Ali Ünal yazdığı kitaplarla Radikal İslamcıların (Bu kavram sadece tarif için. Yoksa benim nazarımda İslam İslam’dır.) liderlerinden biri olmuştu. Ancak zamanla öğretmenlik yaptığı Uşak’ın Eşme ilçesinde örgütün ilçe imamıyla tanışmış ve onun yönlendirmesiyle kısa zaman sonra yer değiştirerek FETÖ içinde yer almıştır. Yazar ve müktesebatının güçlü olması sebebiyle kısa zamanda örgütün yayın organları olan Sızıntı, Yeni Ümit ve Yağmur gibi dergilerin yazı heyetlerinde görev almış ve bu vesile ile örgüt lideri Gülen’in en yakınlarından biri olmuştur.
Adı zikredilen dergilerin yayın heyetlerinde beraber çalışmıştık. Ben 1999 yılında bu şeytani yapıdan İslam’a ve vatana zarar verecekleri gerekçesiyle ayrılmış ve örgütün yanlışlıklarını anlatarak ciddi bir mücadeleye girişmiştim. Bu mücadelelerimden biri de örgütün üst yönetimleriyle MÜSTEAR isimlerle yazışarak onlarında uyanmalarını sağlamaktı. Bu yolla bazı örgüt mensuplarının uyanmalarına ve örgütü terk etmelerine sebep olmuştum.
Ali Ünal da kafası çalışan biriydi ve farklı bir yapıdan örgüte katıldığı için onun da yapılan ihanetleri görmesini istemiştim. Ancak karşılıklı yazışmalarımızda da göreceğiniz gibi FETÖ kendine bağlanan müritlerini tıpkı Hasan Sabbah gibi aklını almakta ve adeta kendine tapındırır hale getirmektedir. Ali Ünel gibi birinin bile bu hale düştüğünün nazara alırsanız diğer müritlerinin neden münafık Fetullah’ı terk etmediklerini daha iyi anlarsınız.
Ali Ünal ile yazıştığım dönemden kısa bir süre önce aşağıda okuyacağınız “Doğrunun L Dönüşü” isimli bir makale yazmıştım. Bu makaleyi “Muhammet Fethullah Gülen” ismiyle 2006 yılında mail yoluyla Ali Ünal’a da göndermiştim.
***
> > > >Kimden: Muhammed Fethullah Gülen
> > > >Gönderilmiş: Cmt 21.10.2006 22:53
> > > >Konu:
> > > >To: admin@islamiforum.com, ayhan_x34@hotmail.com,aliunal@zaman.com.tr>
>Subject: =?iso-8859-9?B?RG/wcnVudW4gbCBk9m78/vw=?=
> > > >Date: Sat, 21 Oct 2006 19:53:53 +0000
> > > >Mime-Version: 1.0
> > > >Content-Type: text/plain; charset=iso-8859-9; format=flowed
> > > >X-OriginalArrivalTime: 21 Oct 2006 19:53:56.0158 (UTC)
> > > >FILETIME=[A46C3DE0:01C6F54A]
DOĞRUNUN L DÖNÜŞÜ
Psikolojik harp alanında kullanılan “Doğrunun L dönüşü” diye bir tabir vardır.
Bu doğru kriterlerle yola çıkıp, şartlara göre yön değiştirenler için kullanılır.
Doğruya L dönüşü yaptırmak isteyenler, önce doğruyu temsil eden bir odak meydana getirir ve bu doğruyu takip eden kitlenin güveni sağlanır. Güvenin sağlandığı noktadan sonra hakkında doğru imaj meydana getirilen odağın yönü sistemli bir biçimde değiştirilerek; takip eden kitlenin söz konusu odak ile birlikte yön değişmesi sağlanır.
Konuyu biraz izah edelim isterseniz:
Doğru ve yanlış kavramları birbirinin zıddıdır ve bir noktadan diğerine doğru uzanırlar. Doğrudan uzaklaştıkça yanlış, yanlıştan uzaklaştıkça doğruya varılır.
Tarih içerisinde doğru başlayıp, yanlışa uzanan süreçler olduğu gibi; yanlış başlayıp, doğruya yönelen hareketler de olmuştur. Bu hareketlerin üst kademelerinin büyük çoğunluğu bunu bilerek yaparken, alt kademelerin bütünü çoğu kez işin farkına bile varamazlar.
