27 Mayıs darbesinin üzerinden 60 yıl geçti. Hala darbeleri konuşuyoruz. Çünkü her on yılda bir siyaset kurumu çözüm üretme kapasitesini ya kaybetti ya kaybettirildi. Devlet şu veya bu şekilde yönetilecek, siyasetçi yönetemiyorsa bari askerler yönetsin denildi ve her zaman darbeleri alkışlayan, kinini demokrasinin önüne alan kitleler oldu.
Hiç şüphe olmasın ki bugün de var.
Var, çünkü iktidarın kullandığı politik dil hem kendi kitlesinde hem karşı tarafta nefret uyandırıyor. Bir noktadan sonra, –gitsinler de nasıl giderlerse gitsinler- düşüncesi hakim olmaya başlıyor. İşte darbecileri asıl cesaretlendiren budur. Bir nefret zemini varsa onun üzerinden her şey meşrulaştırılabiliyor.
Son yıllarda olur olmaz konuları beka sorunu haline getirdik, en çok da iktidar değişimini. Siyasetçiler, iktidarlarını kaybetme korkusunu topluma beka sorunu olarak takdim etmeyi başardılar. Aslında ortada onların söylediği anlamda bir beka sorunu yoktu. Ama devleti hassasiyetlerinin merkezine alan bir toplumda –beka- sorunu yaratmak, toplumu yönlendirmenin en etkili yollarından biridir. Türk toplumunda devlet sadece devlet değildir, din-ü devlettir, yani dinle özdeşleşmiş, kutsal bir hüviyete bürünmüştür. Böyle olunca da, söz konusu devlet olunca her şey teferruat olmaktadır.
Bir daha darbe olmasın diyorsak bunun yolu, her darbenin yıldönümünde tumturaklı nutuklar atmak değildir. Bir yerde demokrasi kültürü yoksa, partiler birbirini rakip olarak değil, düşman olarak görüyorsa, siyasetçiler toplumsal bağları güçlendireceklerine kendi ikballeri için bu düşmanlığı körüklüyorlarsa orada her zaman her şey olabilir. Beka sorunu derken devlet açısından değil ama demokrasi açısından kamplaştırıcı, hasımlaştırıcı bir dilin kullanılması, demokrasinin bekası açısından mutlaka sorunlar yaratır.
Dün Yassıada, Demokrasi ve Özgürlük adası olarak isim değiştirdi. İktidar orada ama muhalefet yoktu. Çünkü mevcut iktidar muhalefeti hiçbir zaman varlığı en az iktidar kadar gerekli bir kurum gibi görmedi. Muhalefeti hep terör örgütleri ile özdeşleştirmeye çalıştı. Seçimleri kendisi ile terör örgütleri arasında bir yarış gibi gösterdi. Olmadı, onları din ve ümmet çerçevesinin dışına çıkardı. Bunu güya darbe karşıtı bir organizasyon yaparken onları davet etmeyerek de yaptı. Bir adanın adını değiştirmenin demokratik tutumla alakası olmadığını bizzat kendi davranışı ile göstermiş oldu.
Darbelerin hukuku, vicdanı yoktur. DP’lilerin kayseri Cezaevinde, Yassıada’da nasıl insanlık dışı muamelelere tabi tutulduğuna dair sayısız hatıra kitabı yayınlandı. Darbeler, bir Başbakanı bir Cumhurbaşkanını okuma yazma bile bilmeyen bir ere ezdiren, dövdüren, işkence ettiren ara rejimlerdir. Dinamosu kin ve nefrettir. Gerekçesi her zaman bir grubun hain, düşman, satılmış ilan edilmesidir.
İşte uzun zamandır bu köşede nefret dilinin bırakılmasına dair yazdığımız yazıların nedeni budur. Nefret dili, belki bir parti seçmenlerini konsolide eder ama diğer taraftan pusuda bekleyenlere malzeme olur, iktidar karşıtlığını darbe yandaşlığına kadar götürebilir. İnsanları, gitsinler de nasıl giderlerse gitsinler noktasına getirir. Daha kötüsü toplumu paramparça eder, en hayati konularda bile bir araya gelinmesine mani olur. Böle böle, nefret tohumları eke eke yapılan bir siyaset sonunda bunu yapanların da başını yer. Siyasi iktidar bugün başaşağı gidiyorsa bunun nedeni budur. Kavgayı, kutuplaştırmayı siyasi bir yöntem olarak benimsemek en çok ülke ve demokrasiye zarar verir. Bu ülkede darbecilere en büyük malzemeyi her zaman hırsını dizginleyemeyen siyasetçiler verdi ve hala da seleflerinin yanlışlarından ders almayarak vermeye devam ediyorlar.