Kadın ve çocuklara şiddetle tecavüz konusu Türkiye’nin hemen her gün değişen karmaşık mı karmaşık gündemlerinin gölgesinde kalsa da kanayan ve dinmeyen, bu gidişle de dinmeyecek olan bir yara olmaya devam ediyor.
Şu karanlık, kapkara tabloya bakar mısınız?
“Kadın Cinayetlerini Durduracağız” Platformu’nun tespitlerine göre yalnızca 2019 yılının ilk altı ayında 214 kadın cinayete kurban gitmiş. Buna bir de işkence gören, yaralanan, sakat kalan kadınları eklersek işin içinden çıkamayız!
Kadın cinayetleri, altıncı ayda adeta patlama yapmış ve Haziran 2019’da tam 40 kadın katledilmiş. Bu durum Türkiyemizin yüz karasıdır. Güya Kadın haklarını savunacak birimler oluşturuldu, ilgili Bakanlık bile kuruldu ama bu durum ne ey iktidar, ey İçişleri ve Adalet Bakanlıkları, ey Emniyet Teşkilatı?
Hele de bu cinayetlerin azımsanmayacak bir bölümü eski eş, ayrı eş, “uzaklaştırma cezası alan” eş gibiler tarafından işlenmişse ve işlenmeye devam ediyorsa burada adli makamlarla emniyet birimlerinin de kusurlu oldukları ayan beyan ortadadır. O halde o bakanlıklar ve ilgili birimler “Biz nerede hata yapıyoruz, bunları önlemek için neler yaparız” diye düşünmeyecekler mi, tedbir almayacaklar mı? Aldıkları tedbirler yeterli olmadığına göre gereğini yapmayacaklar mı?
Bir başka zifiri karanlık ve yüz karası tablo daha: Çocuklara taciz ve tecavüz!
Ne yazık ki ortalık sapık kaynıyor. Bu, yıllardan beri başımızın belasıdır. O sapıklar çoluk çocuk demeden taciz ve tecavüzlerde bulunabilmektedirler. Bu konuda en büyük şikâyetlerden birinin cezaların caydırıcı olmaması ve -her ne demekse- “iyi hal indirimi”dir. Sapık “mahkemeye kravat takıp geldi”, “pişmanım dedi”, “Mahcup oldu” gibi saçma sapan gerekçelerle “indirim” uygulayanlar acaba mağdurun durumunu neden düşünmezler? Kaldı ki bir zamanlar (2016 yılı) “Cinsel istismar suçlarında mağdur olanla cinsel istismarda bulunanın evlenmeleri durumunda cezayı ortadan kaldıran” bir yasa bile çıkarılmıştı. Oysa böyle bir yasanın taciz ve tecavüz işlerine ortam hazırlayacağı, mağdureyi evlenmeye zorlayacağı açıktı. Bunu düşünmediler bile. Unutulmuşsa hatırlatalım; o dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ çocuklara yönelik tecavüzleri, “Bunlar küçüğün rızası ile oluyor” diyerek kargaları bile güldüren bir laf bile etmişti!
İşin en garip ve garip olduğundan öte vahim tarafı ise çocuklara yönelik taciz ve tecavüz cürümlerinin ağırlıklı olarak sözde “Dini eğitim” veren ya da “Kur’an Kursu” adı altında faaliyet gösteren yerlerde “Hoca” kılıklılar tarafından işleniyor olması.
Bu konuda pek çok örnek var. Bir vakıf bünyesinde olanlar kamuoyunu aylarca meşgul etmiş, hatta aradan birkaç yıl geçmesine rağmen unutulmamıştı. Ancak ne var ki o vakıf devlet imkânlarından yararlandırılmaya devam ediyor. Arada daha pek çok örnek var, hepsini sıralayacak değiliz ancak en son Ümraniye’deki hadise üzerine geriye doğru düşünmek ve hafızamızı yoklamak durumunda kaldık.
Malum, bir zamanlar Kur’an Kursları’nın resmi bir statüsü vardı. Birer eğitim kurumu oldukları için Diyanet’ten ayrı olarak Milli Eğitim Bakanlığı müfettişlerince de denetleniyorlardı. Doğrusu o denetimli kurslarda herhangi bir taciz ve tecavüz olayı olduğunu hatırlamıyorum. Varsa da çok sınırlı sayıda kalmış olabilir. Ancak 2002 yılında iktidara gelen AKP bu kursların yapısı ve yaygınlaşması ile ilgili peş peşe düzenlemeler yaptı, kanunlar çıkardı.