Bu hareketlerin hedefe giderken yol aldıkları süreçlerde üzücü olan; doğruyu temsil edenleri takip edenlerin, bu bayrağı taşıyanların yanlışa yönelmeleri sonucu karşılaştıkları açıklı sondur.
Doğrudan yola çıkıp yanlışa yönelen hareketlerde bazen işin farkına varanlar çıkar. Bunlar için böyle sonuç; hayal kırıklığı ve çoğu kez de öfkedir. Ancak onlar için zararın neresinden dönülürse kârdır anlayışı tek çıkar yoldur. En azından kendilerini yanlışa götüren trenden zamanında atlayıp, kendi yollarını çizme şansına sahip olurlar.
Doğruya gittiğine inanıp yola çıkan, ancak yolda değiştirilen rayların farkına varmayıp; hala aynı trende kalmaya devam edenler açısından ise sonuç acıdır. Fark etmeden yanlışa dönüp orada ilerleme anlamına gelen böyle bir durum işin farkına varılana kadar da devam eder.
Zaten en tehlikeli yanlış da, onlarca doğru arasına saklanarak savunulandır.
Ülkemizde "Doğrunun L Dönüşü" ne örnek gösterilecek birçok hareket vardır.
Bu hareketlerin en açık L dönüşü yapanların başında ise kamuoyunun adlandırmasıyla Fetullahçılar gelmektedir.
Yıllar önce başlatılan bir psikolojik harp ile İslam’a hizmet adına on binlerce insanın Fetullah Gülen etrafında toplanması sağlanmış ve sağlanan güvenden sonra L dönüşü yapma zamanı gelince de bu gerçekleştirilmiştir. Bu çerçevede dün ak denilenler kara, kara denilenler ise artık ak olarak görülmeye başlanmıştır. Dün Hıristiyan ve Yahudiler cehennemlikken, bugün cennetlik olmuş; dün faizin zerresi anasıyla zina etmekle eş tutulurken bugün caiz görülmeye başlanmış; dün tesettür konusunda kadınlar yüzlerini bile gösteremez derken, bugün kurdukları müesseselerde kadının her yerini göstermeye başlanmış; dün Vatikan ve Fener fitne ve fesat yuvası olarak kabul edilirken, bugün bu odaklarla kol kola girilmiş; dün bütün ümmet bir vücudun parçaları olarak kabul edilirken, bugün ümmetin içinde şerefli bir şekilde kurtuluş mücadelesi veren Çeçenler ve Filistinliler terörist olarak ilan edilmiştir. Lider merkezli yürütülen bu çalışmalarda; L dönüşü yapıldıktan sonra dünyaya kan kusturan ABD ve İsrail'e karşı hiçbir duruş sergilenmediği gibi; İslam'ı hedef tahtasına oturtanları sevindirecek birçok eylem ve açıklamalara imza atılmıştır. Bu örnekleri alabildiğine çoğaltmak mümkündür. Ancak Gülen’in arkasında giden kitle maalesef oluşturulan güven sebebiyle bu doğrunun L dönüşünü fark edememişlerdir.
Bugün Fetullahçı oluşumda doğruya L dönüşü yaptırıldığını fark edenler için üç yol belirmiştir.
Birincisi hiç ses çıkarmadan yapılanlara göz yumup L dönüşü yapılan yanlış yolda ilerleyip, cemaatin mevcut imkânlarından sonuna kadar yararlanmak;
İkincisi kol kırılır yen içinde kalır diyerek haksızlık karşısında susmak.
Üçüncüsü ise her türlü tehlikeyi göze alarak L dönüşü yapıldığını herkese haykırmaktır. Tehlikeyi herkese açık biçimde haykırmak çoğu kez haykıran kişinin mevcut yapının dışına itilmesiyle sonuçlanır.
L dönüşünü herkese haykırmak isteyenlerin önünde ise yine üç yol bulunmaktadır. Birincisi mevcut yapının dışına çıkarak, lanet olsun deyip sessizce oturmak; ikincisi yapılanları kaleme alıp ulaşılabilen yerlere ulaştırmak, üçüncüsü ise mevcut medya ile işbirliği yaparak tehlikeyi daha geniş kitlelere duyurmaya çalışmaktır.
