Son günlerde yeni bir “Tarikat” vakası daha yaşıyoruz. Kendisini “Hakiki Şeyh” gittiği yolu da “Hakiki tarikat” olarak göstermeye çalışan “Uşşaki tarikatı şeyhi Eyüp Fatih Şağban (Fatih Nurullah) 12 yaşındaki bir kız çocuğuna cinsel tacizde bulunduğu gerekçesiyle tutuklandı. Yıllardır bu millete “dinsel tacizde” bulunan bir tarikat şeyhi bu kez yaptığı “cinsel tacizle” gündeme oturdu.
Tarikat şeyhlerinin cinsel tacizlerinin ortaya çıkması yeni değil. Daha önce de birçok tarikat lideri cinsel taciz suçlamasıyla yakalandı ve ceza aldı. Bu tarikat şeyhlerinin cinsel tacizleri yakalandıkları için medyanın gündemine oturdu ama yıllardır nicesinin millete dinsel tacizde bulunmasını maalesef kimse açığa çıkmadığı için görmedi. Görmeyi bırakın, bu tür dinsel tacizler özellikle politikacılar ve devlet erkini elinde tutanlar tarafından adeta kutsandı. Sohbetlerine gidip, tarikat şeyhlerini ziyaret ettiler. Cinsel tacizi kınayanlar dinsel tacizcileri alkışladı. Cinsel taciz ortaya çıkana kadar dinsel tacizleri kimse görmedi veya işine gelmediği için görmek istemedi. Hâlbuki cinsel taciz belki üç beş kişi ile sınırlı ama dinsel taciz peşlerine takılan herkes için geçerli ve insanların itikatlarını sarsan boyutlarda kendini gösteriyor.
Bazıları sanki ilk defa oluyormuş gibi bir tarikat şeyhinin küçük kız çocuğuna taciz etmesini kendilerine yediremedikleri için bu şeyhin sahte olduğunu iddia ediyor. Bu tiplerin mantığına göre bir şeyh tacizde yakalanırsa sahte, yakalanmazsa gerçek şeyh oluyor. Hâlbuki İslam dininde “Şeyh” denen bir makamın olmadığı çok açıktır. Yani gerçeği olmayan bir şeyin sahtesi de olmaz. İslam’da âlim vardır ve âlimler Resulullah’ın (sav) ilim yönüyle mirasçısı sayılır. Fakat günümüzdeki tarikat şeyhlerinin çoğu maalesef hiçbir ilme sahip bulunmuyor. “Bâtıni bilgi” deyip, ne kadar batıl şey varsa rüya, ilham, sezgi adı altında hakikat diye insanlara empoze ediyorlar. Günümüz şeyhlerinin çoğunun bulundukları makamlar da babadan oğula veya kayınpederden damada geçen bir seyir izleniyor.
30 Kasım 1925’te kabul edilen 677 sayılı yasa ile tekkeler, zaviyeler, türbeler kapatıldı. Bu kurumlarla ilgili şeyhlik, seyitlik, müritlik, efendilik, çelebilik, dervişlik gibi bazı unvanların kullanımı da yasaklandı ama tarikatlar, kanun dışı bir biçimde çalışmalarına devam etti.
Kanunen yasak olmasına rağmen ne yazık ki ülkemiz adeta “İslam maskeli” tarikatlar cenneti haline geldi veya getirildi Bu tür yapılar o kadar çok ki, sayısını devletin istihbarat örgütlerinin bile bildiğini zannetmiyorum. Meşhur olanlarının dışında merdiven altı dediğimiz yüzlerce tarikat var. Her tarikat şeyhi de kendini ya Mehdi veya Mesih olarak lanse etmekte ve peşine takılanları cennete götüreceğini vadederek kandırmaktadır. Politikacılar ve devlet erkini elinde tutanlar ise oy deposu olarak gördükleri bu tür tarikatları adeta meşrulaştırıyor. Birçok politikacı özellikle seçim zamanlarında bu kanun dışı yapılanmaların başında bulunan şeyhleri ziyaret ederek aslında büyük bir kanunsuzluğa da imza atıyorlar.
Müritlerini badeleyen, taciz ve istismar eden tarikat şeyhine ceza veriliyor ama nedense devletin bir bakanlığını topyekûn istismar eden ve gelirini kendilerine bağlayan başka bir tarikata ilişilmediği gibi adeta önü açılıyor.
