Cehaletin Defni İçin

Abone Ol

Rahmetli Galip Erdem'in 1962 tarihli ‘Cehaletin Faydası’ yazısında 1940’ların sonunda Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün Erzurum’u ziyareti esnasında köy enstitüsü mezunu bir öğretmen arkadaşıyla ilgili anısından bahseder. Öğretmen arkadaşı, İsmet İnönü’nün arkasındaki bir kişiyi sorar rahmetli Galip Erdem’e. O da “Ha o mu? Galiba Tevfik Fikret” der. Öğretmen de “meğerse çok doğruymuş, şairler gerçekten derbeder oluyormuş” diyerek CHP Gn.Sekreter Yardımcısı Tevfik Fikret Sılay'ı 1915’te vefat eden Şair Tevfik Fikret zannetmiş ve hatta ‘Balıkçılar’ şiirinden de birkaç mısra okuyarak bilgiçliğini göstermiştir.

O dönemdeki bilgi kültür seviyesi, gelişmişlik, eğitim imkanları vb. etkenler düşünüldüğünde dahi bu affedilmez bir hatadır rahmetli Galip Erdem için. Yine de arkadaşının cahilliğini yüzüne vurmaz ama kendi tespitini yapar: O öğretmen kendi gayretsizliğinin değil, her şeyi öğretmek isterken hiçbir şey öğretmeyen bir sistemin kurbanıydı.”

Aradan 13 yıl geçer, sene 1960’lardır, bu sefer de öğretmen okulu mezunu bir öğretmenin, okul müdürünü gericilikle itham eden şikayetini okur. Bu öğretmen, “...okul müdürü bazı öğretmenler ve kütüphane memuru ile iş birliği yaparak Alevîlik ve Şafiîlik gibi tarikatları yaymaya çalışıyor....” diye suçluyor. Şikayetçi öğretmen, Şafiîliğin bir tarikat olduğunu zannediyor, ayrıca Şafiîliği yaymak isteyen bir adamın Alevîliği asla yaymayacağını aksine karşı geleceğini bilmiyor. Ancak bu şikayetin iftira olduğu, bu öğretmenin cehaleti sayesinde ortaya çıkınca yazısına “Cehaletin Faydası” ismini verir rahmetli Galip Erdem.

Tüm bunları niye yazdım? Bu anılardan biri 1949’a, diğeri 1962’ye ait. Öğretmenlerden biri köy enstitüsünden, diğeri ilk öğretmen okulundan mezun. Aradan yarım asır geçse de eğitimde bir arpa boyu yol alabildik mi acaba? Günümüz öğretmen eğitimi nasıl? Öğretmen liselerini neden kapattık? Hadi Tevfik Fikret'i tanımayı, öldüğünü bilip bilmemeyi geçtim, acaba kaç öğretmenimiz Tevfik Fikret'ten, Namık Kemal'den, Ziya Gökalp'ten bir iki satır bilir? Bilenleri, okuyanları, kendini sürekli geliştiren, devletine hakkıyla hizmet edenleri az da olsa hepimiz görüyoruz ama ekseriyete bakınca gerçekler acıdır; öğretmen yetiştirme sistemimizde halen sıkıntı var hem de 1940’lardan 1960’lardan daha çok sıkıntı var. Halbuki imkanlar daha çok, teknoloji daha inanılmaz gelişmiş, sınıflarda akıllı tahta, öğrencilerde tablet vs. var. Peki eksik olan ne? Ruh mu? Liyakat, adalet, eşitlik, işin ehline verilmesi, ödülde cezada hakkaniyet var mı? Tartışılır tabii ki! Özellikle teknoloji gelişme irdelenmeli! Büyük ümitlerle ve tartışmalarla başlatılan Fatih Projesi ile beklenen verim sağlandı mı? Bu proje eğitimden çok ticarete mi yaradı? Sınıflardaki akıllı tahtalar, öğrencilerin ve öğretmenlerin bir kısmına dağıtılan tabletler ne durumda? Akıllı tahtadan önce bunun zihinsel ve teorik altyapısı oluşturulsa pratiğe geçince hızlı bir verim alma süreci yaşardık diye düşünüyorum kanımca.

İşin bu kısmını bir kenara koyup diğer ülkelerdeki ve bizdeki sistem kısmına bakalım. Mesela Finlandiya 1978’den beri öğretmenlere kendi alanında yüksek lisans zorunluluğu getirmiş, bugün tüm öğretmenler kendi alanında yüksek lisansa, bir kısmı doktoraya sahip. ABD’de öğretmen eğitimini yüksek lisans düzeyinde veren programlar Harvard Üniversitesi’nde 1920’lerde başlamış. 1980’lerde ise 21. Yüzyılın öğretmenini yetiştirmek için ABD seferberlik başlatmış. Yine Fransa, İngiltere, Hollanda, Almanya , Singapur, Japonya gibi ülkelerde de öğretmen eğitimini yüksek lisans düzeyinde veren programlar mevcut. Hatta bazılarında öğretmen adaylarına burs veya maaş veriliyor. Bizdeki yüksek lisans uygulaması nasıl? Evet ortaöğretim branşlarında tezsiz (!) yüksek lisans uygulaması yaklaşık 20 yıla yakındır, bizde de başladı. İçi boş mu dolu mu, önümüzdeki yıllarda göreceğiz herhalde...

