Yazılarımın önemli bir bölümünün Diyanet İşleri Başkanlığı ile doğrudan ya da dolaylı olarak ilişkili olduğunu fark etmişsinizdir. Ancak 10 Kasım Cuma günü okunan hutbeyi dinledikten sonra o kanaate vardım ki Diyanet mahcup bir aşık ya da platonik aşk yaşayanlar gibi Atatürk hakkındaki fikir ve düşüncelerini söylemekten çekiniyor. Tıpkı o çok güzel şarkıda geçen “Seni sevdiğimi haykırmak var ya/Yüreğim söylüyor dilim varmıyor” mısralarında olduğu gibi…
10 Kasım günü “Azim ve Gayret Sahibi Bir Mümin Olabilmek” başlığı altında yayınlanan hutbe adeta baştan sona kadar Atatürk’ün özelliklerini anlatıyordu ama Diyanet bir türlü “Tıpkı Atatürk gibi” demedi, diyemedi. Hutbede geçen şu ifadeleri okuduktan sonra bana hak vereceğinizden eminim:
“Aziz Müminler!
Bugün, Müslümanların içinde bulunduğu sıkıntıların temel sebebi, inandıkları dava uğrunda yeterince azim ve gayretlerini gösterememeleridir. Bu uğurda, ahlaklı, dürüst, ilkeli ve disiplinli çalışma alışkanlıklarına gereken önemi verememeleridir. Sevgili Peygamberimiz bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Allah Teâlâ, sizden birinin yaptığı işi en güzel şekilde yapmasından memnun kalır.”
Kıymetli Müslümanlar!
Sevgili Peygamberimizin ümmeti olarak bize düşen, İslam davası uğruna azim ve gayret sahibi bir mümin olabilmektir. Azim, İslam’ın hayat veren mesajlarına bağlı kalma kararlılığıdır. Samimi bir niyetle iyiye ve güzele ulaşma arzusudur. Bütün sıkıntılara rağmen morali yüksek, ümidi diri tutma iradesidir. Gayret ise azmedilen şeyleri hayata aktarma çabasıdır. Maddi ve manevi bütün sebeplere sarıldıktan sonra sabırla hedefe yürümektir. Her daim iyiliğin ve hayrın yayılması için mücadele etmektir. Kötülerin kötülüklerine rağmen iyi kalabilme ve iyiliği hâkim kılabilmektir. Zalimlerin zulmüne rağmen hak ve hakikatten ayrılmamaktır. Bu yolda asla yılgınlığa kapılmamak, âcizlik göstermemektir.
Değerli Müminler!
Resûl-i Ekrem Allah, ihmalkârlık ve gevşeklikten hoşlanmaz buyurmaktadır. Bunun içindir ki Müslüman, hayatının hiçbir anında gevşeklik göstermez, rehavete kapılmaz. Vazgeçmez, mücadeleyi bırakmaz. Nemelazımcılık, vurdumduymazlık ve boş vermişlik mümine yakışmaz. Müslüman, tembellikten uzak durur. O, çalışmadan kazanamayacağını, emek vermeden ve alın teri dökmeden başarı elde edemeyeceğini bilir…”
Hutbe buna benzer ifadelerle devam ediyordu. Şimdi bu hutbenin içinde geçen anahtar cümlelere bir göz atalım: “Azim ve kararlı olmak”, “İlkeli ve disiplinli çalışmak”, “Yapılan işi en güzel şekilde yapmak”, “İyiye ve güzele samimi bir gayretle ulaşmak”, “Sıkıntılara rağmen morali yüksek, ümidi diri tutma iradesini göstermek”, “Hedefe sabırla yürümek”, “Kötülüklere rağmen iyi kalıp iyiliği hâkim kılmak”, “Hak ve hakikatten ayrılmamak”, “Asla yılgınlığa kapılmamak, acizlik göstermemek”, “Gevşeklik gösterip rehavete kapılmamak.”
Çocukluğundan itibaren Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatını, Osmanlı döneminde cepheden cepheye koşup savaşmasını ve İmparatorluk dağılıp son vatan parçası işgale uğradıktan sonra büyük bir azim ve kararlılıkla yurdumuzun kurtarılıp Cumhuriyetimizin kuruluşunu hatırlayın lütfen. Bütün bu geçen zaman içinde Atatürk, hutbede geçen ve yukarıda sıraladığımız özelliklerin hepsini fiilen yaşamış, uygulamış, göstermişti.
10 Kasım’a rastlayan Cuma Hutbesi’nde Diyanet bu özelliklerin başına “Tıpkı bugün ölüm yıldönümü olan Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk gibi” deseydi, diyebilseydi ne olurdu? Özelliklerini sayıp sıralıyor ama adını bir türlü demiyor, diyemiyor.
Nitekim Diyanet, Cumhuriyetimizin 100. Yılı kutlamalarına rastlayan ve 27 Ekim 2023 tarihinde yayınlanan “Vatan ve Millet Sevdasıyla Nice Yüzyıllara” başlıklı hutbesinde de, “Aziz şehitlerimizin canlarıyla, kahraman gazilerimizin kanlarıyla, Milli Mücadelemize önderlik eden devlet büyüklerimizin azim, gayret ve kararlılıklarıyla bize bıraktıkları yüce bir emanettir” cümlesini kurmuş, o cümle içinde Atatürk’ün “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” ifadesine yer vermiş ama bir türlü adını söyleyememişti.
Dedim ya işte, “Yüreği söylüyor ama dili varmıyor!” Dini bir ifade ile söyleyecek olursak kalbi ile tasdik ettiğini dili ile ikrar etmiyor, edemiyor.
Onun için ben de artık yüreklerindeki sesi kabullenip bir daha Diyanet’le ilgili yazı yazmasam mı yoksa dilleri ile de söyleyene kadar yazmaya devam etsem mi bir türlü karar veremedim. En iyisi okuyucularıma sormak:
Ne dersiniz?