Namazdan sonra muhabbet ederken dostum camide Allah(cc)’ın isimlerinin yanına asılmış başta Resulullah (sav) ile Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in isimleri hakkında bana şöyle bir soru sordu:
“Allah’ın evinde, Allah’ın isimlerinin yanında bu isimlerin ne işi var? Niye Resullerden Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Nuh, Hz. Adem gibi Resullerin isimleri yok?”
Arkadaşıma şöyle cevap vermiştim:
“Biz bu meseleyi gençliğimizden beri birçok kereler tartışmış ve bunun Sünni İslam geleneğinin bir uygulaması olduğu fikrinde karar kılmıştık. Diğer mezheplerin camilerinde böyle bir uygulama yok zaten. Ama iyi niyetle koymuşlardır.”
Arkadaşım beni şöyle ikaz etmişti:
“Kur’an’da adı geçen Lat, Menat, Uzza isimli putlar da geçmiş toplumların önde gelenleriydi. Bunlar da iyi niyetle yüceltildi ve zamanla vahihden uzaklaşılınca put haline geldiler. Aynı tehlike camilerdeki bu uygulamada da geçerli değil mi?”
Doğrusu o gün arkadaşımın ikazına hak vermiştir.
Öyle ya neden Kur’an’da adı geçen Resullerin adı değil de, Sahabelerin adı vardı camilerde?
Sonra aklıma Resulullah’ın (sav) dostlarını ikaz etmesi geldi:
“Beni İsa Nebi yüceltmeyin. Sonra ilahlaştırırsınız.”
“Ya Resulullah, bizim elimizde vahiy var.” Dediklerinde Resullullah’ın dostlarına verdiği cevap doğrusu beni çok ürkütmüştü:
“Onların elinde vahiy yok muydu? Vahih bağlamından uzaklaştırılırsa Resuller bile ilahlaştırılır.”
Öyle olmamış mıydı? Yahudiler, Allah(cc)’ın Resulü Hz. Üzeyir’i (as) yüceltip Allah’ın oğlu, Hıristiyanlar Allah(cc)’ın Resulü Hz. İsa’yı (as) yüceltip Allah’ın oğlu yaparak ilahlaştırmadı mıydı?
Zümer suresini okurken karşıma çıkan, “Dininizi Allah’a has kılarak ibadet edin.” Ayeti dostumla yaşadığım o hadiseyi yeniden hatırlattı. Doğrusu, “Bir Müslüman olarak ben dinimi Allah’a has kılarak ibadet edebiliyor muyum?” sorusu aklıma takıldı.
Herşeyin biribirine karıştığı günümüzde Hak ile batıl da birbirine karıştırılarak takdim ediliyor ne yazık ki!
Bugün de birçok İslami kavram bağlamından koparılarak yanlış yorumlanmakta ve heder edilmektedir. İslam dinine inanan Müslümanlar olarak kendi kavramlarımıza Kur’an anlayışı içinde sahip çıkmazsak birileri kavramlarımızın içini farklı şeyler doldurarak bizi felakete sürükleyebilir ki, İslam tarihi bu tür vakalarla doludur.
“Dininizi Allah’a has kılarak ibadet edin.” Ne demekti?
“Din nedir, dinin sahibi kimdir?” gibi sorular günümüzde en çok karşılaştığımız konuların başında gelmektedir. Bu açıdan dinin sahibinin kim olduğunu öğrenmeden önce dinin ne olduğunu tespit etmek gerekiyor.
Genel olarak İslamiyet’te din, “İlkeleri Allah (cc) tarafından konulan ve insanları O’na ulaştıran yol, hayat nizamı, Allah’ın hükmü ve yönetimi.” olarak tarif edilir. Onun için İslâm inancına göre dinin sahibi Allah(cc) ve ismi de İslam’dır.
Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün Resullerin getirdiği hak dinin ortak adı da İslâm’dır. Bu dinde, Allah(cc)’ın varlığı, birliği, zât ve sıfatları açısından O’nun mükemmelliği, nübüvvet ve âhiret inancı gibi temel itikadî prensipler değişmez ilkeler olarak yer almıştır.
Din kavramını Kur’an ışığında değerlendirmezsek kavram kargaşası içinde boğulmamız mümkündür.
Hidayet rehberimiz ve tek yol göstericimiz olan Kur’an-ı Kerim’de din kelimesi doksan iki yerde direk, üç âyette de değişik türevleri yer almıştır. Bu ayetlerde genel olarak din, kişinin bütün hayatını yüce Allah(cc)’a bağlaması, teslim olması, her zaman hatırlaması, koyduğu hükümlere, helal ve haram ilkelerine uyması anlamlarında kullanılmıştır.
