12 Eylül’ün üzerinden 44 yıl geçti. Ama bıraktığı acılar hala taze. On binlerce insan işkence gördü, yüzlercesi öldü veya sakat kaldı, elli civarında insan asıldı.
Darbenin çetelesi ile ilgili çok şey yazıldı. Lakin bir dönemin kapanması ile her şey kapanmıyor. İçinizde o kadar çok şey kalıyor ki.
Mahpustan çıkıyorsunuz ama mahpushane içinizden çıkmıyor. Sizinle yaşıyor. Bir film, bir hikâye, bir olay içinizi kanatmaya yetiyor, unuttuğunuzu sandığınız her şey önünüze dökülüyor. Bazıları için 12 Eylül geçmişte kalmış olabilir, bazılarımızın ise ruhunun kıvrımlarında hala yaşamaya devam ediyor. Öyle olmasa bu kadar yıl sonra bu yakınmalar olur muydu?
Türkiye’yi 12 Eylül’e sağ/ sol kavgası getirmedi, öyle bir kavga da yoktu. Sağ/ sol demek, iki tarafı eşitlemek, aynı düzlemde görmektir. Eğer bu ülkenin semalarında orak çekici, kızıl yıldızı dalgalandırmakla ay yıldızlı şanlı bayrağımızı dalgalandırmak aynı şeyse sağla sol da aynıdır.
Bu bir var olma yok olma kavgasıydı, Rusa mı yanaşalım, Çine mi yanaşalım diyenlere karşı, ‘hayır kendimiz olalım ’direnişiydi.
Önce bu hakkı teslim edelim. Diğer taraftan ülkeyi darbeye gençler sürüklemedi, gençleri kavgaya kim sürükledi, kim olaylara bilerek isteyerek müdahale etmediyse ülkeyi darbeye de onlar götürdü. Ne diyordu dönemin 2. Ordu komutanı Bedrettin Demirel; “Darbeye iki yıl önce karar verdik, olgunlaşması için bekledik” Olgunlaşmanın ne olduğunu anlatmaya gerek var mı? Bedrettin Demirel, açıkça görevimizi yapmadık, kavganın önünü açtık diyordu. İşte o iki yılda 5 bin genç öldürüldü. Herkes görevini yapsa belki bu kadar büyük faturalar ödemek zorunda kalınmayacaktı. Tek suçlu asker veya o günün bazı kamu görevlileriydi demiyorum, görevini ihmal eden bir kısım asker ve sivilin sorumluluğu var diyorum. Tek sorumlu elbette onlar değildi, ülkeyi yönetilemez hale getiren siyasetçilerin de sorumluluğu vardı. Aylarca meclis bir cumhurbaşkanı seçemedi. Ama sonunda herkes paçayı sıyırdı, bütün bedeli gençler ödedi. Bugün hep ağlayan, her 12 Eylül’de acıları tazelenen de onlar.
Meşru ve haklı darbe yoktur. Herkesin kurallara uyduğu, görevini yaptığı bir ülkede kimse darbe yapmaya cesaret edemez. Öyle bir sosyo politik zemin de oluşmaz.
Darbesiz bir Türkiye ancak hukukun üstünlüğünün sağlanması ile mümkündür. Siyasetin çözüm üretemediği, hukukun tatile çıktığı her yerde darbe dahil her şey mümkün hale gelir.