Sevgili arkadaşlar;
Günlük polemiklere girmeksizin, hepinizin de gözlemlediğiniz üzere, halihazırda muktedirler tarafından siyasete el konulmuş ve demokratik kurumların hepsi anlam ve önemini yitirmiştir.
Öyle ki, Türk milletinin 142 yıldır eksik ve gediğiyle bir biçimde işlettiği "seçim" mekanizması bile, sahih seçenekler arası adil bir "yarışma" olmaktan çıkmıştır.
Bu durumun sebeplerini ayrıntılı olarak tartışmak başka bir yazının konusu olmakla birlikte, bu aşamada çıkış yolunun ise; Türk milliyetçilerinin bırakınız temsili demokrasiyi, "katılımcı demokrasinin" bütün fikri ve sosyal alt yapısını kuracak şekilde derhal hazırlıklara girişmek olduğunu ifade etmeliyiz.
Kimse bu tespit ve temennimizden sakın artık fonksiyonlarını kaybetmiş ve "sanal seçenekler" durumuna düşmüş ve mevcut sistemin sözde meşrûiyetine hizmet eden siyasi partilerden, yeni birinin daha kurulması gerektiği yönünde bir arayış içinde olduğumuz sonucuna varmasın.
Lafı eğip bükmeden öncelikli kastımızın, "demokratik sivil siyaset" zeminini güçlendirecek şekilde, 16 Nisan 2017 tarihli referandumda özellikle 30 büyük şehirde kendini göstermeye başlamış Türkiye'nin "yeni sosyolojisi" ve oradan ortaya çıkmış talepleri esas alacak bir biçimde derinlikli ve nitelikli çalışmalara başlanılmasıdır.
Bu anlamda ümidini kaybetmiş bazı arkadaşlarımız, içinde bulundukları mecburi şartlar sebebiyle iradesi ifsâda uğratılmış milletimizle bu işin olmayacağı, kimsenin böyle bir demokrasi talebi bulunmadığı yönündeki beyanlarına katılmak mümkün değildir.
Aksine, 16 Nisan 2017 tarihinde Türk milleti tarafından ortaya konulan iradenin "siyasete öncülük" yapan kadrolar tarafından hiç anlaşılmadığını ve kendilerine keyifle devralacakları yeni koltuklar hazırlandığı gibi "muhteris" değerlendirmelere konu yapıldığını da ifade etmeliyim.
Hiç bir kesim veya siyasi görüş sahipleri de lütfen kusura bakmasınlar, hukuk ortak paydası ve demokrasi talebiyle birlikte, nimet-külfet dengesini gözeten, üretim ve paylaşımı esas alacak bu nitelikteki hazırlıklara öncülük ve sözcülük yapma görevi de, çok geniş bir toplumsal ve hukukî meşrûiyete sahip olmaları sebebiyle Türk milliyetçilerine düşmektedir.
Yeter ki, Türk milliyetçileri olarak; devletin bekâsı ve milletin birliğini korumanın en "sahih" yolunun âdil bir devlet ve sosyal düzen kurmaktan geçtiğini, bunun da Türk milletinin demokratik katılımı ile gerçekleşebileceğini tam olarak kavrayabilelim.
Hepimiz bir daha anlamış bulunuyoruz ki, ülkemize yönelik "tehdit ve algılarımız" siyasi tercihlerimiz üzerinde belirleyici bir role sahiptir. Hatta bu tercihler bazen de diğer belirleyici faktörlerin önüne geçmektedir. Dolayısıyla algılarımıza konu olan bu tehditleri defetmek için de "içimize kapanarak", hukuk ve demokrasiyi askıya almak zorunda da değiliz.
Aksine içe dönük böyle bir savunma mekanizması, toplumsal enerjimizi bertaraf edici, sosyal bünyemizi zayıflatıcı ve bizleri rasyonel karar ve çözümlerden uzaklaştıracak tehlikeleri de içinde barındırmaktadır.
Öncelikli olarak içinde bulunduğumuz bu durumla yüzleşmez, içinde bulunduğumuz kabilenin konforunu yaşayacak şekilde, taşıdığımız unvan ve statülerin cazibesine katılır ve yanaşma düzeninin kurallarına tabi olmaya devam edecek olursak, "siyaset", toplum olarak yaşadığımız problemlerin "çözüm" adresi ve kurumu olmaktan çıkacak ve toplumda daha da anti-demokratik eğilim ve arayışlara yol açılmış olacaktır.