Allah (cc) katında tek din vardır; onun adı da İslam’dır. Kur’an’da bu hakikat ayetlerde çok açık biçimde ortaya konmuştur:
“Allah katında din şüphesiz İslâm’dır.” (Âl-i İmrân, 19)
“Kim İslâm’dan başka bir dine yönelirse onun dini kabul edilmeyecektir; o âhirette de kaybedenlerdendir.” (Âl-i İmrân, 85)
“Bugün sizin için dininizi ikmal ettim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslâm’a razı oldum.” (Mâide, 3).
Dinin bize gelmesinde elçi olan Resullulah (sav) da, “Allah indinde dinin aslı hanîflik ve İslâm’dır.”, “Dini kuvvetli kılan Allah’a hamdolsun.”, “Dinde genişlik kılan Allah’a hamdolsun.”, “Din nasihattır.” Buyurarak dinin tek sahibinin Allah (cc) olduğunu açıklamıştır.
Kur’an ve hadislerdeki dinin açıklamalarına bakarak genel bir din tarifi ortaya koyan âlimler de, “Din, akıl sahiplerini Resullerin bildirdiği gerçekleri benimsemeye çağıran ilâhî bir kanundur.” Demişlerdir.
Din bütünüyle Allah’ındır. Hükümler O’na aittir. Haram ve helal koyma yetkisi sadece Allah’a aittir. Bunun için Zümer suresi 3. Ayette, “Dininizi Allah’a has kılarak ibadet edin.” Denilerek rotamız çizilmiştir.
Kur’an niçin, “Dini Allah’a has kılmak” gibi bir kavrama yer vermiştir?
Din zaten Allah’ın değil midir? Bunun değişik yerlerde tekrar tekrar anlatılmasının mantığı ve sebebi nedir?
Allah(cc)’ın olan, Allah(cc)’a özgü olan dini yeniden Allah(cc)’a has kılmak sadece O’nun söylediklerini yapın anlamına gelen bir tevhit ilkesidir. İbadetlerini yaparken araya başka kimselerin sokulmaması için insanlar Alllah’a ortak (şirk) koşulmaması hususunda uyarılmaktadır.
İki tane din vardır; Biri esası “Tevhit, Nübüvvet, Haşir ve adalet-İbadet” olan ve bütün Resullere inzal buyurduğu İslamdır. Diğeri ise, İslam’ın dışında, ama İslam’a alternatif olarak uydurulmuş, kotarılmış, insanları heva ve heveslerine taptırmak için icad edilmiş her türlü yaşam biçimi, bütün doktrinler, ideolojiler ve hayat felsefeleridir.
Din bütünüyle Allah(cc)’ındır. Fakat Allah’a inanmasına rağmen O’na ortak koşmadan inanmayan müşrikler, dini Allah’ın olmaktan çıkartıp, insana has kılmanın bahanelerini de üretmektedirler. Böyleleri dini Allah’a has kılma yerine aracılara has kılmaktadırlar.
Dini Allah’a has kılmak, biz insanlar açısından geçerli bir tutum, davranış ve iman biçimidir.Hayatımızın her alanında pratik sonuçları bulunan temel bir iman meselesidir. Bu anlamda dini Allah(cc)’a has kılmak, “İlah ve Rab olarak Allah’ı tanımak, ibadeti yalnızca O’na yapmak, O’ndan başkasından yardım talep etmemek, Allah’dan başkasının şefaat edeceğine inanmamak, din gününün sahibinin yalnızca ve yalnızca Allah olduğuna inanmak.”demekttir.Bu iman esasları rehberimiz kur’an’da açık biçimde belirtilmiştir. Bu açıdanMüslümanlar, Allah(cc)’ın iradesine ve hükmüne rağmen kendileri, birtakım sebeplerle, kendi heveslerine uyamazlar. Uyarlarsa haşa Allah(cc)’a ortak koşmuş olurlar.
