Sokrates’in öğrencisi Platon’un diyaloglarında Atina’da var olan ve ağırlık kazanan düşünce sofistlik üzerinde yoğunlaşmıştı.
Sofist düşünceye göre insanın hayatı dünyanın hayatından daha önemlidir; asıl bilgi dünyayı değil insanı bilmektir. Tanrılar evreni yönete dursun, insan kendi hayatını yönetmeliydi. İyi ile kötüyü, doğru ile eğriyi, ayırt etmesini öğrenip hem kendini hem başkalarını adam etmelidir. Bütün bilimlerin amacı insanların daha iyi insan olmalarını sağlamaktır.
Sokrates’in fikrine göre felsefe tabiattan çok insana, fizikten çok alaka bağlanmıştır.
Bu zaman içinde Atina’daki sofistler içinde iki düşünce çatışması görülmüştür.
1-İnsanlar doğuştan eşittir; toplumun kötü düzenini onları bozuyor; güçlüler güçsüzleri eziyor; kanunlar güçlerin elinde güçsüzlere karşı silah oluyor.
2-İnsanlar doğuştan ne iyi ne de eşittirler. Yalnız güçlü ve güçsüzler vardır; o güçlünün güçsüzü yönetmesi, ezmesi tabiat gereğidir ve doğrudur. İnsan haklı olmaya değil, kuvvetli olmaya bakmalıdır.
Bu iki düşünceden birini Atina devleti tercih ederken, ikincisini Sparta devleti tercih etmişti.
Birinci görüş daha çok halkçıların, ikinci görüş ise daha çok aristokratların ve zenginlerin ekmeğine yağ sürüyordu.
O zaman içinde Atina’da yaşayan 400.000 Atinalı’nın 250.000’i hiçbir siyasal hakka sahip olmayan kölelerdi. Geri kalan 150.000 yurttaştan da küçük bir azınlık büyük meclise girebiliyor devleti yönetenler Yurttaşlar listesinden alfabe sırasına göre seçiliyordu.
Böylece her halk çocuğu her an, devleti yöneten 1000 kişinin arasına girebiliyordu.
Atina kendilerine göre bir demokrasi şekillendirmişti. İçinde bir nebze halk olan, bir nebze katılım olan, en azından katılımın çoğunluğunun karar alabildiği bir demokrasi başlangıcı.
Atina yüzyıllar boyu devam eden bir devlet yapısına sahip oldu.
Roma İmparatorluğu’nun köklerini Atina’dan aldığı tarihçiler tarafından iddia edilir.
Peki ya Sparta toplumun tüm haklarını, tüm karar mekanizmalarını, tüm emek birikintilerini kişiye ve bir oligarşiye teslim eden Sparta tarihin derinliklerine çok kısa zamanda gömüldü.
Yaklaşık 2500 yıl önce yaşanmış toplumsal davranışlar aslında günümüze de ışık tutmaktadır.
Türklerde tüm boyları ve katılımıyla gerçekleşen kurultayların yapılması, meşveret meclislerinin kurulması, töre(kanun) geleneğinin oluşması.
Hiçbir hanın kararının törenin üstünde kabul edilmemesi ve kanun hakimiyetinin toplumsal kabulü bugün dünya üzerinde yaşayan insanlara bir ışık tutmaktadır.
Tercihlerimizi çoğulculuk, katılımcılık ve demokrasiden yana kullanırsak toplum olarak kurduğumuz düzenler 100 yıllarca sürebilir.
Bizden sonraki nesiller var olana daha da katkı yaparak toplumsal düzeni daha ileriye taşırlar.
Tercihlerimiz sadece kendi hayatımızı değil bizden sonraki hayatları da etkileyecek olgulardır.
Demokrasiden geriye gitmek bir toplum için en büyük yıkım olarak kabul edilmelidir.
Türk toplumu medeniyet kurucu özelliğiyle, tüm saldırılara karşı millet olma bilincini en üst noktada yaşayabilme yetisi ile, tarih boyunca tüm değerlerini korumak için üstün gayret ve kahramanlık göstermesi ile dünya ölçeğinde demokrasiyi en çok hak eden milletlerin başında gelir.
Ama önce istemesi lazım…