Demokrasinin bütün kurum ve kuralları ile işlediği yerde darbe olmaz.İnsanlar amaçlarına legal yollarla ulaşacaklarına inandıkları için illegal yolları denemezler. Darbeleri masaya yatırırken meselenin bu yönü özellikle dikkate alınmalıdır.

İlk soru,demokratik yarış kanallarının açık olup olmadığıdır. Daha önce de yazmıştım,bir yerde iktidarın alternatifi yok deniyorsa aynı zamanda orada demokrasi de yok deniyor demektir. Bugün en büyük problem iktidarla yarışacak bir muhalefetin olmayışıdır. Bu, muhalefetin zayıflığı kadar iktidar partisinin muhalefete yol vermemesi,alternatiflerine hayat hakkı tanımaması ile ilgilidir.

İkinci soru,dini grupların niçin siyasete müdahil oldukları, hangi gerekçe ile iktidar talep ettikleridir. Cemaat-iktidar ayrışmasından beri dini grupların siyasete katılmaları hararetli bir tartışma konusu olmuştur.. Ortak kanaat; dini grupların faaliyetlerini ahlaklı,namuslu,vatansever insan yetiştirmekle sınırlı tutmaları gerektiğidir. Ben de aynı kanaatteyim, toplumun siyaset yapan dini fırkalara değil,ahlak mayalayan dini ahlaki organizasyonlara ihtiyacı var. Aslında tarikatların,cemaatlerin varlık sebebi de budur.Ahlakı hamide sahibi insanlar ve onlardan oluşan bir topluma döl yatağı olmak.

Peki niye siyasete müdahil oluyorlar, bu amaçlarıyla çalışmıyor mu denilebilir. Bu suale herkesin bir cevabı vardır. En basit ve sığ analiz bu müdahaleyi yönetme hırsı gibi kişisel zaaflara bağlamaktır.Dini basamak yaparak dünyaya talip olmak sadece dini organizasyonların hatası değildir. Aynı zaafı belki daha yoğun şekilde siyaset alanında da görüyoruz.

Dinin sekülerleşmesi sadece dini cemaatlerin kendi iç yapılarından kaynaklanmıyor, bu biraz da dış sebeplerden meydana geliyor. Bu sebepler doğru tespit edilirse aynı cinayetlerle karşı karşıya kalmayız. Dini cemaatlerin siyasete müdahil olmasının iki önemli dış sebebi vardır. Dış dediğim, kendi varlıklarının, yapılarının dışındaki sebeplerdir. Bugüne kadar sağ partiler dini grupları hep oy deposu olarak gördüler.Desteklerini almak için onları kendilerine destek olmaya çağırdılar. Bir başka ifadeyle dini alandan siyasi alana çektiler. İnsanları fert fert muhatap almak yerine kollektif muhataplık gibi milletleşmeyi tehdit eden,toplumu katmanlara ayıran bir muhataplığı tercih ettiler.Desteklerinin karşılığını siyasi makam olarak ödediler,böylece dini cemaatleri siyasetlerinin parçası haline getirdiler. Bugün her cemaatin ayrı bir bakanlıkla tatmin edildiğini, kimsenin kendi alanına kimseyi sokmadığını biliyoruz.

İkinci dış sebep,sistemin uzun zaman dini hayatı ve dindarları tehdit olarak görmesidir. Dönem dönem gündemleştirilen irtica tehdidi ile dini hayat baskı altına alınmış, inanç ve yaşam tarzlarından dolayı insanlar zulüm görmüş, zorla siyasete itilmişlerdir. 28 Şubat olmasaydı bugün AKP olabilir miydi sorusunun cevabı bu tespitimizin en açık ispatıdır. Kenarda köşede oturan,nefis terbiyesi ile meşgul olan insanlar rahatsız edildikçe kendilerine yönelik bu tehdidi bertaraf etmek için siyasete yönelmişlerdir. Onun için mesele sadece şu veya bu dini grubun siyasi hırsı ile izah edilemez.Meselenin sosyolojik boyutu siyasi boyutundan daha önemlidir.

Darbeleri önlemede hukuku işletmenin,suça karışanları cezalandırmanın önemi elbette büyüktür. Ama unutulmamalıdır ki bir kaç yıl önce yaşanan Ergenekon,Balyoz gibi darbe yargılamaları bile askerin gözünü korkutmamış, yeni bir darbenin olmasına mani olmamıştır. İnsanların hayatlarında her zaman hayatlarından daha öne aldıkları değerler olacaktır.Öyleyse tedbirin de buna göre alınması gerekir. Bunun yolu da demokratik kanalları açık tutmak,alternatif siyasetleri engellememek,her iktidarın demokratik yollarla gidebileceği şuur ve şartlarını yerleştirmek,dini cemaatleri oy ve iktidar uğruna siyasallaştırmamaktır.