Dostumun kendisine yaptığı iyiliği kendime yapılmış bilirim..
Yıllar önce Montaigne'nin Denemeler kitabını okuduğumda, beğendiğim sözlerinin altını mutlaka kara kalemle çizer, sonra tekrar tekrar okurdum.
Sanırım nedeni bu kalın kitabı bir an önce bitirip, içinden arı gibi özünü almak isteğiydi.
Okudukça neredeyse her özlü sözünün altını çizdiğimi fark ettim.
Felsefeye merakım çocuk yaşta başladı.
Çünkü her şeye eleştirisel bakıp, teze, anti tez katma hevesimden kaynaklandığını, aklımı bilgiyle doldurup, yine öze erişmenin kendi aklımla olacağına inancımdandı.
Körü körüne bir şeyi kabul edip, onlar diyorsa doğrudur mantığım hiç olmadı.
Araştırmak, okumak, bilgi dağarcığınızı geliştirmek, insana kendini arayışında hep yol gösterici olmuştur.
İlk Sokrates'i okudum, Aristo ile devam ettim.
Sonra Montaigne ve Erich Fromm'la devam etti felsefe merakım.
Erich Fromm'un en sevdiğim sözü "Dünyayı beyin yönetir" idi.
Ama hangi beyin?
Aklını hinliğe, aldatmaya yöneltmiş bir beyin, ancak kafasını çalıştıran, düşünen insanın duvarına çarpar.
Montaigne'nin bununla ilgili şu sözü ne kadar da önemlidir
"Her zaman aklımızın ardı sıra gidelim, halkın takdiri de canı isterse ardımızdan gelsin"
"Eğitimin insanı bozmaması yetmez, daha iyiden yana değiştirmesi gerekir"
"İnsan her yerde insandır; bir insanın yaradılışında asalet yoksa kâinatın tacını giyse yine de çıplak sayılır diyor"
Bunu taaa 16.Yüzyıl da söylüyor üstelik de.
Şimdilere baktığımızda bu tipleri rahatlıkla görüyoruz tepelerde.
Ve diyor ki;
"Bizi yöneten, dünyayı ellerinde tutan kimselerin, bizim kadar akıllı olması, bizim yapabileceğimiz kadarını yapması yetmez, bizden çok üstün değillerse, bizden çok aşağı sayılırlar"
Üstünde altını çizerek ısrarla durduğunuzda, siyasilerin aklımızla alay eder gibi aynı şeyi ısrarla söyledikleri, kendilerinin bile inanmadıklarını bizlere inandırmaya çalıştırdıkları ve adına da politika dediklerine şahit oluyoruz.
Yani 16.yüzyıl'dan bu yana kananlar ve kaldıranlar var demek ki...
"Doğruyu söyleyenlere pirim neden verilmez peki?"
"Gerçeklerin yüzü acıdır, bu yüzden dokuz köyden kovulur"
"Onuncu köy aklınızın olduğu yerdedir."
İyileri; kötülere kurban etmediğimizde buluruz düşünerek.
Şimdi buradan dostluğa gelirsek dost dostunun yükselmesini yücelmesini ister.
Dostuyla yarışmaz.
"Onun başarısıyla övünmek olgunluktur."
"Önde olmasından rahatsızlık duymaz"
"Ayağını kaydırmaz"
Çünkü bilir ki onun kendine yaptığı iyiliği kendine yapılmış sayar.
O bir yerlere geldiğinde mutluysa, dostunu da mutlu edecektir.
Böyle dostlar elbette vardır.
Her zaman destekler arkasında oluruz.
Ancak dostluğu kendi çıkarları için sıçrama aracı olarak görüyorsa, omuzlarımızı da bu ağırlığı taşımayan insanlara ezdirmeyiz...
Demem o ki;
Dostun olsun istiyorsan dost ol.
Dostluğun kolları birbirimizi dünyanın bir ucundan bir ucuna kucaklayacak kadar uzundur.
Ve son sözü çok etkilendiğim Mountaigne ile bitireyim yoksa uzayıp gidecek bu yazım.
"Kendimizi hafife almanın başkalarını üstün görecek noktaya getireceği doğrudur"
"Kendine değerinden az paha biçmek korkaklıktır, pısırıklıktır"
"Kendini olduğundan fazla göstermek de çoğu kez gururdan değil budalalıktır" (Mountaigne)
Ne kendini üstün gör ne aşağıda.
Çizgin doğru olsun.
Eğrinin arkasından Kimse gitmez.
Güzel görünebilirsin belki ancak kuğuya bile haddini bildiren ayaklarıdır
Dost değilsen güzel de değilsindir.
Kimseyi ezerek o merdivenleri tırmanma.
Herkes o zaman ayaklarına bakar.
Güzel değil mi?
O halde neden doğrunun, iyinin, güzelin, haklının, mazlumun, mağdurun yanında değiliz.
Felsefe ne?
İnsana ulaşmak.
İnsan olmanın felsefesi insanın içindeki özü görebilmektir.
Bu yüzden özlü olmak gerekir.
Özlü söz, özlü özle olur.
Ne diyelim, böyle insanları ÖzLüyoruz işte...