“Elbette Kitab’ı sana hak olarak indirdik. Öyleyse sen de, dîni O’na has kılarak yalnızca Allah’a ibadet et.” (Zümer, 2)
“Bilmez misin, gerçek din Allah’ındır. Allah’ın dışında birtakım veliler, dostlar, aracılar, edinenler ise, ‘onlara, yalnızca bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz’ derler. Oysa Allah, ihtilafta oldukları bu konularda aralarında hüküm verecektir. Elbette Allah, yalancı ve kafir olan kimseyi hidayete erdirmez.” (Zümer, 3)
Zümer suresindeki bu ayetlerden anlaşılacağı üzere “Dini Allah’a has kılmak” yalnızca Allah’ın getirdiği hükümlere uyup, ibadet etmek anlamına gelmektedir ki, bu Fatiha suresindeki “Sadece Sana ibadet ederiz” ayetinin açıklamasından başka bir şey değildir.
Allah(cc)’ın dışında, başka birtakım varlıkları veya kişileri kendilerini Allah’a daha da yaklaştırmak gibi görünüşte ‘iyi niyetli’, görünseler de, bunlar kesinlikle dîni Allah’a has kılmış olmamaktadırlar. Bu bir yorum değildir, bizzat Kur’an’ın beyanıdır.
Dini Allah’a has kılmak, Allah’ı birlemek, Uluhiyyeti, Rububiyyeti, din koyma, hükmetme yetkisini sadece ve sadece Allah’a vermek demektir. Hüküm koyma hususunda Allah’a ortaklar ihdas etmemektir.
Dini Allah’ın elinden alıp aracılara, ortaklara verenlerin tarih boyunca gerekçeleri hep, “Biz iyi niyetliyiz. Bu aracılar, ortaklar bizi Allah’a yakınlaştırıyor.” Şeklinde olmuştur.
Kur’an’ın indiği dönemde Kabenin içine yüzlerce put dolduranlar da Allah’ı inkar etmiyordu ama Allah ile aralarına Kabe’ye yerleştirdikleri putları koyuyor ve bunların kendilerini Allah’a yakınlaştırdığına inanıyorlardı.
Bakınız, o dönemin Araplarının niyetleri Allah’ı inkar etmek, Allah’ı yok saymak, Allah’a sövmek gibi bir amaca yönelik değildir. Allah’a daha yakın olmayı istemeleri oldukça masum, dindarâne görünmektedir! Ama aslında hiç de öyle değildir. Çünkü Allah’ın böyle aracılar edinmediğini bilmeleri gerekmektedir. Bu noktada yukarıda verdiğimiz Zumer süresi 3. Ayeti tekrar hatırlamaktayız:
“Bilmez misin, gerçek din Allah’ındır. Allah’ın dışında birtakım veliler, dostlar, aracılar edinenler ise, ‘onlara, yalnızca bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz’ derler. Oysa Allah, ihtilafta oldukları bu konularda aralarında hüküm verecektir. Elbette Allah, yalancı ve kafir olan kimseyi hidayete erdirmez.” (Zümer, 3)
Bize hak ve hakikati açık biçimde anlatan bu ayetten anlıyoruz ki, dini Allah’a has kılmanın birinci şartı Allah’ın dışında hiçbir ilah, ortak, hüküm sahibi vb. aracılar, ortaklar edinmemektir. Allah’ın dışındaki bütün tanrısal nitelikli değerleri, Allah’ın rızası önüne geçmeye elverişli bütün hedefleri, faaliyetleri, araç ve amaçları, insan türünden ilahlaştırmaları terk etmektir.
“De ki, ben Dînimi O’na has kılıcı olarak Allah’a ibadet etmekle emrolundum. Yine, müslümanların ilki olmakla da emrolundum. De ki, eğer Rabbime isyan edersem, büyük günün azabından korkarım. De ki, dînimi O’na has kılıcı olarak ben Allah’a ibadet ederim. Siz de O’nun dışında dilediğinize ibadet edin.” (Zümer, 11-15)
Hidayet rehberimiz Kur’an, dini Allah(cc)’a has kılmanın ilkelerini açık biçimde anlattığı gibi, dini Allah’a has kılmayanların, ortak koşanların, dinde hüküm verme yetkisini başkasına dağıtanların vasıflarından da şöyle bahsetmektedir:
“O sizi karada ve denizde yürütendir. Öyle ki, siz gemilerde bulunduğunuz ve gemilerin içindeki yolcuları güzel bir rüzgârla alıp götürdüğü ve bununla sevinç ve ferahlık duydukları bir esnada, gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar; her taraftan dalgalar kuşatır onları ve yolcular anlarlar ki, her taraftan kuşatılmışlardır. İşte, dîni Allah’a has kılarak, ‘eğer bizi bu durumdan kurtarırsan Sana şükredenlerden olacağız’ diye Allah’a yalvarırlar. Ne var ki, Allah onları kurtarınca yeryüzünde haksız yere azgınlık yapmaya koyulurlar. Ey insanlar! Sizin azgınlığınız ancak kendi aleyhinizedir. Peşinde olduğunuz yalnızca dünya hayatının menfaatleridir. Sonunda dönüşünüz yine bizedir. İşte o zaman size, işlediklerinizi haber vereceğiz.” (Yunus, 22-23).
