Devlet İşlerinde Akraba, Akrep Gibidir!

Abone Ol

İslâm târihinde devlet yönetiminde akrabaların kayırılması, Hz. Osman devrinde başladı.

Hz. Ömer, fitnenin deniz gibi dalgalanacağını, Hz Peygamber’den işitmişti. Bu bahsi ashâba hatırlattığı zaman Hz. Huzeyfe, “Senin zamanınla o fitne arasında bir kapalı kapı vardır.” dedi. Hz. Ömer, ”Bu kapı kırılacak mı yoksa açılacak mı?” diye sorunca Huzeyfe’den, “Kırılacak” cevâbını aldı. “Öyle ise artık kapanmaz.” diyerek çok üzüldü.

Hz. Ömer, kendisinden sonra Ümeyyeoğullarından Hz. Osman halife olursa akrabalarını kayıracağını biliyordu. Böylece Hâşimîler ve Emevîler arasında rekâbet başlayacak; devlet zayıflayacaktı. Nitekim Hz. Osman, Velid’i Kûfe Vâlisi yaptı. Hem Velid’in hem Emevîlerin kötü hâllerinden fitne çıktı. Hz. Ömer’in adâletiyle kapalı kalan fitne kapısı, Hz. Osman’ın yanlışları yüzünden kırıldı. “Makamlara akraba getirme” fitnesi, dâima İslâm devletlerinin başına dert oldu. Çünkü, “Akrabaydık, akrep olduk biz bize / Akrep etmez, akrabanın akrabaya ettiğin” sözü, devlet işlerinde de geçerliydi.

.....

Merve Kavakçı’nın kızı Mariam Kavakçı, Cumhurbaşkanı danışmanı oldu. Arkasından diğer kızının da aynı görevde olduğunu öğrendik.

Merve Kavakçı’nın başına gelenleri unutmak mümkün değil. Sizleri bilmem, Meclis kürsüsünü işgâl ederek “Dışarı dışarı!” diye el çıpan “şirret laikçi” vekil hanımları hiç unutmadım. Hemcinslerine “Hoşgeldin” demek yerine, cansiperâne bir şekilde laik Cumhuriyeti kurtarmışlardı.

Allah, hiç kimseyi kendi işinin câhili yapmasın. Bu lâik hanımlar, Cumhuriyet’in ilânından sonra vekil olmak isteyen Nezihe Muhiddin gibi okumuş modern hanımların, bizzat kurucular ve destekçisi olan basın tarafından, sırf kadın oldukları için Meclis’e sokulmadığından habersizler.

Gözünüzün önüne şöyle bir fotoğraf getirin. Devrin CHP’lileri ve başta Yunus Nâdi olmak üzere gazeteciler, Meclis kürsüsünü işgâl etmişler, “Dışarı dışarı!” diye bağırıyorlar. Olanlar, işte tam da bunun gibi bir şeydi. Kavakçı, Nezihe Muhiddin’den şanslıydı. Hiç olmazsa seçime ve Meclis’e kadar girebilmişti. Nezihe Hanım, seçime bile giremedi. Sonunda aklını kaçırdı.

Fakat...

Merve Hanım’ın yaşadığı haksızlığın telâfisi için Kavakçı soyadını taşıyan herkesin bir yerlere mi gelmesi lâzım? Böyle bir hak, sâdece ve sâdece Merve Hanım’ın hakkıdır. Ayrıca bu memlekette 28 Şubat mağduru binlerce Anadolu kızının hayâtı karardı. Yurt dışında okuyacak paraları da yoktu. Kariyerleri bitti. Seviyelerinin çok altında işlerde çalıştılar. Evliliği çâre olarak görenler içinde, farklı mağdûriyetler yaşayanlar oldu. Dindar erkeklerin pençesiyle 28 Şubatçıların pençeleri arasında kaybolup gittiler.

Bu hanımların hakları ne olacak?

Kavakçı âilesinin zekâsına ve akademik başarısına sözümüz yok. Ravza Kavakçı’nın kızkardeş kontenjanından vekil olması da mühim değil. Fakat Merve Kavakçı’nın iki kızının da Cumhurbaşkanı danışmanı olması, hoş olmadı. Açıkçası buna, öncelikle Merve Hanım’ın izin vermemesini beklerdim.

Ancak ben, işin bu tarafında değilim. Burası Türkiye. Böyle şeyler hep oldu ve olacak.

İki gündür bu atamanın nasıl savunulacağını bekledim. Vazife, kendisi de genç yaşında erken mürüvvet gören, bu yüzden de bol bol çuvallayan gazeteci kızımıza düştü. Hani bir zamanlar Erdoğan’ı Vahşi’ye benzetip, Gülen’e şiir yazan Hilâl kızımıza. Hilâl Hanım’ın mâzisini hatırlatmamın sebebi şu: Akıl bâliğ olmadan mürüvvet görenler, dostunun yüz karası, düşmanın maskarası olabiliyorlar. Bu yüzden danışan olacak yaşta, danışman olmamalılar.

