Dertlere derman bulunması için illaki yayın yapılması mı gerekiyor?

Abone Ol

Birkaç gün önce televizyon haberlerine göz gezdirirken Bingöl’ün Karlıova İlçesi’ne bağlı Kaynarpınar Köyü’ndeki Aktaş Mezrası’nda oturan bir ailenin okula giden iki çocuğu ve o ailenin dramı karşısında suçlu benmişim gibi üzülmüştüm. Bir baba, bulundukları yere servis gelemediği için iki çocuğunu okula yetiştirebilme gayretiyle her gün sular seller akan derelerle engebeli ve tehlikeli tepeler aşarak dört kilometre yolu kat etmek zorundaydı. Gerçi özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, hatta Karadeniz Bölgesi’nin bazı yerlerinde buna benzer pek çok örneğin yaşandığını bilip zaman zaman hepsine üzülüyor olsak da gündemde olan bu idi.

Nihayet, 4 Kasım günü aldığım haber yüreğime su serpti; “Kaymakamlık, servisin geçebilmesi için köprü yapmaya karar vermiş!” Vermiş ama neden sonra?

“Neden sonra” dememin sebebi, tıpkı gecikmiş adaletin “adalet” olmaması gibi bir his, bir duygudan dolayı. Bir Kaymakam, bir Vali ve hatta bir Muhtar beldesinde, bölgesinde olup bitenden haberdar olmak zorundadır. Toplantılarda, orada burada Ayet, Hadis ve mesela Mehmet Akif’ten şiir okumak iyidir hoştur ama gereğini yapmadıktan sonra boştur.

Mehmet Akif Ersoy, “Koca karı ile Ömer” isimli, şiirinde Hazreti Ömer’in, “Derdi olan var mı” diye gece yarılarında Medine mahallelerini dolaşıp durduğunu Sahabelerden Abbas’ın ağzından ne güzel anlatır:

"Bir karanlık geceydi pek de ayaz..

İbni Hattâb'ı görmek üzre biraz,

Çıktım evden ki yollar ıpıssız.

Yolcu bir benmişim meğer yalnız!

Aradan geçmemişti çok da zaman,

Az ilerden yavaşça oldu iyan,

Zulmetin sînesinde ukde gibi,

Ansızın bir müheykel a'râbî!

Bembeyaz bir ridâ içinde garîb,

Geliyor muttasıl mehîb mehîb.

Ben sokuldum, o geldi, yaklaştık;

Durmadan karşıdan selâmlaştık.

Düşünürken selâm alan sesini,

O heyûlâ uzandı tuttu beni:

Bir de baktım, Ömer değil mi imiş?

- Yâ Ömer! Böyle geç zaman, bu ne iş?

- Şu mahallâtı devre çıkmıştım...

Gel beraber, benimle, üç beş adım…”

………………………

O bir Halife, O bir Devlet Başkanı ama gecenin sessizliğinde yalnız başına mahalleleri dolaşıp durum tespiti yapıyor. Şiir uzun; bilenler biliyor da merak eden bulup okusun…

Vali ve Kaymakam Beylere “Siz de Hz. Ömer gibi sırtınıza un çuvalını yüklenip başkalarından yardım da istemeden muhtaçlara dağıtın” ya da “Elinize kazma kürek alıp yol açın, köprü yapın” demiyoruz. Devir değişti, imkânlar çoğaldı. Maşaallah, Hazreti Ömer gibi hasır üstünde de oturup kalkmıyorsunuz; şatafatlı odalarınız, lüks makam araçlarınız var. Var ama sağınızı solunuzu da görecek, o zavallı ailelerin, garip çocukların çektikleri çileler sosyal medyada yayıldıktan, gazete ve televizyonlara konu olup sağır sultanlara bile duyurulduktan sonra harekete geçmeyeceksiniz!

Ne yazık ki güzel yurdumuz Türkiyemizde böyle bir anlayış, böyle bir vurdumduymazlık var. Artık ayyuka çıkan taciz ve tecavüz olaylarında, kadınlara uygulanan şiddet ve hatta öldürmelerde, hasta ve çaresizlerin durumlarında da benzer uygulamalarla karşılaşıyoruz. Ne zaman ki onların yürekler yakan görüntüleri ortaya çıkıyor; o zaman mülki amirler ve bazen de zenginler ya da hayırsever vatandaşlar harekete geçiyor. İşin garibi, herkesin güveneceği tek merci olması gereken adalet kurumu bile kamuoyunun tepkisine göre hareket edebiliyor!.

Durum böyle olunca “Sosyal Devlet” ilkesi çöpe atıldığı gibi, “Türkiye bir hukuk devletidir” sözünün üstüne de kopkoyu gölgeler düşüyor.

Sosyal Devlet ilkesi ne yazık ki asıl sahip çıkıp uygulaması gereken siyasiler ve yöneticiler eliyle çöpe atılıyor. En tepeden başlayarak en küçük belediyelere ve devlete ait şirketlere kadar her yerde kadrolar eş, dost ve akrabalar arasında paylaştırılıyor. Devletin malını çalıp çırpanlara adeta fırsat veriliyor, 3 – 4 yerden maaş alanlar hızla çoğalıyor ama öbür tarafta da milyonlarca işsiz aç geziyor. Anaokulu ve hatta İlkokullarda çocuklara “Okul yolu düz gider/Çocuklar bayram eder” diye şarkılar öğretsek de yukarıda verdiğimiz örnekte olduğu gibi okul yolunu herkesin ulaşabileceği ölçülerde açamamışız.

Hukukun üstünlüğüne inanıyoruz ama bir türlü sağlayamıyoruz. Rahmetli Abdurrahim Karakoç’un bir şiirinde, “Adalet felç oldu yürür değnekle” diyerek çok güzel ifade ettiği gibi bu konuda da bocalayıp duruyoruz.

Sonuç: Geciken adalete nasıl ki “adalet” denemezse geciken hizmet de “hizmet” değildir. Önemli olan insanları mağdur etmemek, mağduriyetleri önceden görüp gerekli tedbirleri zamanında almaktır.