Medyaya bir göz attığımızda iki gurubun varlığını görürüz.
Birinci grup L dönüşü yapanların hâlâ doğru çizgide olduğunu zannedenlerden oluşur. Bu gurubun L dönüşü yapıldığı hakkında yayın yapmaları neredeyse imkânsız gibidir. Çünkü neticede bu işin ucunun kendilerine de ulaşabileceği ihtimali vardır.
İkinci grup ise daha çok sol zihniyetin hâkim olduğu bir yapılanma içerisindedir. Böyle bir açıklama onlar için kaçırılmaz bir materyaldir. Ancak L dönüşü yapanların ekonomik boyutu bazen bu materyalin kullanımını engeller. Engel çıkmayıp yayınlandığında ise açıklama yapanları önemli bir tehlike beklemektedir ki; oda açıklama yaptıkları medya organları ile aynileşmiş gibi görüntülenmeleridir.
Bugün L dönüşü yaptırılan Fetullahçı gurubun içinde meselenin farkına varan ve bu dönüşün ne derece tehlikeli olduğunu beyan eden birçok insan vardır. Ancak değişik sebepler ve özellikle de ekonomik bağlantılar yüzünden bunu açıklamaya cesaret edememektedirler. Açıklayanlar ise Fetullahçıları ekonomik bir güç gören sol tandanslı medya ve L dönüşü yapanların propagandaları sebebiyle ya hain ya da para peşinde koşan menfaatçi olarak suçlanmakta ve adeta linç edilmektedir. Çünkü L dönüşü yapanların hedeflerine gitmek için yapmayacakları hiçbir kötülük yoktur.
**
Mailimi alan Ali Ünal yazılanlardan ibret alma yerine grup taassubuna yakalanarak bana aşağıdaki cevabı yazmıştı:
From: Ali Ünal <ali.unal@zaman.com.tr>
To: muhammed fethullah gülen
muhammedfethullahgulen@hotmail.com>,<muhammedfethullahgulen@hotmail.com>
Subject: YNT: Date: Thu, 26 Oct 2006 11:07:21 +0300
İsminiz gerçekten bu değilse bu ismini haberleşme ismi olarak kullanmanız çok ayıp ve sorumluluk sebebi değil mi?
**
Yazdıklarıma fikren itiraz etme yerine böyle bir cevap vermesi gerçekten beni hayrete düşürmüştü. Bu sebeple ona anlayacağı dilden bir cevap vermenin gerekli olduğu kanaatiyle aşağıdaki maili yazmıştım:
Kimden: muhammed fethullah gülen
mailto:muhammedfethullahgulen@hotmail.com]
Gönderilmiş: Per 26.10.2006 19:33
Kime: Ali Ünal
Konu: Neden olsun?
Sayın Ali Ünal
İsmimin bu olup olmaması o kadar önemli mi?
Mesela M. Abdulfettah Şahin, M.A. Dahhak.. Bu isimler gerçek mi? Sen de biliyorsun ki değil ve bu müstear isimlerle Fetullah Gülen yazılar yazmaktadır.
Müstear isim kullanmak ayıp ise bu isimleri kullananlar ayıp etmiyor mu? Halbuki müstear isim kullanan o kadar çok insan var ki?
Size bir makale gönderdim. İçeriğine tenkit getireceğinize isme takılmışsınız. Halbuki siz isimlere takılmayacak kadar bu işleri bilen birisiniz.
Kim bilir belki de ben gerçek Muhammed Fethullah Gülen'indir.
Bu isim birine tapulumu ki böyle yazıyorsunuz?
Üzüldüm doğrusu.
Hayırlısı olsun dedim ya. Önemli olan içerik, kabuğa takılıp kalmayın.
**
Cevabımı alan Ali Ünal bu kez adeta tanrılaştırdığı Fetullah Gülen’in ismini kullanmanın neredeyse beni küfre bile götüreceğini anlattığı aşağıdaki cevabı yazdı:
From: Ali Ünal <ali.unal@zaman.com.tr>
To: muhammed fethullah gülen
<muhammedfethullahgulen@hotmail.com>,<muhammedfethullahgulen@hotmail.com>
Subject: YNT: neden olsun?