Şirk ve müşriklik Kur’anın temel kavramlarındandır. Bu kavramlar sadece Resulullah (sav) dönemine ait de değildir. Şairin değişmi ile “Ebu Cehil ölmedi Ya Resulullah, Ebu Lehep kıtalar dolaşıyor.” şirk ve müşriklik bütün çağları tehdit eden ve Kur’an’ın üzerinde ısrarla durduğu kavramlardır. Çağımızda da Kur’an’ın tarif etitği müşriklik vasıflarını taşıyan insan çoktur. Hatta çoğu şirke düşmüş insanların görüntüleri dindarlıkdır. Allah’a, Peygamber’e, Kitab’a laf söylenmesine asla tahammül edemezler. Ne yazık ki aynı insanlar heva ve heveslerini, paralarını, partilerini, kanaat önderlerini, ideolojilerini, hahamlarını, rahiplerini, hocaefendilerini, şeyhlerini, gavslarını, kutuplarını, eğlence merkezlerini, tüketim tutkularını Allah’a ortak koşmaktan ve ilah edinmekten geri durmamaktadırlar.
“Nefsinin istek ve arzularını kendisine ilah edineni gördün mü?” (Furkan, 43)
Müşrikler Allah’ın hükmünü hiçe sayıyor, nefislerinin istediği şekilde putlara tapıyorlardı. Nefsânî arzularını putlaştıran, onun peşinden koşan ve başka bir şey düşünemeyen kimselerin, bu durumları devam ettiği müddetçe Kur’an’ın tevhid çağrısına kulak vermeleri, onu anlamaları ve akıllarını kullanarak sıhhatli bir neticeye ulaşmaları mükün değildir.
Dini Allah(cc)’a has kılmanın önündeki en büyük engel, Kur’an’a alternatif haline gelmiş olan birtakım rivayetlere, geleneklere, örf ve adetlere din diye sarılmaktır. Bu açık biçimde şirktir.
“Şüphesiz ki Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Şirkin dışında kalanları dilediğine bağışlar. Kim de Allah’a şirk koşarsa geri dönüşü zor uzak bir sapıtmayla sapıtmış olur.” (Nisâ 116)
Allah(cc)’a şirk koşmanın hiçbir delili, gerekçesi ve tevili olamaz. Şirk koşulan ortaklar, yaratmadığı müddetçe (ki zaten bu mümkün değildir) tevhid konusunda kafa karışıklığı iddiası kabul edilemez. Tevhid ve şirk konusunda batıl inançları bulunan, amellerine zulüm bulaştıran; zan, hurafe ve menkıbeyi delil zannedenler, kendi elleriyle şüpheye düşmüş, dinlerini beşer eliyle oluşturulmuş geleneklerle karmakarışık hâle getirmişlerdir.
Allah(cc)’ı bırakıp da fayda vermesi ve zararı defetmesi umulan, “medet” denerek yardımlarına talip olunan, Allah (cc) katında insanlara fayda sağlayacağı ve onlara şefaat edeceğine inanılan varlıklar; Allah’ın (cc) hakkında hiçbir delil indirmediği, insanların ve atalarının uydurduğu birtakım isimlerden ibarettir. Onlara: “Bunlar kimdir? İsimlerini söyleyin.” dendiğinde, “babalar, abdallar, dervişler, kutuplar, şeyhler, gavslar” gibi kutsallaştırılmış, yüceltilmiş, ancak Allah’ın Kitabı’nda ve sahih Sünnet’te yeri olmayan aracıları saymaya başlarlar.
“Hiçbir şeyi O’na ortak koşmayan ve şirkin her türlüsünü terk eden hanifler olarak bunları yapın. Kim de Allah’a şirk koşarsa gökten yere çakılan, havada kuşların kendisini (parça parça) kaptığı veya rüzgârın ıssız, uzak bir yere savurduğu kimse gibidir. (Hac 31)
Müşrikler Allah’ı (cc) hakkıyla tanımaz, buna binaen O’na gereken saygıyı göstermezler. Allah’ı vahye dayalı bilgilerle tanımadıklarından, şirket müdürüne ya da bir krala benzetirler. Konum sahibi varlıklara ancak aracılar vasıtayla ulaşılabileceklerini düşünürler ve Allah ile aralarında birtakım varlıkları şefaatçi tayin ederler. Oysa Allah (cc) kimseye böyle bir yetki vermemiş, kimseyi kendisiyle kulları arasına aracı kılmamıştır.
