2017 yılında Akşam Gazetesi'nin Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum ile yaptığı röportajda Uçum: Parlamenter sistemin otoriteleşmenin önünü açacağını söylemişti.
2017 referandumu öncesi Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ile yapılan röportajda, referandumda hayır oyu kullanacağını söyleyenlerin sürece neden itiraz ettikleri konuşulmuştu
Röportajın tamamı:
ZAMANIN İHTİYACIYDI
-‘Hayırcıların’ en çok kullandığı argümanlardan biri, “Bir yandan DEAŞ diğer yandan PKK terörü yaşanıyor. Anayasa değişikliğinin zamanı mı?”
Zamanlama irade ile belirlenmez. Bu anayasal değişiklikler, bir siyasi mühendislik faaliyeti değil. 15 Temmuz faşist FETÖ’cü darbe girişimi ve işgal hareketine karşı kurtuluş mücadelesi ve milli bir devrimle ortaya çıktı. Bahçeli’nin çıkışı ve toplumun talepleri, yürütmenin ihtiyacı bir araya geldi. Siyasetin görevi olgunlaşan değişikliklerin taşıyıcılığını yapmak, zamanın ihtiyacına yanıt vermektir. Böyle yapmayan siyasetçiler, siyasi yapılar, gericileşir, marjinalleşir ve sonuçta yok olup giderler.
OHAL TERÖRİSTLER İÇİN
- Deniyor ki OHAL'de demokratik bir referandum yapılamaz.
Fransa’da OHAL son iki yıldır olağan durum haline geldi, 15 Temmuz 2017’ye kadar uzatıldı. Fransa’da hem Cumhurbaşkanlığı seçimi hem de parlamento seçimi OHAL’de yapılacak. İkincisi Türkiye’deki bu OHAL, halka karşı değil halka düşman faşist FETÖ gibi yapılara ve terör örgütlerine karşı ilan edildi.
KRİZ İÇİN ELVERİŞLİ
-AK Partililer anayasa değişikliğinin gerekçesini "fiili durumu hukuki olarak düzeltmek" olarak sunuyor. Muhalefet ise “Madem fiili olarak yetki var, neden değişiklik istiyorsunuz” diyor.
Bu sistem, anayasal düzeyde kriz üretmeye elverişli bir sistem. Bu sistemi böyle devam ettirmek, geleceğe dönük siyasal krizleri ve otoriterleşme eğilimlerini devam ettirmek demektir. Halkın seçtiği Cumhurbaşkanı ile Meclis çoğunluğuna dayalı Başbakanlıktan oluşan mevcut durum, anayasal seviyede kriz üretebilen bir sistem.
-Yani Erdoğan için değil, Türkiye’nin istikrarı için isteniyor.
Şimdi sistemde bir sorun çıkmıyor ama bunun sebebi, Cumhurbaşkanı ile Başbakan'ın uyumlu çalışmasıdır. Ama bir sistemin geleceğini, insanların becerisine bırakamayız. Bunu değiştirmek için anayasal anormalliği düzeltmek lazım.
meşruiyet ihtiyacı
- Sistemde, halkın seçtiği Cumhurbaşkanına, TBMM Başkanı vekalet ediyor. Yeni sistemde Cumhurbaşkanı, yardımcıları atamayla geliyor. Bu milletin temsil gücünü yansıtmaz deniyor.
Bu son derece hatalı. Ya konuya hakim değiller ya da bilerek çarpıtıyorlar. Cumhurbaşkanı, ne kadar isterse o kadar yardımcı atayacak. ABD’de Başkan yardımcısının seçilmiş sayılmasının sebebi, bir meşruiyet ihtiyacıdır. Trump başkan seçildi, diyelim ki 6 ay sonra sağlık sebepleri nedeniyle görevinden ayrıldı. Yardımcısı Başkan olacak ve kalan 3.5 yılı tamamlayacak. Dolayısıyla orada bir meşruiyet sorunu olmaması için seçilmiş sayılması söz konusu. Bizim önerdiğimiz Cumhurbaşkanı yardımcısı ise seçimlere gidene kadar ki 45 gün vekalet edecek ve başkan sıfatı olmayacak. Bu sadece seçime götürme vekaleti, kalan süreyi tamamlama hak ve yetkisi yok. Öte yandan burada dolaylı bir meşruiyet de var. Cumhurbaşkanı yardımcısını tayin eden kişi zaten seçilmiş olan Cumhurbaşkanı, seçilmiş hükümetin tasarrufunun meşruiyeti söz konusu.
