Leylâ Şâhin’in, Türkiye’de insan hakları ihlâli olmadığına dâir ifâdelerine şaşıranlar oldu. Bendeniz, hiç şaşırmadım.
Leylâ Hanımla bir kere karşılaştım. 15 Temmuz hakkında Manisa’da bir panelde konuşmacıydık. Ben, 15 Temmuz gecesi yaşananlarda millî askerlerin öneminden bahsettim. O geceyi onlar sâyesinde atlattığımızı; onlar karşı durmasa çok kan akacağını ve halkın da bir yerde pes edip eve çekileceğini ifâde ettim.
Leylâ Hanım, söz istedi. Şiddetli bir şekilde itiraz ederek, “O gece millet, orduyu kurtardı.” dedi. Ellerimi iki yana açarak sustum. Çünkü maalesef, salondan kuvvetli bir alkış yükselmişti. 15 Temmuz hakkında böyle bir tahlil yapan vekilin, insan hakları hakkındaki tespitine niye şaşırayım ki?
Bilmem hatırlar mısınız, 1. yıldönümünde 15 Temmuz için hazırlanan afişler görücüye çıktığında afişlerde, asker olarak sâdece darbeci askerler vardı. İtirazlar üzerine hemen Erol Olçok ile Ömer Hâlisdemir’in elele verdiği bir klip çekildi. Yâni “ordu-millet elele” mesajı. Gururla söylüyorum, o afişe itiraz edenlerden birisi bendim. Dilerim, bu mühim ayrıntıyı Leylâ Hanım da görmüştür.
Bugün asıl yazmak istediğim, başka bir konu.
Önce Hayrünnisa Gül döneminde Çankaya Köşkü’ne resepsiyona çağrılan başörtülü köşe yazarlarının gözlemlerinden birisini hatırlatmak istiyorum: “Hanımefendi çok şıktı”
Şimdi de sizleri seksenli yıllara götürmek istiyorum.
Fakültelerde tesettürlü kızların sayısı bir hayli fazla. Bizim gibi milliyetçi çevrenin tesettürlü kızları, daha ziyâde imam-hatip kökenli olan Milli Görüşçü kızların ve cemaatçi kızların yanında adamdan sayılmıyoruz. Pardesü giymediğimiz ve gömleğimiz, bluzumuz göründüğü için açık saçık kabul ediliyoruz. Çoraplarımız Şule Yüksel’in târifine uymuyor. Erkeklerle de konuşuyoruz. (Oysa onların zannettiği şeyleri değil, dersleri, hocaları, günlük olayları,memleket meselelerini konuşurduk) El filan da sıkıyoruz.
Başörtülerimizi geniş bağlamadığımız için, “Seninki de tesettür mü?” lafını çok yiyoruz. Annem, görmüş geçirmiş bir Anadolu kadını. Tam tesettürlü biri tarafından dayak yemekten beter edildiğim birgün eve geldiğimde, “Lâzım olunca başörtünü masa örtüsü de yaparsın, deseydin ya!” diyerek gülüyor.
Sonra yasaklar geliyor. Zındıklık başa belâ ya okula devâm ediyoruz. Devlet kapısında da yasak devâm ediyor. Memur olup bir sürü erkeğin içinde zındık zındık çalışıyoruz.
Geniş başörüsünden ve pardesüsünden birgün bile tâviz vermeyen bir arkadaşımız, başörtü yasağı gelince okulu bırakmıştı. Yıllar sonra kendisiyle bir vâli eşi olarak karşılaştım. Sıkmabaş örtüsü ve dar etek ceketiyle protokolde gelenleri karşılıyordu. Elbette el sıkışarak. Pardesü, hayâtından çıkmıştı.
30 yılda ne çok şey değişti. Leylâ Şâhin’i, 28 Şubat’ta tanıdık. Gerçekten takdir edilecek bir mücâdele verdi. Fakat o günlerdeki Leylâ Hanım ile şimdiki Leylâ Hanım aynı değil. Şimdiki Leylâ Hanım, seksenlerdeki bize benziyor. 28 Şubat’daki Leylâ Hanım ise okulu bırakan arkadaşıma benziyordu.
Değişmeyen tek şey değişimdir ama toplum karşısına iddiâlı çıkan insanlardaki değişim, hiç kusura bakmasınlar eleştiriye açıktır. İstikrarlı olup olmadıklarına bakma hakkımız vardır. İstikrar nedir derseniz, örnek vereyim: Başbakan eşi olunca pardesüsünü çıkarmayan Nermin Erbakan, baş bağlama şekli hiç değişmeyen Mebrûre Kutan, Gülten Çiçek, Münevver Arınç gibi hanımların tesettürleri istikrarlıydı.
Seksenli yıllarda başörtüsü, sâdece sosyetik türban şeklinde protokolde yer almıştı. Bir bakan eşi türbanlıydı. Protokole girmesi, olay olmuştu. Başörtülü hanımefendi sürecinin ne kadar sıkıntılı olduğunu ise hep berâber gördük.
Başörtüsü Köşk’e ve protokole girer de kör olmayasıca basın boş durur mu? Mihriban Aliyev’i gözümüze sokup, ”Bir de bizim eziklere bakın!” diyerek bir şıklık yarışı başlattı. Köşk'e lâyık görülmeyen, Köşk'e çıktı diye kıyâmet kopartılan ve giydikleri yüzünden yerden yere vurulan Hayrünnisa Gül, gün geldi, sırf Emine Erdoğan’a nispet olsun diye “en şık” ilân edildi.
Artık bir zamanların her açıdan tesettürlü hanımları için kaç göç bitti. Uzatılan mikrofona şarkı söylüyorlar. Şık olmak, güzel fotoğraf vermek, çok önemli. Baş bağlama şekilleri, kıyâfetlerin rengi, yakadaki güller, topuklu ayakkabılar… Eleştirildikçe değişiyorlar, değiştikçe eleştiriliyorlar.
Başörtüsü, Şulebaşa dönüşerek her yere girdi. Fakat tevâzunun simgesi olamadı. Mazbutluk bitti. Tepeden aşağı doğru yayılan “şık bir güç” hâline geldi.
Şunu artık itiraf edelim: Geniş başörtüsü ve pardesü; kürsüye çıkana, makam masasına oturana, protokole girene yakışmayan çirkin bir kıyâfettir. İtirazı olan varsa aksini göstersin.
Türkiye’de insan hakları ihlâli olmadığını söyleyen AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Leylâ Şâhin Usta’ya, sâdece şunu söylemek istiyorum:
Çok şıksınız Leylâ Hanım! Neydi o pardesü ve masa örtüsü gibi başörtü?