Eğitimin köklü davranış değişikliği olduğunu bir önceki yazımda anlatmaya çalışmıştım. Bu yazımda “Eğitimin Mahremi” sayılabilecek bir konuyu ele almaya çalışacağım :
“EĞİTİMİN MİLLİ OLMASI”
Eğitim nasıl milli olur?
İlk olarak “Milli Eğitim” üzerinde durmaya çalışalım. Milli Eğitim ; eğitimin ulusal olası, bir kimliğe bürünmesi ve bir anlamda şahsileşmesi olarak tanımlanabilir.
Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk Milli Eğitimi şu şekilde ifade etmiştir :
“Eğitimin gayesi, yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, daha ziyade memlekete ahlaklı, karakterli, cumhuriyetçi, inkılapçı, müspet, atılgan, başladığı işleri başarabilecek kabiliyette, dürüst muhakemeli, iradeli, hayatta tesadüf edeceği engelleri yenmeye kudretli, karakter sahibi gençler yetiştirmektir .Bunun için de eğitim programları ve sistemleri ona göre düzenlenmelidir”
“En mühim ve feyizli vazifemiz Milli Eğitim işleridir. Milli Eğitim işlerinde mutlaka muzaffer olmak lazımdır. Bir milletin kurtuluşu ancak bu suretle olur.”
Eğitim ve öğretimin en önemli sac ayağı “öğrenci” dir. Yani öğrenci demek öğrenen, verileni alan, aldığını uygulayacak olan demektir. Peki, ne verirsek ne alırız?
*Her sabah milli kimliği ile gurur duyduğunu dile getiren ve varlığını milletine adamaya yemin eden bir öğrenci en başta fedakar olması gerektiğinin bilinci ile yetişir.. FEDAKAR OLUR..
*Sırayı karalamanın ,duvara yazı yazmanın “devlet malına zarar vermek olduğu” bilincinde yetişen bir öğrencinin sorumluluk duygusu gelişir..SORUMLULUK SAHİBİ OLUR..
*Şanlı tarihinin güzelliklerini, kahramanlıklarını, zaferlerini öte yandan yenilgilerini ve eksiklerini objektif şekilde öğrenen bir öğrencinin “aidiyet hissi” gelişir..ÖZGÜVENİ GELİŞMİŞ BİREY OLUR..
*Milli marşını , şiirlerini, yazarlarını ,edebiyatını, sanatçısını içine sindirerek öğrenen bir öğrenci yaptığı her işin menfaatini milletine çevirecek vatandaş haline gelir..ŞAHSİYETLİ OLUR..
*”Ulular köprü olsa, üzerinden geçmemesi” gerektiği bilinciyle yetişen bir öğrenci haddini bilmeyi öğrenir..SAYGILI OLUR..
*Milletinin refah düzeyinin yükselmesinin yegane şartının bilim olduğunu anlayan bir öğrenci bunu gerçekleştirmek için daha fazla çabalar..ÇALIŞAN VE ÜRETEN OLUR..
*Örf adet gelenek göreneklerini öğrenen ve yaşatan bireyler milletinin özünü korur, bu değerleri yaşatan olur..MÜCADELECİ OLUR..
İşte bu bilinç ile yetişen öğrenciler Atatürk ün de tespit ettiği nitelikte YURTTAŞ olur..
Milli Eğitim denince akla ilk gelen millet Japonlar’dır. Japonya dört temel büyük adanın yanına serpiştirilmiş bir çok irili ufaklı adadan oluşmaktadır. “ADALI”olmanın da etkisiyle Japon insanlarında kendilerine özgünlük mevcuttur. Japonlar örf ve adetlerine çok bağlı, milliyetçi, tarihte yaşadığı olaylardan ders çıkaran ve bu konuda tedbir alan çok çalışkan bir millettir. Hepimizin bildiği üzere “Hiroşima”ya düzenlenen atom bombası saldırısı dolayısıyla askeri tarihinde gerçekleşen yegane nükleer saldıraya maruz kalmıştır. 1945 yılının sonuna kadar Hiroşima’da atom bombası saldırısı sonucu 140.000 kişi hayatını kaybetmiştir.
Bu hazin olayı Japonlar bir hezimet olmaktan çıkarıp ,bir daha tekerrür etmeyecek ibretlik bir tarihi derse çevirmişlerdir. Japonların tarihinde 1945 saldırısı milat oldu desek abartmış olmayız, çünkü bunun akabinde Japonlar siyasi, topumsal, eğitimsel ve kurumsal kimliklerinde ciddi kararlar almışlardır.
Konumuzla ilgili şu örneği verebiliriz :
“Japonlar her eğitim düzeyindeki öğrencilerini, her eğitim öğretim yılının başında Hiroşima’ya götürerek öğrencilere şu mesajı verirler : “Bak yavrum, bu gördüğün yeri iyi incele. Burası senin tarihindir. Eğer çalışıp başarılı olmazsan bunu yine yaşarsın. Fakat milletin için çok çalışırsan dünyaya yön veren sen olursun.”
Bugün görüyoruz ki bu milli bilinç içinde yetişen Japonlar, o küçücük ada ülkesinde tüm dünyaya meydan okuyan bilimsel çalışmalar yapmaktadırlar.
Bu konuyla ilgili sadece şu örnek bile yeterli olur kanaatindeyim :
Japonya başbakanı Türkiye’ye ziyarete gelir. Görmek istediği ilk yer Anıtkabir’dir. Sonrasında Türk’ün kabesi olan Çanakkale’ye gitmek ister. Çanakkale’yi gezdikten sonra dile getirdikleri aslında bizlere tokat misali cevap niteliğindedir : “Eğer Çanakkale gibi bir zafer bizim zaferimiz olsaydı, biz ülkemizde okul çağındaki her bir çocuğun her yıl burayı görmesini şart koşardık. Bunun dahi eğitim programınızda olmaması beni ziyadesiyle şaşırttı.”
Yani işin özü şudur ki Türk çocuğu eski Türklerden günümüze kadar tarihini çok iyi öğrenmelidir. Tonyukukları, Bilge Kağanları, Hoca Ahmet Yesevileri, Bektaşileri, Ulubatlıları, Mimar Sinanları, Akifleri, Necip Fazılları, Arif Nihatları, Atsızları, Sepetçioğullarını ve daha nicelerini bilmeli, okumalı ve anlamalıdır.
Hangi mantıkla kaldırdığınızı bilmediğim Andımız’ı her sabah şöyle haykırmalıdır
“VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE”
Gökçe Kız
(“Çağdaş Eğitim” konusunu bir sonraki yazımda işleyeceğim.)