2004 yılına kadar Dini Eğitim, ya da Kur’an Kursu adı altında kurs açmak izne tabi idi ve yukarıda bahsettiğimiz gibi devletin kontrolü altında idi. Kaçak kurs açmak ise ceza gerektiriyordu. 2005 yılında öncelikle bu cezalar yumuşatılıp hapis cezaları paraya çevrilince yurdun her köşesinde kurs sayısı artmaya başladı. 2013’te çıkarılan bir kanunla ise bu tür kurs açmak manavdan meyve sebze almak kadar kolay hale getirildi. Tabir yerinde ise her yerde işporta tezgâhı açamazsınız ama “Dini eğitim” ya da “Kur’an Kursu” adı altında tezgâh kurabilirsiniz. Nitekim 20’den fazla çocuğun cinsel istismara uğradığı haberleri ile gündeme gelen Ümreniye’deki kursu açan derneğin kuruluş tarihi de 2013!
Yapılması gereken, kontrolü elden bırakmadan önceki sistemin aksayan yönlerini düzeltmekti. Bu kursların Milli Eğitim müfettişleri tarafından da denetlenmesinin bazı rahatsızlıklar verdiğini hatırlıyorum. Gerekirse onlar devreden çıkarılarak Diyanet müfettişlerinin denetimi arttırılabilirdi ama nerede ise tamamen denetimsizlik ve başıboşluk hâkim oldu. Bu durumu “Dinimizi rahat yaşıyoruz” diyerek memnuniyetle karşılayanlar dinin asli unsurlarının erozyona uğratılmasını ise görmezden geldiler. Keza, Diyanet İşleri Başkanı da bu işler ayyuka çıktıktan sonra bir tweet atarak, “Çocuklarımızı istismar edenleri şiddetle lanetliyor ve herkesi çocuk istismarı ile mücadele konusunda daha kararlı, bilinçli ve duyarlı olmaya, umutlarımızı ve geleceğimizi korumaya davet ediyorum” dedi amma velakin Diyanet personelinden de bu cürmü işleyenler olmuştu. Ayrıca, Diyanet’in resmi görevlisi olup da “Bu işi yapanlar suçlu ama asıl kabahat çocukları ortaya salıveren aileler… Bir kadın parfüm sürerek evinden çıkarsa kaç erkeğin önünden geçerse hepsi ile zina etmiş sayılır, hepimiz nefis taşıyoruz… Demokrasi küfürdür” diye vaaz verenler var.
Zaten bir tarikat ve cemaat enflasyonunun baskısı altında olan Türkiye’de, mantar bitercesine çoğalan dini görüntülü dernek, vakıf, tarikat, cemaat.. her ne ise; her biri kontrolsüz ve denetimsiz kurslar açmaya başladılar. Oralarda “Hoca” olarak bulunanlar ehil midir değil midir, ilim seviyeleri, ahlâki durumları nedir kim biliyor, kim değerlendiriyor?
Devlet, kadına şiddet konusuna olduğu gibi bu taciz ve tecavüz işlerine de çare bulmak zorundadır. İktidar “oy deposu” olarak gördüğü tarikat, cemaat, dernek ve vakıfları kontrol altında tutmak, her açıdan denetlemek mecburiyetindedir. Ayrıca devlet, onlara olağanüstü maddi imkânlar sağlamaktan vazgeçmelidir. Malum, kontrolsüz güç serseri mayına benzer ve 15 Temmuz 2016’da görüldüğü gibi ne zaman nerede patlayacağı belli olmaz. Belanın birinden kurtulduk, kurtuluyoruz derken üçüne – beşine kapı aralamak akıl kârı bir iş değildir ve devletimizin temeline dinamit koyup milletimizin geleceğini karartmaktır.
“Dini Eğitim” ya da “Kur’an Kursu” adı altında açılıp dinin suç, haram ve günah saydığı fiillerin işlendiği bataklıklar haline gelen kurumlar mutlaka kapatılmalı, onlara imkân tanıyan kanunlar tadil edilmeli ve bütün bu olup bitenlere rağmen olumsuzlukları görmeyip “Dinimizi rahat yaşıyoruz ya” diye böbürlenenler artık vakit geçirmeden olumsuzlukları sorgulamaya başlamalıdırlar. İslamiyet asıl bu asalaklardan kurtulunduğu zaman rahat yaşanacak, kimse söyleyecek söz, atacak iftira bulamayacaktır.
“Dinimizi rahat yaşıyoruz” diyenler… Samimi olarak söyleyin; gerçekten rahat mısınız?