilgili ayetine…
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Diyanet Vakfınca yayınlananlar başta olmak üzere kırktan fazla meali incelemiş biriyim. İlgili surenin 33. Ayetine verilen anlamlar genelde şöyle:
“… Ve aynı yaşta şahane endamlı genç kızlar”, “Tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar”, “Ve memeleri yeni sertleşmiş yaşıt kızlar”, “Turunç göğüslü, genç, yaşıt dilberler”, “Nar memeli yaşıt kızlar”, “Göğüsleri turunç gibi…”
Konuya biraz daha ihtiyatlı yaklaşan mealler de var:
“Yaşıt, muhteşem eşler, dişi – erkek ayırımsız”, “Genç ve yaşıt kızlar/eşler”, “Müthiş uyumlu harika eşler…”
“Tomurcuk, Üzüm, Nar, Turunç, Meme, Göğüs, Yaşıt, Eşit, Muhteşem, Dilber, Kız, Endam, Kadeh, Kadehler…” Meal hazırlayanlar Türkçe bakımından zayıf olsalar da roman yazacak kadar malzeme toplayıp hayal kurabilecekleri anlaşılıyor doğrusu. Onlardan ilham alan “piyasa hocaları” da, verdiğimiz örnekten anlaşılacağı üzere bitmez tükenmez dizi senaryoları yazabiliyorlar. Yazık, çok yazık!
Az çok Arapça bilgim de olduğu için “Kâibe”nin çoğulu olan “Kevâib”in “Genç kızlar”, “Etrâb”ın ise “yaşıt” ve “akran” anlamlarına da geldiğini araştırıp öğrendim. Ancak; bir meal hazırlanırken, bir tercüme yapılırken ilgili kelimelerin öncesine ve sonrasına, cümle içinde geçtiği yere bakılıp ona göre anlam verilmez mi? Yani Kur’an yorumlarında, meal ve tefsir çalışmalarında “Siyak ve sibak”a dikkat edilmez mi? Kur’an ayetlerinin, Allah kelamının asıl amaçlarından kopartılarak birileri tarafından kendi amaçlarına ya da süfli emellerine alet edilmesi ne kadar acı ve ne büyük günahtır! Zaten Cenab-ı Allah da böyleleri için A’l-i İmran Suresi 78. Ayet’te şöyle buyuruyor:
“Onlardan (Kitap ehlinden) bir grup var ki, Kitap’tan olmadığı hâlde Kitap’tan sanasınız diye (okudukları) Kitap’tanmış gibi dillerini eğip bükerler ve “Bu, Allah katındandır” derler. Halbuki o, Allah katından değildir. Bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.”
Bu ayet tam da o şahsı ve onun gibileri tarif etmiyor mu Allah aşkına?
Ey benim saf, temiz, Müslüman kardeşlerim! Biraz da kendiniz okuyun, araştırın da bu gibi din bezirgânlarının peşine takılarak dünyanızı ve ahiretinizi karartmayın. A’l-i İmran Suresi 64. Ayet’te net olarak ifade edildiği gibi “Allah’ı bırakıp da kiminiz kiminizi ilah edinmesin!” Günde beş vakit namaz kılıp 40 – 50 defa okuduğunuz Fatiha içerisinde “İyyakena’budu ve iyya kenestain” derken Allah’a söz vererek “Ancak Sana kulluk eder ve ancak Sen’den yardım dilerim” diyorsunuz ama sonra da gidip kimlerden yardım diliyor, kimlere kulluk ediyorsunuz? Olacak iş mi bu?
Hani o şahıs, “…Ben okuyunca sapık oluyorum anasına satayım ya! Ne sapığı kardeşim? Olanı söylüyorum” diyor ya; işte tam olarak olanı söylemediği, hurilerle ilgili saçmaladıktan sonra da dünya kadınlarını kocalarına karşı “artistlik yaparak hurilerden üstün olmaya” davet ederek “Kitaptanmış gibi eğip büktüğü” ve yine Kur’an ifadesiyle “Bile bile Allah’a karşı yalan söylediği” için kendisine o sıfatın yakıştırıldığı aşikâr!
Nebe Suresi 33. Ayet’te geçen asıl meyve adı “ı’neb” çoğulu “a’nab” yani üzüm ve üzüm bağlarıdır. O halde ayetin anlamını maksadından saptırarak çoğu mealde olduğu gibi “göğüs güzellemesi” yapıyormuşçasına ve üzümü de yetersiz ya da küçük görüp “nar”, “turunç” benzetmelerine gerek var mı? Nerede “siyak ve sibak” dikkati?
Ayeti oluşturan cümle “bağlarla bahçelerden” söz ettiğine ve Cennet nimetlerinde kusur olmayacağına göre orada bulunan “Üzüm tanelerinin aynı büyüklük ve olgunlukta”, bağlar ve bahçelerin de “güzellik ve verimlilikte eşsiz” olacakları açık değil midir? Hal böyle iken meallerin çoğunda niye anlam kaydırması ile “Aynı yaşta olan genç kızlar” vurgusu yapılıyor? Hadi onu da geçtik; olgun, iri üzüm taneleri neden “meme”ye benzetiliyor? Üzümle de yetinilmeyip neden nar ve turunça geçiliyor? Mealciler böyle yazınca da cahil/cühela din bezirgânlarına gün doğuyor. Haliyle onlar, özünü kavrayamadıkları için anlatamadıkları İslamiyet’i, tabir yerinde ise, “Ne kadar ekmek o kadar köfte” basitliğine indirgeyip müritlerine huri edebiyatı yaparak Cennet vadediyorlar. Dolayısıyla piyasadaki meallerin baştan sona elden geçirilmesi, “kes – kopyala – yapıştır” mantığından sıyrılarak konuyu bilen ve iddiası olan gerçek uzmanlar tarafından yeniden yazılması gerekir. Bunun sorumlusu da elbette Diyanet İşleri Başkanlığı’dır.
Hülasa, halk zaten din cahili. Üstüne üstlük öğrendiklerini ya da “öğrendik” sandıklarını da böyle hurafecilerden alıp uyguluyorlar. Dolayısıyla insanlar “Huri masalları” ile uyutulurken Allah’ın verdiği aklı kullananlar Ay’a da, Merih’e de gittiler, Güneş’in sırrını keşfetmeye çalışıyorlar. Böyle olunca da ne yazık ki din elimizin altından kayıp gidiyor. Diyanet İşleri Başkanlığı buna seyirci kalmamalı, siyasetin gölgesinden çıkmalı, o devasa bütçesi ve oldukça geniş kadrosu ile asli görevlerini yaparak bu tür saçmalıkları yayanları ikaz edip yasal yollara başvurmalı ya da kendi kapısına kilit vurmalıdır!
Bunun yanında, Cumhuriyet Savcıları da harekete geçerek halkın dini duygularını istismar eden, Kur’an-ı Kerim’i “tahrif ve tezyif” ederek dini yanlış yorumlayıp yanlış anlatarak kendi emellerine alet edenlerle ilgili soruşturma başlatmalıdır. Değilse din gerçekten elden gidecek ve yakınıp durmalar, ağlayıp sızlamalar kâr etmeyecektir.