Bu yazı aslında bir ay önce yayınlanmak üzere hazırlanmıştı ama Türkiye’deki siyasetçiler her gün birkaç defa gündem değiştirerek Guinness Rekorlar Kitabı’na girme yarışında oldukları için araya başka konuları alınca beklemeye almıştım. Her gün bir değil beş yazı yazacak konu çıksa da Doğu Türkistan – Çin meselesini çarpıtma yarışında Doğu Perinçek’i yalnız bırakmayacağı anlaşılan anlı şanlı bir “Araştırmacı Yazar”ın saçmalıklarını kamuoyu ile paylaşmayı daha fazla geciktirmek istemedim.
“İdeolojik körlük” dedikleri öyle bir melanettir ki insanın yalnızca gözünü değil gönlünü, vicdanını, elini, ayağını, aklını, fikrini kör, kulaklarını sağır eder ve domuz doğrusuna gitmesini, papağanlar gibi yalnızca öğretilenleri tekrar edip durmasını sağlar. Bu körlüğe tutulan kişi ister okumuş yazmış olsun, ister akademisyen olup kariyer yapsın, ister siyasi hüviyete bürünsün ve isterse “Araştırmacı gazeteci” olsun fark etmez.
Doğu Perinçek diye biri var malum, Çin’in Türkiye’deki baş temsilcisi gibi ortalıkta dolaşıp duruyor, iktidara akıl hocalığı yapıyor ve televizyon kanalları bir maden bulmuş gibi onu hemen her gün ekranlara çıkarıyorlar. Dolayısıyla kendisinin ne olduğunu ve kime hizmet ettiğini bilmeyen kalmadığı için geçelim.
Çin uyanık, kurnaz bir devlet. Türk tarihini bilen, Hun Türklerinden, Göktürklerden, Bilge Kağan’dan, Tonyukuk’tan haberi olanlar Çinlilerin özellikleri olan düzenbazlıklarını, hilekârlıklarını iyi bilirler. Göktürk atalarımız 1350 yıl kadar önce onların ne mal olduklarını bengü taşlara kazıyıp değerli bir miras olarak bırakmışlardır ki unutulmasın, nesilden nesile aktarılsın!
Ancak ne var ki ideolojik körlüğe kapılanlar bunu anlayamazlar. Hele de Çin tarafından davet edilip krallara layık şekilde yedirilip içirildikten sonra da davet edenlerin programına göre organize edilen güllük gülistanlık, dertsiz tasasız yerleri gezdikten sonra dönüşte öyle yazılar döşerler ki sormayın!
2019 yılında Devletimizin Anadolu Ajansı bile Çinlilerin düzmece organizasyonlarına alet olup haberler yapmıştı. Habertürk yazarı Muharrem Sarıkaya oralarda gerektiği gibi ağırlandıktan sonra 17 Kasım 2019 tarihli yazısında Çin’in zulüm ve soykırım kamplarını “Eğitim Kampları” olarak anlatıvermişti.
Çin ne kadar bir kapalı kutu olsa da yapıp ettikleri bir şekilde duyuluyor, belgelenip yayınlanıyor. Dünyanın çeşitli yerlerinde kaçak olarak yaşayan, geride bıraktıklarından haber alamayan, izinli olarak Türkiye’ye gelip burada öğrenim gördükleri halde orada kalan ailelerine zulmedilen, onlardan haber alamayanlar bu zulmü haykırmaya devam ediyorlar. BBC gibi yayın kuruluşları uydudan çekilen görüntülerle zulüm kamplarındaki insanlık dışı uygulamaları servis ediyor ancak buna rağmen görmek istemeyenler görmüyor, duymak istemeyenler duymuyor, duyup gördükleri halde dillendirip anlatmıyorlar.
Muharrem Sarıkaya gibi Soner Yalçın da Çin’e gidip ağırlanmış mıdır doğrusu bilmiyorum ama bir “Araştırmacı Gazeteci” olarak bilinen bu zatın ideolojik körlük içinde olduğu ve onun için bazı konularda sağır, kör ve dilsiz olduğu kesin. Çünkü 29 Ocak 2021 tarihinde Sözcü Gazetesi’nde yayınlanan “Kürsü’deki Hanım” başlıklı yazısındaki zırvalarından “Araştırmacı Gazeteciliği” hak etmediği, çünkü objektif olmayı beceremediği, ideolojik körlükten kurtulamadığı anlaşılıyor. Hatta tarihin çöplüğüne gömülmüş olan Sovyet Sosyalist yönetimini pir ü pak gösterme gayretinde oluşu ideolojik körlükle birlikte cehaletini de sergiliyor. Üstelik bunu doğrudan yapmayı da becerememiş. Öyle ki, Meral Akşener tarafından TBMM kürsüsünde konuşturulan Vahşi Çin’in Doğu Türkistanlı mağdurlarından Nursiman Abduraşid Hanım’ın adını kullanarak Çin üzerinden Sovyetler’i aklamaya çalışıyor. Kısacası iki yanlışı birden yapıyor.
