Yaşanan gerçeklikle din adına söylenenlerin çatışması, toplumların din algısında önemli kırılmalara neden olur. Din ile gerçeğin çatışması, dinden soğuma ve kopma olarak döner.
Tarihte bu tarz kırılmalardan biri dünyanın -yuvarlak- olduğunun ortaya çıkmasıdır.
Kristof Kolomb tarafından üç gemi ile başlayan yolculuk hem o zamana kadar bilinen dünya algısını değiştirmiş, hem de -Hıristiyanlıkla- ilgili tereddütlerin nedeni olmuştur.
Kolomb'un hedefi, dünyanın yuvarlak olduğunu ispat değil, İspanya kıyılarından hep batıya giderek Asya'nın doğu kıyılarına ulaşmak , burada(Çin'de) Hıristiyanlığı yayarak Müslümanları hem doğudan hem batıdan kuşatarak, elde edilecek zenginliklerle Kudüs'ü Müslümanların elinden almaktır.
Ancak bu emeline ulaşamaz,12 Ekim 1492'de San Salvador olarak adlandırdıkları Bahamalar'a ulaştıklarında yeni bir kıtayı keşfettiklerinin farkında değildirler. Buranın yeni bir kıta olduğu birkaç yıl sonra anlaşılacaktır.
1519'da Macellan öncülüğünde beş gemilik bir filo hep batıya giderek dünyanın çevresinde dolaşıp 1522'de başladığı noktaya, İspanya limanına tek gemi olarak geri döner. Macellan, bugünkü Filipinler' de başlattığı bir savaşta ölür, geri dönemez.Ancak bu yolculuk o güne kadar olan dünya algısını kökten sarsar. O tarihe kadar, dünyanın evrenin merkezinde olduğu ve tüm yıldız ve gezegenlerin dünyanın etrafında döndüğüne dair bir algı vardır. Çünkü kutsal kitaba göre, "dünya ebediyen duruyor, Güneş doğuyor ve batıyor ve yerine doğduğu yere koşuyordu" (kitabı mukaddes 1:4-5)
Dünyanın yuvarlak, evrenin yer merkezli değil güneş merkezli olduğunun anlaşılması, Hıristiyanlığın kaynağı olan Kutsal Kitab'ı tartışmalı hale getirmiş, din ile, görünen, müşahede edilen gerçek arasındaki bu çelişki Avrupalı Hıristiyanların din, dünya ve evrenle ilişkilerini büyük oranda etkilemiştir.Öyle ki, Kopernik sonrası ileri sürülen fikirlerin tesiri Darvin'in evrim teorisi dahil çok geniş bir alanı etkisi altına almıştır.
Batı'nın yaşadığı bu tecrübe, din adına ileri sürülen fikirlerin gerçekle çatışması durumunda dinin nasıl yara aldığının, toplumların nasıl savrulduğunun önemli örneklerinden biridir. Batı, işte böyle -tahrif edilmiş,- Kilise tarafından tanzim edilmiş bir dinle karşı karşıya kaldığı için bir iman çatlağı ile karşı karşıya kalmış, netice olarak giderek dinden uzaklaşmıştır.
Başta Kuran olmak üzere semavi kitapların hiç biri bilim kitabı değildir.Kuran ve diğerlerinin merkezinde gerçekte ne ekonomi, ne bilim vardır. Gerçek hedef tevhid, ahlak ve adalettir. Din her alanda -ahlak ve ölçülülük- ister. Dini hükümlerin ulu orta, bağlamlarından çıkarılıp, amaçlarından soyularak kullanılması Batı dünyasında yaşandığı gibi İslam dünyasında da benzer tereddütlere neden olabilir.Nitekim olmaktadır da.
"Faiz sebep enflasyon sonuç" yargısıyla başlayan tartışmaların nassa bağlanarak, faizler düşünce enflasyonun da düşeceği yönünde algı oluşturulması bu örneklerden sadece biridir. Faiz düşürülmüş ama onun tabii ve dini bir sonucu gibi takdim edilen enflasyon düşmemiş, tam aksine daha da yükselmiştir. Bu mantığa göre İslam'ın faize-ribaya yasak koymasının nedeni enflasyona neden olmasıdır.Oysa dini hükümlerin birinci amacı ahlak ve toplumun salahıdır. Faiz enflasyona değil, sömürüye, ahlaksızlığa, çürümeye neden olduğu için yasaklanmıştır.
Dini hükümlerin öncelikle ahlak amaçlı okunması gerekir.Dinimiz, "faiz yasağı enflasyonu ortadan kaldırır" diyor derseniz, o enflasyon da düşmezse Allah'ın dinini şüphelerin kucağına atmış olursunuz. Kaldı ki, neyin faiz neyin faiz olmadığını söylemek siyasetçilerin işi değildir. Mustafa Öztürk ve Hakan Şahin "Riba ve Faiz Nedir, Ne Değildir" isimli kitaplarında, Kuran'ın çok açık ve kesin hükümlerle yasakladığı ribanın İslam öncesi Arap toplumunda uygulanan ve günümüzde tefecilik olarak adlandırılan zulüm ve sömürü fiilinin hem kendisi hem de bunun fahiş getirisi olduğunu söylerler. Enflasyonist ekonomilerde bankalardan alınan faizin, kısmen enflasyonun neden olduğu mağduriyetleri giderdiğinden bunun Kuran'ın yasakladığı faizle ilgisi bulunmadığını belirten Öztürk ve Şahin aksini iddia etmenin "Kuran'a haksızlık" olduğunu ifade ederler.
Hülasa, Kuran'ın ahlaki nedenlerle yasakladığı bir fiili, ekonominin bir enstrümanı olarak kullanarak, nassın amacının enflasyonun düşürmek olduğunu söylemek, bu netice hasıl olmayınca toplumu o nassın ya sahibinden ya da sahihliğinden şüpheye düşürür. İşte siyasal İslamcılığın son yıllarda İslam'a yaptığı en büyük kötülüklerden biri budur. Nassa yüklediği misyon ile mevcut gerçeklik arasındaki çelişki tıpkı Orta Çağ Avrupa'sında olduğu gibi şüphe ve dinden uzaklaşma olarak dönmüştür.