Bugünkü tarikatlar, tasavvufun temelini oluşturduğunu iddia ettikleri gibi züht yani dünyadan elini eteğini çekme gibi bir inanca sahip değiller. Bir lokma bir hırka inancından uzaklaşarak holdingleştiler. Artık tarikatlar yüzlerini ahiretten dünyaya çevirmiş, Karunlaşma yolunda hızla ilerliyorlar. Kimse de çıkıp, “Yahu hani siz tasavvufu bir lokma bir hırka olarak bize öğrettiniz de bu haliniz ne?” diyemiyor. Uyuşturulan akılları böyle bir soruyu sorma kabiliyetini yitirmiş.
Diyanet’in hazırladığı rapora göre ülkemizde yüzlerce tarikat var. Şeyhleri ve müritleri açık biçimde faaliyetlerine devam ederek milletin dinsel ve cinsel yönünü istismar etmeye devam ediyor. Bu yapıların ilmi hiçbir dayanağı da yok. Ve her bir tarikat diğerini nakzeden bir yapıya sahip. Zaten öyle olmasa hepsi bir tarikatta olurdu.
Bu tür tarikatların ortak noktası müritlerinin şeyhlerine “Gassalın elinde meyyit” yani ölü yıkayıcısının elindeki ölü gibi tabi olmalarıdır. Tamamıyla biat kültür ve inancına dayalı, düşünmekten, akletmek ve tefekkür etmekten yoksun bu sürüleri yönetmek oldukça kolay oluyor. “Şeyh ne derse doğrudur.” inancı peşinden giden müritler adeta uyuşturuluyor. Uyuşan ve aklını çalıştırmayan kitleleri yönetmekte artık şeyhin marifetine kalıyor.
“Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır” şeklindeki uydurma hadisten hareketle; tarikata girmeyi, tarikatın şeyhini mürşit kabul etmeyi dini bir vecibe ve kurtuluşun bir şartı gibi sunmaktadırlar.
Güya İslam adına hareket ettiklerini iddia eden ama aslında İslam’la neredeyse hiç bağları olmayan bu tür tarikatların hiçbiri birlik ve beraberlik içinde hareket etmez. Tamamıyla birbirine düşman bir yapılanmalara sahipler. Çoğunun ipleri de uluslararası istihbarat örgütlerinin elindedir. Hâlbuki İslam dini birliğe, beraberliğe çağırıp, bölünüp parçalanma durumunda güçlerinin kaybolacağını ayette çok açık söyler:
“Hepiniz topluca sımsıkı Allah’ın ipine sarılın, parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz. Allah gönüllerinizi birleştirmiş ve O’nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken, oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah, doğru yolu bulasınız diye size ayetlerini böyle açıklıyor.” (Âl-i İmran, 103)
Bu muhteşem ayet aklıma şu soruyu getiriyor:
“Madem hakikat bir, neden bu çok farklı tarikatlar var? Bunların yapılanmaları İslam’a uymamasına rağmen nasıl Müslümanlar tarafından rağbet gösteriliyor? Müslümanlar sormadan, sorgulamadan bu yapılara nasıl inanıyorlar? Bu yapıların şaşındakiler milleti Allah ile aldatmaya nasıl muvaffak olabiliyorlar?”
Lafı dolandırmadan cevabımı söylüyorum:
Emperyalist güçler Müslüman ülkeleri daha iyi sömürebilmek için hep “böl, parçala, idare et” taktiğini kullanmış ve halkı Müslüman ülkelerde bunu başarabilmek için yüzlerce tarikat kurdurmuşlardır.
Şüphesiz bu tespitime itiraz edenler olacaktır. Ancak ileri sürecekleri hiçbir şey tarikatlardaki dinsel ve cinsel istismar gerçeğini örtmeye yetmeyecektir.
Keşke bu tarikatlar İslam’ın genel ilkeleri doğrultusunda olsaydılar. Ama heyhat, bugün ülkemizde adeta tarikat sayısınca anlayış var.
Neredeyse kırk küsur senedir tarikat ve cemaatleri yakından inceleyen ve haklarında araştırmalar yapan bir Müslüman gazeteci olarak geldiğimiz bu noktayı hiç iç açıcı bulmuyorum.
Her tarikat kendini “Küçük olsun benim olsun.” anlayışına kilitlemiş bulunuyor. Hiç biri de çıkıp, “Büyük olsun, İslam’ın olsun. Bu hususta ben tarikatımı feda ediyorum.” demiyor, diyemiyor.
Diyememelerinin değişik sebepleri var.