Şirkin temelinde insana şah damarından daha yakın olan Allah’ı, uzakta aramak ve Allah ile arasına koyduğu uzaklığı aracılarla doldurmak yatar. Kendisinin Allah’a aracısız ulaşamayacağına inandığı için, araya kendine göre hatırlı yaptığı insanları, putları koyar.
“Bizim gibi aciz kullan direk Allah’a (cc) bağlanamaz. Doğrudan dua edemez. Günahlarımız o denli çok ki bu kirli ağızlarla nasıl Allah’ı çağıralım?” gibi Kur’ani anlayıştan uzak batıl tasavvurlar kişiyi “Allah’a yaklaştıran put, aracı, şeyh, kutup, veli vb.” arayışına iter.
“Yoksa Allah’ın dışında şefaatçiler mi edindiler? De ki: Onlar şefaat yetkisine sahip olmasalar ve sizin onlara olan ibadetinize akıl erdiremeseler dahi yine de onları şefaatçi mi edineceksiniz?” (Zümer, 43)
“De ki: Şefaatin tümü Allah’ındır. Göklerin ve yerin hâkimiyeti/egemenliği O’na aittir. Sonra O’na döndürüleceksiniz.” (Zümer 44)
Müşriklerin Allah (cc) ile aralarına koydukları ve hürmetlerini aracı kılarak dua ettikleri varlıklar; salih olduğuna inandıkları insanların putları, türbe hâline getirilmiş kabirleri, bereket yaydığına inandıkları taşlar, kılıçlarını asıp zafer getireceğine inandıkları ve dilek tuttukları ağaçlar olmuştur.
Müşriklik her dönemde farklı tezahürleri olan bir inançsızlık, bir batıla sapma problemidir. Temelinde ise ortaklarını Allah’tan daha fazla yüceltme ve kendilerine yakın görme anlayışı vardır. Günümüzde bu anlayışa, Allah’tan bahsedilince kılı bile kıpırdamayan müritlerin şeyhlerinin adı anılınca yerinden fırlayanları gösterebiiriz.
Yine günümüzde haşa Allah’a küfredilmesini hoşgörüyle karşılayanların, söz konusu küfredilen kendi şeyhleri, parti başkanları, şehyleri, gavslari, kutuplari olduğunda öfke nöbeti geçirmelerini de misal olarak anabiliriz. Allah (cc) adına verilen yeminleri rahatlıkla çiğneyip bozanların, kutsal kabul ettikleri varlıklar adına yemin ederken yaşadıkları trans hâli ve bu yeminlerini bozmamak için yoğun çaba harcamaları da bu sapmalara gösterilebilecek başka bir örnektir.
“Allah’ı bırakıp, kendilerine hiçbir zarar ve fayda vermeyecek şeylere ibadet ediyor ve ‘Bunlar, bizim Allah katındaki şefaatçilerimizdir.’ diyorlar. De ki: ‘Allah bu varlıklara ibadeti meşru kılmamış ve bunlara şefaat yetkisi vermemiştir. Buna rağmen böyle iddia ederek Allah’a göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?’ Allah, onların şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir.” (Yunus, 18)
Başlıktaki soruya birkaç soru daha katarak makalemizi bitirelim isterseniz:
Dininizi Allah(cc)’a has kılarak ibadet edebiliyor musunuz?
Resulullah (sav) günde yetmiş kez (çokluktan kinaye) gizli ve açık şirkten Allah’a sığınırken siz günlük hayatınız içinde hiç şirke düşüyor musunuz?
Size şah damarınızdan daha yakın olan Allah ile aranızı uzak kılıp, sonra O’nu aramak için uzak mesafeleri aracılar, şeyhler, gavslar ile dolduruyor musunuz?
Nefsinizin istek ve arzularını ilah ediniyor musunuz?
Sorular nefsimize ağır gelse de cevapları bizi tevhide çıkarıp, şirkten kurtaracaktır.
Rabbim hepimizi gizli ve açık şirkten Allah(cc)’a sığınanlardan eylesin.