Date: Fri, 27 Oct 2006 10:16:18 +0300
Muhammed Fethullah Gülen sıradan biri değil, tanınan biri. Bir başka müstear kullansanız kimsenin dikkatini çekmez, ama bu isimle yazıştığınızda herkes de sizin gibi birinin çıkıp bu müstear ismi kullandığınızı düşünmez. Onu o ismin gerçek sahibi zanneder. Abdülfettah Sahin isminde tanınmış başka biri yok, yani müstear isim kullananların hiçbiri sizin gibi tanınmış bir ismi almadılar. Yaptığınız tamamıyla yanlış, başka bir şey değil ve çok ayıp ve günah. Önce bu ayıbı ve günahı temizlersiniz sonra dikkatimi çekerse ve bakmaya değer bulursam gönderdiğiniz makaleye bakarım.
**
Ali Ünal kibrinin esiri olduğunu yazdıklarıyla ortaya koymuştu. Kibirliye kibir sadakadır anlayışıyla ben de ona üst perdeden şunları yazdım:
Kimden: muhammed fethullah gülen
[mailto:muhammedfethullahgulen@hotmail.com]
Gönderilmiş: Cum 27.10.2006 16:52
Kime: Ali Ünal
Konu: Yazar enaniyeti
Sayın Ali Ünal
Yazılarınızı Zaman, Yeni Ümit ve Sızıntı dergileri ve dahi kendinizi cemaate kaptırmadan önceki kitaplarınızda takip eden biriyim.
Sizi mütevazı biri olarak tanımıştım. ama yanılmışım. Yazar enaniyeti derlerdi de inanmazdım.
Cevabı yazınızda, “Dikkatimi çekerse ve bakmaya değer bulursam gönderdiğiniz makaleye bakarım” cümlelerinizde bu enaniyeti bütün ihtişamıyla görmek mümkün.
Sizin benim yazdığım makaleyi okuyup okumamanız o kadar da önemli
Değil. (Kibirliye karşı kibir sadakadır ya)
Neyse
Ben bu ismi kullanmakta haklıyım. Bu bir nevi belki de hak alma girişimi. Çünkü kullandığım o ismin sahibi (gerçi tam ismi bu değil ya) nice insanın duygusunu ve düşüncesini hiçe sayarak, Müslümanları küçük düşüren işlere, eylemlere, fetvalara imza attı. Benim bu ismi kullanmam onun yaptıkları yanında zemzemle yıkanmış gibi kalır. Kaldı ki siz kabul etmek istemeseniz de onun adı FETULLAH GÜLEN'dir. Benim kullandığım isim ise MUHAMMED FETHULLAH GÜLEN.... Arada bayağı fark var.
Bu arada FETHULLAH GÜLENin Müslümanları nasıl küçük düşürdüğünü, duyguları nasıl istismar ettiğini öğrenmek isterseniz bunu size yazarım. Zahmetten çekinmem. Zaten size gönderdiğim makaleyi de bunun için kaleme almıştım.
Yazar enaniyetine mağlup olup, zahmet edip okumadığınız için ne demek istediğimi anlamadınız doğal olarak.
Neyse sizi meşgul ettim ama bunu biraz da siz istediniz. Bu sıralar meal hazırlıyormuşsunuz. İnşallah sizde mealinizde Fetullah’ın modasına uyarak Suat Yıldırım’ın mealinde yaptığı gibi İncil ve Tevrat’ın propagandasını yapmazsınız. Bir zamanlar reddettiğiniz ama şimdilerde Hırıstiyan ve Yahudileri kurtarmak için sığındığınız tarihselçilik (hermenotik) tuzağına düşmezsiniz. Siz önemsemeyebilirsiniz ama ben sizin bu mealde en doğruyu bulmanız için dua ettim.
Şu günah, yanlış ve ayıp sözlerini de bir daha kullanmasanız iyi olur.