Yaptığım araştırmalar neticesinde ülkemizdeki tarikatlar hakkında iki binli yılların başında şöyle bir hüküm vermiştim:
“Bugün ülkemizdeki tarikat ve cemaatlerin birinci veya ikinci adamları kesinlikle bir uluslararası istihbarat örgütünün elemanıdır.”
“Neden böyle haksız bir yargıda bulunuyorsun?” diyenleriniz olacaktır. Ama maalesef gelinen noktada bundan başka yaşanan hadiseleri telif edecek bir çıkış yolu bulamıyorum.
Bugün ülkemizdeki bütün tarikatların mensupları maalesef başlarındaki insanı lâyüsel, hatasız, asrın kutbu ve en acısı Allah’ın ve Resulünün vekili sayıyor. Çoğu da şeyhlerini ya Mehdi ya Mesih olarak görüyor. Hatta bazıları o kadar ileri gidiyor ki, tarikatların başındakilerinin sabah namazlarını Mekke’de, yatsıyı ise Medine’de kıldığına inanıyor. Bir üfürükle 12 İsrail uçağını düşüreninden, Hazreti Âdem’den beş yüz bin sene önce Kur’an’ı okuduğunu iddia edenine, gelen depremi kovanından, Azrail’e git şimdi gelmiyorum diyenine, Amerika’ya kızıp uzay mekiğini düşüreninden, ‘Nefislerinizi terbiye edeceğim’ diyerek, müritlerine cinsel organını öptürene, kadın erkek ayrımı yapmadan bütün müritlerini badeleyeninden küçücük kız çocuklarına tacizde bulunan bir sürü sapık kendini şeyh ilan ederek İslam’a en büyük zararı veriyor.
Allah (cc) aşkına söyleyin bu tür inançların, bu sapıklıkların İslam ile alakası olabilir mi? Böyle bir akılsızlık hangi akılla izah edilebilir ki?
Muhammed İkbal sormadan, sorgulamadan başındaki şeyhe itaat edilen bu tür tavırları “Pirizm” yani şeyhe tapınma olarak adlandırıyor. Bu tür inananlar karşılaştıkları bir hadisede, “Allah ne istiyor? Kuran’da nasıl geçiyor?” yerine “Şeyhim nasıl buyurdu ise doğrudur?” sapıklığına takılıp kalıyor.
İlahiyatçı Ali Rıza Demircan ise, Türkiye'de tarikatların İslam'a büyük zarar verdiğini, "Tarikatlara bağlı olan insanların çok büyük bölümü cahildir. Ne Kur’an, ne sünnet ne fıkıh bilir. Bu tür cahiller için din, şeyhinin söylediğidir." Sözleriyle dile getiriyor.
Ülkemizdeki (Dünyadakinin de bizden farkı yok) tarikatlar daha baştan akletmeyi, düşünmeyi, tefekkür etmeyi yasakladıkları için mensuplarının bu tür yanlışları görme şansları olmuyor. Öyle bir taassup oluşuyor ki, şeyhin emri haşa Allah kelamı hükmünde kabul edildiği için tartışılmıyor bile. “Bu iş akılla olmaz, aklı bırakmazsanız hakikate eremezsiniz” diyen bir tarikat mensubunun aklederek gerçekleri görmesini beklemek herhalde beyhude olur.
Tarih içinde bazılarının bazı müspet oluşumlara katkıda bulunduğu bir gerçek olsa da günümüzde maalesef tarikatların inanç esaslarında bir birlik yoktur. Tarikat şeyhi sayısınca inanç esası mevcut desem herhalde mübalağa etmiş olmam. Her tarikat kendi şeyhlerinin fikirlerini eşittir İslam zannediyor. Bunların Kur’an ve sahih sünnet ile uyuşup uyuşmadığını araştıran bile yok. Bırakın sünnetleri farzlarda bile ittifak edemeyenlerin aynı inanca sahip olmaları nasıl düşünülebilir ki?
