Bütün bunlar farklı hayatların, farklı duyuş ve hissedişlerin olamayacağına olan inançtan kaynaklanıyor. Herkes kendi doğrusunu, yegane doğru ve herkesi uymakla zorunlu görüyor.
Ben ne düşünüyor, nasıl yaşıyorsam herkes de öyle olmalı.
Aslında toplumu geren, enerjisini tüketen kavgaların sebebi de bu. Ama tek sebep bu değil.
Türkiye'de evvelden beri din karşıtı, Rusçu, Çinci, Marksist,Esatçı şucu bucu bir kitle var.İslam'a saldırmak için her vesileyi kullanıyorlar. Ama bunu yaparken İslam'a cepheden saldırmak yerine dolambaçlı yolları tercih ediyorlar.Tarikat, cemaat,Fetö, Metö bunların en çok kullandığı saldırı yoları.
Gülen yapılanmasına yönelik taarruzlarının arka planında da aynı gerekçe var, asıl dertleri Fetö değil,İslam. Onun üzerinden -dini duyarlılıkları- yok etmeye, İslam'la Türk toplumu arasındaki mesafeyi açmaya çalışıyorlar. 15 Temmuz ihanetini bu kadar çok yaymalarının, genişletmelerinin sebebi bu.
Ancak darbe davalarının bu kadar genelleştirilmesi sadece -İslam'la sorunlu- çevrelerin din karşıtlığından kaynaklanmıyor. Fetö öcüsü, rejimi değiştirmek, Türkiye'yi demokrasiden koparmak isteyenlere halkı korkutarak ikna etme imkanı veriyor. Korku ne kadar büyük olursa toplumu ameliyata razı etmek o kadar kolay olur.
Bir diğer neden de, iktidara -birlikte işledikleri suçlardan- temizlenme imkanı vermesidir. Her olumsuzluğu Fetö'nün üstüne yıkarak, bu sayede kamuoyu nazarında temizlenmeye çalışıyorlar. Fetö, işlediği suçların elbette hesabını vermelidir, ancak suç ayrı, o suçlar üzerinden başka sonuçlar elde etmeye çalışmak ayrıdır. Dahası suç ve cezayı, bu yapı ile ilişkisi dini duyarlılıktan ibaret olanlara kadar teşmil etmek haksızlıktır.
Tarikat ve cemaatlerin son yıllarda İslam'la problemli kesimlere bol bol malzeme verdiği bir gerçek. Siyasete karışan, mensuplarını belli politikalara yönlendiren, dini duyarlılıkları rant aracı haline getiren her cemaat, her tarikat aslında varoluş sebebinin dışına çıkmış olur.
Fakat tek hata -siyasete- karışmak veya bu saydıklarım değil. Bazen öyle bir din kompozisyonu çiziliyor ki, insanlar yaşadıkları çağdan koparılarak tekrarı mümkün olmayan, başka bir zaman diliminin yaşantısına götürülüyor. Bugünden kopmakla İslam'ı yaşamak neredeyse özdeşleştiriliyor. Dünün, o günün şartlarından kaynaklanan ve o zamana mahsus kalması gereken hayat tarzı -dini yaşam- olarak sunuluyor. Mesela Mahmut efendi cemaatinde, kadınların araç kullanması bile İslam'la mütenakız bir durum olarak görülüp, kadının sürdüğü araca binilmiyor.
Bunun İslam'ın herhangi bir hükmüyle izahı mümkün müdür?
Sarık, sakal, şalvar da öyle. Eski Diyanet İşleri başkanı Bardakoğlu "Müslümanlığımızla Yüzleşme" isimli kitabında sarık, sakal ve cübbenin sünnet olmadığını, Arap örfü olduğunu yazar. Aynı görüşü paylaşan başka din alimleri de var. Ama bu giyim tarzı İsmailağa'da neredeyse mensubiyetin birinci şartı olarak görülür.
Son yıllara kadar S.Arabistan'da da kadınların araç kullanması yasaktı, birkaç yıl önce serbest oldu. Teknolojinin imkanlarından yararlanmamayı dinle özdeşleştirmek, aslında o dini yaşanmaz hale getirmek, belli bir zaman dilimine hapsetmektir. Oysa İslam bütün zamanların dinidir.
İslam önce zihinlere hitap eder, zihinsel Müslümanlık olmadan ameli Müslümanlık olmaz. Günümüz cemaatlerinin çoğu, zihinlerden önce bedenleri hedef alıyor, şekli Müslümanlığı şuur Müslümanlığının önüne çıkarıyor. Bu da zamandan gerileme, hayattan kopuş ve bugüne yabancılaşma olarak yansıyor.
Bütün bu gerçeklere rağmen bu farklı hayatlara saygı duymak gerekiyor. Dini duyarlılıktan kaynaklanan farklı yaşam tarzlarının zor ve baskı ile yok edilemeyeceği tecrübelerle sabittir. Sosyolojik olan, baskı ile bitirilemez! Herkesin dini, dinden ne anladığıdır.Algılarımız, eğitimlerimiz, anlama kapasitelerimiz farklı oldukça, bu farklı yaşam tarzları da olacaktır. Cemaat ve tarikatların kimi olumsuzluklarından hareketle İslam'a taarruz etmek en çok siyasal İslamcıların işine yarar. Bugün tarikat veya cemaatlerin çoğu birer dindarlaşma aracından çok yardımlaşma, dayanışma, sosyal akrabalıklar kurma aracıdırlar. İnsanlar hızla dönüşen, değişen, bireyselleşen, değer erozyonuna uğrayan dünyadan cemaatlere kaçarak yalnızlıklarını gidermektedir. Kaldı ki, olumsuz örnekleri cemaat ve tarikatların tek örnekliği olarak göstermek yanlıştır. Tasavvuf adamlarının Türk-İslam kültürüne, düşüncesine, felsefesine katkılarını unutmamak lazım. Bir Yunus'u, Mevlana'yı, Hacı Bayram Veli'yi, Akşemsettin'i bu kötü örneklerle kıyaslamak mümkün müdür
? Doğru olan, itip kakmak değil, bugünden kaçan bir Müslüman tipi yerine, bugünü yaşayan bir Müslüman tipinin eğitimini vermek, cemaatleri kendi alanları içinde tutarak birer rant aracı ve siyasal fırkaya dönüşmelerini engellemektir.