**
İroni yüklü mailime karşı Ali Ünal meseleyi şahsiliğe çekerek şöyle cevaplamıştı:
From: Ali Ünal <ali.unal@zaman.com.tr>
To: muhammed fethullah gülen
<muhammedfethullahgulen@hotmail.com>,<muhammedfethullahgulen@hotmail.com>
Subject: YNT: yazar enaniyeti
Date: Sat, 28 Oct 2006 10:34:48 +0300
Evet, kibirliye kibir sadakadır. İkinci olarak, ben bir yanlış davranışından bahsediyorum, Şahsınla ilgili bir şey yazmadım. Benim şahsımı yargılama hakkını sana kim verdi? Haydi benim şahsımı yargıladın, o Fetullah Gülen gibi çağımızın en önemli alimi olan bir zatı yargılama hakkını ve hakkında hüküm verme yetkisini nereden alıyorsun? Senin iddiana göre hataları varsa, kendisini ikaz edersin bir mektupla. Oldu olmadı ahirette ortaya döker hesaplaşırsın. Orada ortaya çıkar haklı haksız. Arkasında giden milyonlarca insan yanlış yapıyor senin gibi arkasından kopmuş birkaç tanesi hatalı buluyor diye hatalı mı oluyor. Sonra olup biteni ne kadar bildiğin belli. Biz Yeni Ümit’te tarihselçiliği reddeden dosya yaptık, benim de uzun yazım var. Kitap olarak da çıktı. Tarihselçiliği bilmediğin, tenkit ettiğin insani da cemaati de tanımadığın ortada. Sonra o zatin adi Fethullah Gülen değil, Muhammed Fethullah Gülen. O kadar kitabının kapağında Fethullah önceki M harfini de görmedin. Kimliğine mi baktın da Fethullah Gülen diye iddia ediyorsun? Bu ismi bırak ve daha fazla yanlışlar yapmaktan kurtul. Vebali büyüktür. Bu vebali taşıyamazsın. Dünyada ne olur bilmem de ahirette fena sorarlar. Hakkında kesin bilgi sahibi olmadan da kimseyi yargılama.
**
Ali Ünal tapındığı Fetullah’ı ilah gördüğü için onu eleştirmemin benim ahiretimi tehlikeye attığına inanmış olacak ki beni ahiretimle tehdit ettiği bu mailine şu şekilde cevap verdim:
Kimden: muhammed fethullah gülen [mailto:muhammedfethullahgulen@hotmail.com]
Gönderilmiş: Paz 29.10.2006 10:26
Kime: Ali Ünal
Konu: Deki yalan!!!
Sayın Ali Bey
Sizin tarihselci anlayışı reddettiğinizi ve bu hususta yayınlanan bir kitap olduğunu yazmıştım. Ancak dinler arası diyalog misyonunun bir parçası olmaya gittiğiniz tarihten bu yana Hırıstiyan ve Yahudileri zemmeden ayetlerin bu zamanı bağlamadığını da yine sizin sapık lideriniz söylüyor. Bu ayetleri tarihselci bir anlayışla değerlendirme değil de ya ne?
Evet Işık yayınlarından çıkan "Kur'an-ı Kerim, Tarihselçilik ve Hermenötik" kitabını çıktığı tarihte alıp okumuştum. Ama dediğim gibi değişime dikkat çekmek için yazmıştım o konuyu.. Diğer değiştiğiniz alanlar gibi...
Misal mi istiyorsun? o kadar çok ki bu konuda birkaç kitap yazılır. Bir kaçını zikredeyim isterseniz:
Bir zamanlar “faiz yemek anasıyla yetmiş defa zina etmiş gibi” suçtu. Bunu Fetullah’ın vaazlarında ve özel sohbetlerinde çok dinledik. Ama para kısmı ağır basınca gazete ve TV’nizde banka reklamları yayınlamaya başladınız...
De ki yalan!!!
“Kadın yüzünü bile gösteremez” diyen Fetullah gülen, daha sonra kadınların başlarını örtmesinin önemli olmadığını beyan etti. ilim için türbanın terk edilebileceğini söyledi...
De ki yalan!!!
Bir zamanlar Fener Rum patrikhanesi ve başındaki papaz ülkemize saplanan bir hançerdi ve Fener fitne fesat yuvasıydı... Bununla ilgili zamanda birçok haber yaptık, okuduk. Sonra ne oldu? Fetullah ile Papaz kanka olunca Fener sütten çıkmış ak kaşık yapıldı.
De ki yalan!!!
Suat Yıldırım kaleme aldığı “Kaynaklarına göre Hristiyanlık” kitabında papalığın dinler arası diyalog çalışmalarını bazı ülkelerdeki marjinal gruplarla işbirliği yaparak Müslümanlara yaptıkları zalimlikleri ve kafirlikleri yazmıştı 80'li yıllarda... Sonra papalıkla dostluk kurulunca tam tersi bir durum sergilenmeye başlandı.