Rabbim bakın bu hususta ne buyuruyor:
“Kendisine apaçık deliller geldikten sonra, parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Onlar için kıyamet günü büyük azap vardır.” (Al-i İmran, 105)
Ülkemizdeki tarikatlar kendi içlerinde ekonomik bir birlik oluşturdukları için adeta gettolaşıyor ve dışarıdan gelenlere kapı aralamak gibi bir anlayışı baştan kapatıyorlar. Bu sadece ekonomik alanda değil evlilikten ticarete, parti tutmaktan sanata kadar hemen her alanda böyle işliyor. Zaten günümüzdeki tarikatların büyüklükleri de elde ettikleri ekonomik güce göre tanzim ediliyor. Bu açıdan hiçbir tarikat birbirini hakiki manada sevmezler. Çünkü onlara başkasını sevmeleri durumunda hem maddi hem manevi güç kaybedecekleri öğretilmiştir. Hâlbuki Kur’an, “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileri (dostları ve yardımcılarıdırlar.) Onlar iyiliği emreder, kötülükten menederler. Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler. Allah’a ve Peygamber’ine itaat ederler. İşte Allah onlara rahmet edecektir. Şüphesiz ki Allah Aziz’dir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe: 71) buyururken, Resulullah (sav) da Allah (cc) adına yemin ederek, “Ruhum kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de hakkıyla iman etmiş olamazsınız.” ikazını yapmıştır.
Her tarikatın kendilerinin İslam’ın merkezinde olduğunu zannetmeleri ve diğerini “sapık, yoldan çıkmış, zındık vs. vs.” görmeleri de bir ayrılık atmosferi meydana getirmektedir.
Ülkemizdeki tarikatlar güce tapındıkları için dayandıkları güç merkezleri sık sık değişir. Çoğu da iktidarlardan geçindiği için hangi parti iktidarda ise onun taraftarı görünür. Partiler de iktidarda kalabilmek için oy deposu zannettikleri bu tür tarikat ve cemaatlere devletin imkânlarını bol bol dağıtır. Bir tarikat liderinin “Biz otobüs durağında bekleyen yolcularız. Hangi otobüs gelirse biner gideriz. Otobüsün kime ait olduğuna bakmayız” sözü bu durumu anlatan çok çarpıcı bir örnek olarak önümüzde durmaktadır.
Ülkemizdeki tarikatların birçoğu bin yıldır İslam diyarı olan ve her karış toprağı şehit kanlarıyla sulanmış bulunan ülkemizi “Daru’l Harp” (Kâfirlerin diyarı) olarak gördüklerinden dolayı devlet nimetlerini çalmayı, yolsuzluk yapmayı, torpil yapıp kendi adamlarını devlete yerleştirmeyi caiz görmektedirler. Bunlar için önemli olan devletin yıkılması değil, tarikatların ayakta kalmasıdır. Tarikatlarının ayakta kalması için işlemeyecekleri haram, yapmayacakları ahlaksızlık yoktur. Çünkü bunlar hedefe gitmek için her yolu mübah gören zavallılardır.
Bugünün tarikatları inanç ve yaşayışları yönüyle asla İslam’dan referans alamazlar. Kendi içlerinde dağıttıkları icazetlerle milleti dinsel ve cinsel yönden istismar etmeleri bunun en açık delilidir.
Tarikatlardaki istismar vakalarının yoksul kesimlerinde daha yaygın olduğu görülüyor. Ancak bazen çok zengin ve okumuş insanların da bu tür sapıkların peşine gittiği görülüyor.
Bu tehlike karşısında Kur’an şuuruna ermiş Müslümanların çok uyanık olmaları gerekmektedir. Çünkü tarikatların dinsel ve cinsel tacizleri İslam’ın önüne büyük set çekmektedir.
Allah (cc), Al-i İmran suresi 110. Ayetinde müminlerin vasıflarını, “Siz beşeriyet için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız ve Allah’a inanırsınız.” şeklinde tasvir etmiştir. Bu şerefli unvan dururken İslam’dan referans alamayan tarikatların peşinden gitmenin ne akılla ne mantıkla, ne ilimle ve ne de İslam’la telif edilebilecek hiçbir yanı yoktur. Allah(cc)’ın ipi olan Kur’an’a toptan yapışmak dururken tarikat şeyhlerine iplerine tutunanların ahiretlerini perişan ettiklerinin bilmelidirler.
“İçinde asla şüphe olmayan bu Kur’an yolunda gitmek isteyenler için yol gösterici bir hidayet rehberdir.” Diyen Kur’an yerine şeyhe tabi olanlar o muhteşem rehberdeki uyarıları anlamamakta, Kuran’ı rehber kitap olarak değil, maalesef ölülerin arkasından okunan bir okuma kitabı olarak görmektedirler. Böyle birilerine hakikati anlatmak belki de insanlık tarihinin en zor işidir.
Rabbim bizleri Kur’an şuuru ile yaşayan, her türlü sapıklıklardan uzak duran, aklımızı çalıştıran ve vahyin önderliğinde bir hayat yaşayan kullarından eylesin.