50+1 SİYASAL AKTÖR
Türkiye’nin mevcut sosyolojik yapısına göre yüzde 50+1 oya ulaşan herhangi bir siyasal aktör, çoğunluğun desteğini almış demektir. Çünkü hiç bir siyasi aktör tek bir kimlik veya ideolojinin desteğiyle yüzde 50+1 oyu alamaz. Türkiye’nin bu çeşitlilik içeren yapısı içinde yüzde 50+1 almak, çoğulculuğun minimum tabanıdır. Yüzde 50+1’i alan Cumhurbaşkanı, çoğulcu bir yapının desteğini alarak oraya geleceği için hiçbir zaman çoğunluğun azınlık üzerinde egemenliğini sağlayacak şekilde bir pratik üretemez. Çünkü böyle yaparsa o çoğulcu yapı dağılır, onu karşısına almış olur.
'Evet' demek cesaret ister
Türkiye’de, OHAL yönetimi altında yürüyen referandum sürecine dair bir tek sınırlama gösteremezler. Bütün medyada hayır’cıların sesi evet’cilerden fazla çıkıyor. Yani “Bu OHAL, hayırcıların sesini bastıracak” deniyorsa, bu nasıl bastırmadır ben anlamadım! Türkiye’de temsil alanlarında evet yanlılarının sesi çok az duyuluyor. En son Rıdvan’a, Arda’ya yapılanlara bakın. Şu anda ülkemizde hayır demekte dibine kadar rahatlar insanlar, ama evet demek bazı çevreler bakımından cesaret istiyor. Venedik Komisyonu raporu objektif değil. Fransa’da OHAL’de seçim uygundur deyip Türkiye’de değil demek iki yüzlülüktür.
Venedik'in sorgulaması haddi değil
'Anayasa değişikliği yılların birikimi' diyen Uçum 'Ne Venedik ne de başka kriterler bizi sorgulayamaz' dedi.
Evet demek isteyenlerin sesinin yeteri kadar duyulamaması, bir mahalle baskısının da göstergesi midir? Eski AİHM yargıcı Rıza Türmen de anayasa değişikliği paketinin TBMM’den geçiş hızını ve ‘Venedik Komisyonu Raporunu’ gerekçe göstererek ‘Kısa süredeki anayasa değişikliğiyle gelen sistem demokratik meşruiyet taşımaz’ diyor. Anayasa değişikliğini toplumun anlayabilmesi için gerek makul, evrensel bir tartışma süresi var mı?
Açık alanda söylemeye çekiniyorlar... Ayrıca OHAL ile terör örgütlerinin yarattığı korku ortamı izale edilerek insanların ve demokrasinin güvenliği sağlanır. Gelelim Rıza Türmen’in hızlı olduğu iddiasına. Türkiye sivil ve yeni anayasa ihtiyacını 90’lı yıllardan beri çok yoğun bir şekilde tartışıyor. Ben 1992’de başladım yeni anayasa ve sivil anayasa tartışmalarına ve ömrümün neredeyse yarısı bu tartışmayla geçti. Yani Türkiye’nin anayasa tartışması konuşunda çok büyük bir müktesebatı var. 2010 anayasa değişikliğinden sonra yeni anayasa platformu bütün Anadolu’yu dolaştı.
Müthiş bir birikimin sonucu
Mecliste kurulan Anayasa Komisyonu, sayısız anayasa toplantıları yaptı. Meclise toplumdan yüz binlerce görüş geldi. Meclis Uzlaşma Komisyonu, sivil toplum kuruluşlarını ağırladı ve onların görüşlerini aldı. Toplumun yeni anayasa talepleri konusunda 100 bin sayfadan fazla külliyat var. Dünyada belki de anayasa değişikliğini bu seviyede ve bu yaygınlıkta tartışan tek ülke Türkiye’dir. Müthiş bir birikim var, aceleye getirilmiş bir şey değil. Bir de 15-16 Temmuz, Milli Demokratik Halk Devrimi’nin ortaya koyduğu bir ihtiyaçtır, bu değişiklik. Bunun meşruiyetini ne Venedik komisyonu ne de diğer kriterler asla sorgulayamaz. Bu meşruiyet, Türkiye’nin ülkesel dinamiklerinden, siyasi gelişmelerden, toplumsal taleplerden kaynaklanan bir meşruiyettir.
