Aliya İzzetbegoviç’in güzel bir sözü var; “Diktatörlük günahı yasaklasa bile ahlaksızdır, demokrasi ona izin verse bile ahlaklıdır. Ahlakilik özgürlükten ayrılamaz. Ancak özgürce işlenen fiil ahlaki fiildir.”
Yasakla dindar olunmaz, dindarlık özgür iradeyle yapılan bir seçimin sonucudur. İşleyebileceğin her günahtan kaçış dindarlığın bir göstergesidir.
Günümüzde böyle bir dindarlığın varlığından söz edebilmek mümkün değil, geçmişte talan mantığı darulharp fikri ile meşrulaştırılıyordu, bugün harp hiledir hadisi ile meşrulaştırılıyor. Bağlamı dışında kullanılan her hadis amacının tersine hizmet eder. Bu hadis, fiili savaş hali için ve savaş taktikleri açısından ifade edilmiş bir peygamber sözüdür. Bu bağlam dışında kullanılması toplumu hile ve desise ile yönetilen bir duruma sokar. Bunun sonu da kesin olarak yozlaşma ve ahlaki çürümedir.
Said Nursi, istibdadın insaniyetin mahisi yani çürütücüsü, tüketicisi olduğunu söyler. Çünkü insanı ikiyüzlü yapar, şizofrenleştirir, insanı insanın kulu, kölesi haline getirir. Bundan kurtulmanın yolu hukuka bağlılık, şeffaflık, kuvvetler ayrılığı iç ve dış muhalefet yollarının açık tutulmasıdır. İç muhalefet, parti veya diğer oluşumların kendi içlerindeki eleştiri özgürlüğünü, dış muhalefet, dışındaki parti veya oluşumların eleştiri hürriyetlerini ifade eder. Bunların olmadığı yerde diktatörleşme, tek adam yönetimleri ve putlaştırma başlar. Aslında tek adam yönetimlerinin bir başka anlamı -tek adamın- görüş ve iradesi dışındaki görüş ve düşüncelerin reddi anlamına gelir. Tek adamlık, hukukla bağlı olmamak, daha doğrusu hiçbir bağla bağlı olmamak için ihdas edilir. Tek adam düzeni, bütün hukuki ve ahlaki bağlardan azade olma arzu ve ihtirasının sonucu ortaya çıkar. Böyle bir düzende hukuk değil, keyfilik hakim olur.
Ne yazık ki, İslam dünyası kendine özgü, kriterlerini İslam’dan alan bir yönetim sistemi geliştirememiştir. Demokrasi de denetimden, şeffaflıktan kaçanların -batı kültürünün bir ürünü- kodlamasıyla aşağılanarak baştan mahkum edilmiştir. Oysa demokrasi Batı kültüründen çok insanlığın ortak tecrübesinin bir sonucudur. Üstelik birçok yazara göre de İslam’a en yakın sistemdir. Muhalefette iken demokrasiyi küfür düzeni olarak aşağılayanlar iktidara geldikten sonra ona bir alternatif çıkaramadıkları gibi, geçmişe dönerek Emevi uygulamalarına sığınmaktan başka bir yol bulamamışlardır. Bugün özellikle siyasette gerçek İslam’dan farklı olarak bir Emevi İslam’ının hakim olduğunu söylemek bu pek de abartılı olmayacaktır. Emevi İslam’ı dini siyasetin emrine veren sakat bir din anlayışının adıdır. Bu tip İslam’ın topluma hizmet etmek, ahlakiliği yaymak, kul hakkına riayet etmek, adaleti sağlamak gibi bir hedefi yoktur. Tek kutsalı ve hedefi iktidar olmak ve ne pahasına olursa olsun orada kalmaktır. Nitekim İslamcılık adıyla iktidara gelenlerin hiçbiri sosyal adaleti, refahı, toplumsal bütünleşmeyi, üretici bir toplum olmayı sağlayamamışlardır. Sosyal adaletten bütün anladıkları çay, kömür, makarna dağıtarak sadaka kültürünü yaygınlaştırmak, tembelliği, ataleti kurumlaştırmak olmuştur. Tek bir İslami kurum ihdas edemedikleri gibi var olan müesseseleri de dejenere etmişlerdir. İnsanları İslam’la bütünleştireceklerini söyleyerek iktidara gelenler İslam’ı bir ayrıştırma, saflaştırma aracı olarak kullandıkları için tam tersine hizmet etmişlerdir. En ileri İslam ülkelerinin en geri ama demokrasi ile yönetilen batı ülkelerinin bile gerisinde kalmasının nedeni budur.