Hilâl Hanım’ın savunması şöyle: Daha çocukken saldırıya uğrayan Kavakçı kardeşler, Amerika’ya gitmek zorunda kalmışlar. Meryem, 19 yaşında George Mason Üniversitesi'nde lisans eğitimini bitirmiş. Ardından iki alanda yüksek lisans ve sonunda Nobel ödüllü Aziz Sancar'ın da mezun olduğu Dallas Teksas Üniversitesi'nde doktorasını tamamlamış. Hangisinin kendisine âit olduğu belli olmayan bâzı fotoğraflar üzerinden hedef gösterilmiş.

Doğruya doğru! Merve Hanım’ın kızları, daha ilkokuldayken kamerelar önünde incitildi. Belki daha kötü şeyler de olacaktı.

Sosyal medyada dolaşan fotoğrafların sahte olduğu da doğru olabilir.

Açıkçası dili dışarıda fotoğrafı görünce küçük dilimi yutacaktım. Böyle birçok fotoğraf, Meryem Hanım’a âit değilmiş meğerse. İyi de o zaman niye alelacele twitter hesâbı kapatıldı? Asıl şüpheli durum, bu değil mi?

Bu kafa karışıklığımız bir yana, vaktiyle yazdıklarını bugün inkâr eden bir gazetecinin bu konuyu savunması, Meryem Hanım açısından başlı başına bir tâlihsizlik değil mi?

Daha da vahimi, Hilâl Hanım, konuyla ilgili yazısında, Ka’be’nin anahtarının geleneğe uygun olarak Hz. Osman’a verilmesini hatırlatarak ehliyet ve liyâkate vurgu yapmış. Kavakçı kardeşlerin atamalarını savunmuş. Aynı yazar, Taraf gazetesindeyken Başbakan Erdoğan’a, Hz. Ömer’in adâletini hatırlatıyordu. Bu tarafa geçince “Hz. Osman”cı oldu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, “Doğru yoldasın” diyor.

İşte meselenin bam teli de burası.

Hz. Osman örneğini verip Kavakçılar üzerinden akraba atamasını savunmak, ileride olacak daha büyük bir atamanın alt yapısıdır. Toplum olarak akraba atamasındaki hikmete alıştırılıyoruz.

Öyle bir hikmet yok ama öyle bir fitne var! Ayrıca ortada, en tepeye gelecek ehliyetli ve liyâkatli bir akraba da yok. Görünen köy, kılavuz istemiyor. Kılavuzu karga olanın da burnu, delikten çıkmıyor. Kültürden, tefekkürden, târih bilgisinden, analitik zekâdan mahrum, içi boş köşe yazıları, en az bu twitter pozları kadar tehlikeli.

Cumhurbaşkanlığı, herhangi bir makam değil. Devletin tepesi. Cumhurbaşkanı danışmanlarının sıradan insanlar olmaması lâzım. Kimse kusura bakmasın, eğer o twitter pozları doğruysa orada, istikbâlin Mari Curi’sini değil, sıradan bir genç kız gördüm. Değilse Meryem Hanım’dan özür diliyorum.

Şimdi, benim merâmın şu:

Birincisi; fetvâlarıyla bizi hayretten hayrete düşüren Hayrettin Hoca’nın, başörtülü kızların twitterda lüzûmsuz ve edebe mugayyir pozlar vermesi hakkında ne düşündüğünü bilmek istiyorum.

Derse ki, “Bunda, sigara meselesindeki gibi bir mesaj yoktur, câizdir.” o zaman asıl isteğime geleyim.

İyi bir üniversitenin iyi bir bölümünden mezun oğlum var. Dürüst, ahlâklı bir çocuk. Sigortası da var. İngilizcesi de ileri düzeyde. Kavakçı soyadına, hay Allah dilim sürçtü, bu danışman kızımıza tâlibim. Bu kızı, saraydan istiyorum. Vermezlerse kaçıracağım. Evet, Saray’dan kız kaçıracağım. Yoksa aklımı kaçıracağım.

İyi ki mîzah var. Yoksa nasıl teselli olurduk?

Bir tarafta, konu mankeni gibi pozlar veren modern başörtülüler, Büyük Doğu neslinin danışmanı olsun; diğer tarafta ise siyah çarşaflı Büyük Doğucu kızımız, başı açık hanımları soyulmuş domatese benzettiği için, yeni nesil Büyük Doğuculardan alkış alsın.

İçkili mekânlarda başörtü mücâdelesi veren hanım kızların savunulmasına hiç girmek istemiyorum.

Ruh sağlığımızın bozulduğunu söyleyen Devlet Bahçeli beni duyuyor mu?

Böyle böyle aklımızı kaçırıyoruz da.