Utanıp sıkılmadan, “Sovyetler hakkında aleyhte propagandanın teması hep aynı idi: Esir Türkler” diye yazan sözde Araştırmacı Gazeteci Soner Yalçın, hemen ardından dalga geçen bir üslupla ilave ediyor: “Komünistler bin bir baskı ve zulümle zavallı Müslüman Türkleri inim inim inletiyor! Sovyetler 1991’de dağılınca bu kaba propagandaların gerçek olmadığı ortaya çıktı!..”
Hani, “Dam başında saksağan, vur beline kazmayı” diyesi geliyor insanın. Milyonlarca insanı katleden, milyonlarcasını balık istifi misali köhne vagonlara doldurup yerinden yurdundan eden “Kasap” lakaplı Stalin’in torunu bile olsa bir insan gün gibi aşikâr olan gerçekleri böylesine ters yüz etmekten utanır. Ayrıca, Sovyet ideolojisi çöküp devlet güçten düşmese idi 1991’deki dağılma olacak mı idi? Sovyet yöneticileri, “Bu güne kadar yanlış yaptık ve tam yetmiş yıl size esaret hayatı yaşattık ey Kazaklar, Özbekler, Kırgızlar, Türkmenler, Azerbaycanlılar! Gidin bağımsız olun” mu diyeceklerdi? Bu nasıl gazeteciliktir, ne biçim araştırmacılıktır?
Sanırım Sözcü Gazetesi’nde akıllı uslu, tarihi gerçekleri bilen, Sovyetlerin de o pis ideolojilerinin çöktüğünden haberdar olan ve bunları Soner Yalçın’a anlatabilecek birileri vardır. Bunu yaparlarsa çok büyük bir hayır işlemiş olurlar. Aksi takdirde Çin’in mezalimini görmezden gelen Doğu Perinçek gibi bir pervasız varken bir de Sovyet zulmünü aklayıp eski yaraları deşmeye çalışan Soner Yalçın’la uğraşmak zorunda kalınırsa Kırım sürgünlerinin, Ahıska Türklerinin ahı onları, bizi ve bütün insanlığı tutar, yakar ve kavurur.
Bu sözde “Araştırmacı Gazeteci” sonra da -yine utanmadan- soruyor:
“Sovyetlere yapılan dezenformasyon faaliyetleri bugün Uygurlar üzerinden Çin’e yapılmıyor mu? Ne zaman?”
Cevabını da veriyor:
“Çin büyük dünya devi olunca!..”
Bay Soner Yalçın kendisi de Çin üzerinden Sovyetleri aklamaya çalışıyor ama Çin’i mazur göstereyim derken bir de açık vererek, Çin’in ve Türkiye’deki Baş Temsilcisi Perinçek’in “Eğitim Kampı” dedikleri zulüm kamplarını “Toplama Kampı” olarak isimlendiriyor ve Perinçek’le Çin’i kızdıracak şekilde “Doğu Türkistan” diyor:
“Doğu Türkistanlı Nursiman Abduraşid İYİ Parti Meclis Kürsüsü’nde idi. Toplama Kampı’ndaki akrabalarının serbest bırakılmasını istedi, Akşener’i ağlattı. Bu acıyı kim hissetmez?
Ama… İnsan düşünmeden edemiyor. Soğuk Savaş dönemindeki CİA’nın Esir Türkler aldatmacası akla geliyor!..”
Dedik ya, Soner Yalçın başkasının üstünden kurban keserek ya da arkadan dolanarak ne yapıp edip işi Sovyet zulmünü aklamaya getiriyor.
Evet, Rus çarları devrilmiş, Bolşevik ihtilalini yapan Sovyet liderler cehennemi boylamışlardır ama modern çarlar ya da ad değiştiren Sovyet kalıntıları farklı politikalarla zulümlerine, baskılarına devam etmektedirler. Kırım yine işgal altındadır. Azerbaycan Karabağ’ın tamamını özgürlüğüne kavuşturmak üzere iken Putin aslında bir Rus Çarı ya da Stalin yoldaşı olduğunu hatırlayıp duruma el koymuştur. Dünyanın dört bir tarafına dağılmış haldeki Ahıskalı kardeşlerimizin dertlerine derman olunmadı. 1991 yılında bağımsızlıklarına kavuşan Türk Cumhuriyetleri aradan otuz koca yıl geçmesine rağmen hâlâ Sovyet Rusya’nın açtığı derin yaraları saramadılar. Rusya bir yandan Çin öbür yandan Türk Dünyası üzerindeki zulümlerine devam ediyorlar.
Bütün bunlar olup biterken de, içimizdeki Sovyet âşıkları ile Çin beslemeleri onları aklamakla meşguller; olacak iş değil!