DÜNE- BU GÜNE- YARINA DAİR…
Bıyıkları yeni terlemiş toy bir delikanlıydın.
Afyonlu, Ankaralı, Ağrılı…
Nereli olduğun mühim değildi.
Bu topraklardandın.
Ne yaşadığın bölge ne etnik kimliğin ne de mezhebin…
Sen imanınla, beyninle, yüreğinle Türk’tün.
Bu yüzden de Türk milliyetçisiydin, Ülkücüydün.
Bıyıkları yeni terlemiş toy bir delikanlıydın.
Hayallerin vardı kendine dair olmayan.
Sofrasında en çok bulunan nimetin şükür olduğu, bir lokma bir hırkaya kanaat etmiş yoksul bir Anadolu gencinin, kendisinden önce düşüneceği şeyler olurdu çünkü.
Bir kasemin vardı mesela, Bezm-i elest’ten bu yana tutmağa kararlı olduğun.
Yeşermesi gereken çorak toprakları vardı ülkenin, doyması gereken aç çocukları.
Bir milletin vardı öz yurdunda garip ve parya bırakılmak istenen.
Gönderde daima dalgalanmasını vasiyet ederek şehit düşmüş ceddinin sana emanet ettiği bir bayrağın ve bin yıldır dalgalandığı burçta, burçla ve burcun sahibiyle birlikte yok edilmek istenen bayraklaşmış bir imanın vardı.
Sana taşralı diyorlardı.
Büyük şehrin renkli lambaları ile loşlaştırılmış barlarında bir elleri viski kadehini tutarken diğer elleri ile çıplak kadın bacaklarını sıka sıka solculuk oynayan müptezel babaların züppe çocukları, sana taşralı diyorlardı.
Haklıydılar, çünkü sen onlardan da onların hayâdan sıyrılmış dünyalarından da dışarıdaydın.
Bıyıkları yeni terlemiş toy bir delikanlı değildin artık. Okullar bitirmiş, hayata atılmıştın.
Evlenmiştin, belki, çocukların olmuştu.
Yüzündeki ilk kırışığı saçındaki ilk akı görmüştün tıraş olurken aynada.
Nasıl da değişiyordu her şey:
Şehir, teknoloji, insanlar…
Elif duruşlu arkadaşlarının nasıl soru işaretine evrildiklerini görmenin acısını yaşadın.
Gittikleri yeni kapılarda, sırf kendilerini ispat için, uğruna ölümü göze aldıklarının, sana nasıl düşman kesildiklerini gördün.
Hakkın yendi, hukukun gasp edildi.
Adının yanında adı okunmayacaklar, taltif gördüler, makamlara boğuldular…
Senin payına soruşturmalar düştü, bir de sürgünler.
Olsundu.
Bu uğurda yıllarını zindanlarda heba etmiş, can vermiş ülküdaşların vardı.
Seninki onların yanında neydi ki?
Dert etmedin.
Daha sıkı sarıldın imanına, ülküne.
Daha bir sevdayla yaklaştın milletine, ülkene.
Ama şimdiki durum hiçbirine benzemiyor biliyorsun.
Bunca yıldır kapının kilit tutmamasının sebebinin kahpenin içerde olmasından kaynaklandığını geç fark etmenin öfkesini yaşıyorsun, görüyorum.
Suçlular, güçlü olmanın tazyikiyle seni dışlıyorlar üstelik.
Senin ocağını talan ettikleri yetmezmiş gibi, bir de baba mirasını piç ediyorlar.
Büyük Türkiye’yi birine ihale ettikleri yetmezmiş gibi, Türk’ü teke tebdil ediyorlar.
“Ya kabul et ya git” diyorlar üstelik.
Sen, şanlı ordusuyla Mekke’ye girdiğinde, ilk iş, Kabe’deki putları devirenin ümmetisin; insanlık tarihi kadar eski olan tarihinin hiçbir devresinde putlara hiç tapmamış Türk milletinin ferdisin.
Kişi herkesi kendi gibi bilirmiş ya, onlar partinin ve patırtının senin de putun olduğunu zannediyorlar.
Aslolanın zarf değil, mazruf olduğunu Türkeş’ten habersiz devletlüler ne bilsin.
Bıyıkları yeni terlemiş toy bir delikanlı değilsin artık.
Bütün ihanetleri görmüş, acıyı tecrübeye dönüştürmüş bir Ülkücüsün.
Tarihinde Müseyleme var diye İslam’dan vazgeçemeyeceğin gibi devletlüler var diye de Türk Milliyetçiliğinden vazgeçecek değilsin.
İki yol var önünde.
Ya korkaklar gibi bir kenarda korkup, sinip Gırnata Emiri Ebu Abdullah gibi ağlayacak yada Mekke’ye bir fatih olarak girmek için Mekke’yi terk eden Hz. Peygamberin yaptığını yapacaksın.
Kınayanların kınamasına aldırmadan ülkün için yeni bir yol açacaksın.
Varsın onların olsun şimdilik makamlar ve mansıplar.
Ye’se kapılma, üzülme.
Gözleri kör, dimağları kapalı ve kalpleri mühürlü olanlara inat…
Varsa eğer ilahi adalet ve hakikaten bir isim olmak dışında bir soy, bir kültür ve bir insan topluluğu olarak varsa eğer millet,
Bu gün olmasa da yarın sen kazanacaksın.
Zeki KILIÇ