Ülkemizde KPSS Eğitim Bilimleri testinde 80 soru soruluyor. Doğru cevap ortalamaları 2013’te 46, 2014’te 43, 2015’te 38, 2016’da 41, 2017’de 33,8’dir. Yeni mezun öğretmen adaylarımızın eğitim bilimleri alanında da yeterli olmadığı görülüyor. KPSS Öğretmenlik Alan Bilgisi Testi (ÖABT) sonuçlarına baktığımızda da durum içler acısı. Mesela 2016 ÖABT'de Lise Matematik öğretmenliği kısmında 50 soruda doğru cevap ortalaması 9,9, 2017’de 11,8, Fen bilimlerinde de 11,7. Diğer branşlarda da durum pek farklı değil. Rahmetli Galip Erdem'in dediği gibi O öğretmen kendi gayretsizliğinin değil, her şeyi öğretmek isterken hiçbir şey öğretmeyen bir sistemin kurbanıydı.” . Yani öğretmen yetiştirme sistemimizde büyük bir sıkıntı var. Öğretmenden, öğretmediğimiz veya nasıl öğreteceğini öğretmediğimiz bir şeyi öğretmesini bekliyor gibiyiz. Fakültelerimizde staj süreleri yetersiz. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, öğretmen olarak atandıktan sonra öğretmenliği öğrenmeye başlıyoruz. Bazı ülkelerde bu staj pratiğini geliştirmek için uygulama okulları açılmış, buralarda işin uzmanı, deneyimli kişilerle öğretmen en az iki yıl birebir uygulama yapıyor. Fakültelerimizde ise neredeyse hiç öğretmenlik deneyimi olmayan öğretim görevlilerince eğitim veriliyor, staj süreleri ise son sınıfta bir dönem içinde haftada bir gün okullara gidiliyor. Ve bu okullar uygulama okulu olarak yapılandırılmadığı için doğal olarak konusunda uzmanlaşmış kişiden değil, normal şartlarda çalışan öğretmen ve idareciden yardım alınıyor. Bu stajlar da daha çok okuldaki öğretmenin dersini izleme veya bir fırsat olursa 1-2 saat ders anlatımı ile geçiyor. Hukuk ve tıp gibi alanlarda ortalama iki yıl uygulama olduğu gibi öğretmen eğitiminde de olmalıdır. Bu uygulamalar, konusunda uzman birçok akademisyenin de belirttiği gibi fakültelerde açılacak uygulama okullarında gerçekleştirilmelidir.

Sonuç olarak, öğretmen öncelikle mensubu olduğu milleti, toplumu tanıyıp değer yargılarını bilmeli, bunlara saygı göstermeli, neyi, nasıl, kime öğreteceğini bilmeli. Ayrıca meslekî gelişim öğretmene zorunlu tutulmalı. Ancak bunlar dostlar alışverişte görsün misali iş sağlığı güvenliği, finans okur yazarlığı gibi eğitimlerle değil, direkt olarak mesleğe dönük eğitimler olmalı. Eğitimi verecek kişi de siyasi gücü elinde bulunduran partizan bir sendikanın üyesi olduğu için değil, eğitimde fark yarattığı için görevlendirilmiş olmalı. Peki tüm bunları yaptık, mükemmel bir öğretmen yetiştirdik. Bu öğretmeni atanmak için veya adaylıktan asalete geçişte mülakata tabi tuttuğumuzda tüm bu yaptıklarımızın hiçbir önemi kalmıyor. Çünkü o öğretmen, yani başı dik alnı ak nesiller yetiştirmesi gereken öğretmen bazı muhalif sendika yetkililerinin dediği gibi “atanabilmek için boyun eğmek, istemediği halde hükümete yakın bir sendikaya üye olmak zorunda bırakılıyor. Böylece mülakattan geçeceğini ümit ediyor ve kimse kendini kandırmasın olay böyle dönüyor ve geçiyor.” Sonra da biz o öğretmenden milli ve manevî değerlere bağlı, Atatürk ilke ve inkılaplarını benimsemiş, memlekete faydalı bireyler yetiştirmesini bekliyoruz. Olmaz be kardeşim.

Eğitimde siyasetin olmadığı, cehaletin defnedildiği günler ümidiyle hoşçakalın..