'Tek adam rejimi' değil! Dengeli kuvvet
Cumhurbaşkanlığı sistemi, Türkiye’yi diktatörlüğe veya tek adam yönetimine mi götürüyor?
Bu tek kişilik hükümettir. Ama tek adam rejimi değildir. Tek adam rejimi otoriterliğe dayanan bir rejimdir. Kurulan sistem tam bir kuvvetler ayrılığını güvencelediği ve kuvvetler arasında bir denge sağladığı için buradan bir otoriterleşme çıkmaz, bu bir. İkincisi, yüzde 50+1 oy alan herhangi bir aday bir çoğulcu yapının desteğiyle bu oyu aldığı için onun sosyolojisi bu otoriterleşmeye izin vermez. Meclis kötüye kullanım ya da bir problem çıktığında mevcut cumhurbaşkanına karşı harekete geçme ve seçimleri yenileme imkanına sahip olduğu için de çıkmaz. Dördüncüsü ve daha önemlisi, hiç bir hukuki sistem kendi başına bir otoriterlik üretmez ve kendi başına otoriterliği engelleyemez. Otoriterlik ve tek adamlık meselesi, ekonomik, sosyal, siyasal koşullara, ülkenin bulunduğu konjonktür, bölgesel ve küresel egemenlik savaşlarıyla ilgilidir. Bütün bunları söylemek, bu sistemden bir otoriterlik veya diktatörlük çıkar demek, bir hukuk mühendisliği yapmaktır.
Demokrasiye inanmıyorlar
Muhalefetin böyle düşünmesinin temel kaynağı şu: Yani meclisi de hükümeti de aynı parti alırsa? Bu demokrasiye inanmamaktır. Tam tersine, bu tezi ileri sürenler otoriterleşme imkan açıyor. Demek istiyorlar ki öyle bir sistem kuralım ki Cumhurbaşkanı bir partiden, meclis çoğunluğu başka bir partiden olsun. Bu hukuk mühendisliği ve halkın iradesini bastırmak değil midir? Siyaset ve toplum mühendisliği yapmak değil midir? Tam tersine burada demokratik bir sistem, seçim ilkesine dayanan ve uyumsuzluk çıktığında halka giden bir sistem kurulmaktadır. Kötüye kullanım halinde de siyasi dinamikler, toplumsal tepkiler, o günün kamuoyu, demokratik reaksiyonlar devreye girecektir. Bu sistem sosyoloji ve siyasal dinamiklere alan açtığı yani meşruiyeti çok güçlü bir sistem olduğu için, otoriterleşme eğilimi gösteren siyasiyi anında tasfiye eder.
'Sol' da sağ da temsil ediliyor
-Sandıkta sol oyların yüzde 30’da kaldığı ve CHP’nin Cumhurbaşkanlığı sistemiyle hükümet kurma ya da ortağı olma olasılığının ortadan kaldırıldığı savunuluyor.
İktisatçı İdris Küçükömer’in “Türkiye’de sağ soldur, sol da sağdır” analizini hatırlamak lazım. Halkın karşısına tezle çıkma değil, halkın taleplerini teze dönüştürme siyaseti, sosyolojik siyaset solu belirler. CHP ise seçkinci, üstenci ve uzaktan temsil siyaseti yapar. Çok enteresan, sosyal politikaları ve halka dayanan siyaseti son 15 yıldır Türkiye’de kendisini muhafazakar demokrat olarak tanımlayan AK Parti uyguluyor. Bu anlamda, aslında Türkiye’nin solu da AK Parti’de temsil ediliyor.
Önceliğimiz yurtseverlik
CHP, esas itibariyle monolotik bir ideolojik anlayışa sahip, CHP’nin çoğulculaşması lazım. Milli ve yerel dediğimiz kavramın içeriği de budur. Yerel değerleri üzerinden toplumu kavramak, toplum mühendisliğinden, siyaset ve hukuk mühendisliğinden kaçınmak. Toplumun değerleri, talep ve ihtiyaçları üzerinden siyaset üretmek ve tez dayatmamak. Türkiye’de şu anda önceliğimiz artık yurtseverliktir. Tabii ki yurtseverliği güçlendirirken demokrasiyi geliştirmek de diğer bir yükümlülüğümüz. Değişimden kaçamayız ama değişimi ülkemizin bütünlüğünü gözeterek yapmak zorundayız.