Deki yalan!!!
Deki yalan!!!
Deki yalan!!!
Bu deki yalanları saymakla bitmez.
Sizi ve liderinizi yargılama yetkisini nerden aldığım meselesine gelince:
Siz Filistinlileri, Çeçenleri ABD aşkına nasıl terörist diye yargıladıysanız...
Şahadet eylemleri yapanları intihar edenler olarak nasıl yargıladıysanız...
Örgüte yıllarını vermiş insanları makam ve mevki uğruna nasıl yargılayıp aforoz ettiyseniz...
Papanın yanında bütün Müslümanları yargılayıp nasıl suçlu ilan ettiyseniz...
Liderinizin Türkçülük damarı kabardığından dolayı Şükrü Aslan hoca gibi bir alimi adeta iğdiş edip evinde oturmaya nasıl mahkum ettiyseniz...
Nurettin Veren gibi (kaldı ki sizden çok çok önceleri hizmete giren, en zor zamanlarında örgüt liderine sahip çıkan biriydi. Buna şahidim) birini yargılayıp, Perinçek gibi birinin kucağına nasıl attıysanız...
Evet bu ve benzeri binlerce konuda nasıl yargılama yetkisini nereden bulduysanız, ben de siz ve liderinizi yargılama yetkisini oradan bulduğumu söyleyebilirim.
Ne güzel değil mi? Sizler binlerce, on binlerce insanın duygusunu, düşüncesini, maddi ve manevi imkânlarını toplayıp kalp paralar gibi makam, mevki, güç ve gösteriş uğruna harcayın...
Biz oturup bunları seyredelim!!!
Yok işte Ali bey...
Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.
Biz hakkı söyleyeceğiz. Çünkü hakkın hatırı yüksektir. Bu hususta kimin hatırı kırılırsa kırılsın hiçte mühim değil.
Evet Ali bey...
Bir zamanlar haksızlığa karşı çıkan bir yapınız vardı. Bu husus sizi bir grup Müslümanın neredeyse lideri konumuna bile yükseltmişti. Şimdi ne oldu bilmiyorum. Gördüğünüz birçok haksızlığa göz yumuyorsunuz. Gayr-i İslami faaliyetlere arka çıkıyorsunuz. Bir insan bu kadar nasıl değişir, bir türlü anlayamıyorum?
Fetullah gibi siz de fır fır dönüyorsunuz.
O zat diye hitap ettiğiniz Fetullah Gülen'in İslam’a yaptığı ihanetleri anlatan çok yazı yazdım. Yine de yazmaya devam ediyorum. Ama sizler onun etrafında aşılmaz kaleler kurdunuz. Gerçeklerin çoğunu ona iletmiyorsunuz. İşinize geleni söylüyorsunuz.
Şimdi yine örgütünüzü ve sizi tanımadığımı söylemeyin olur mu Ali Bey... O zaman sizin Eşme'de öğretmenlik yıllarınızdan başlar, hizmetle nasıl tanıştığınızı, örgüt içerisindeki yükselişinizi ve nasıl suskun hale gelişinizin seyrini yazmaktan usanmam...
Size bir ipucu. Bu fakir sizden çok önce örgütü bilen, çeşitli kademelerinde görev alan, İslami yanlışları görünce de susmayıp yanlış yapıldığını haykıran ve yapıyı bu sebeple terk eden biridir. Bu arada çok okuyan, Fetullah’ın yazdığı bütün kitapları okuyup tenkit eden biridir.
Ha bir de şu isim meselesinde şöyle yazmışsın: "Dunyada ne olur bilmem de ahirette fena sorarlar."
Dünyaya ait bilgileriniz az demek ki! Ama maşallah ahirete hakim gibi konuşuyorsunuz. Bu durum tapındığın ve kutsadığın Fetullah’ın yanında oluşunuzdan mı acaba? Yoksa sizi de bir rüyada kurtulanlar arasında gören mi var?
Neyse Ali bey
Bu fakir ahiretini ciddi düşünen ve hatta bu hususta bütün dünyalık makam, mevki, para pula tekme atmıştır. Tek gayesi Allah'a hakkıyla kul olmaya çalışmaktır. Allah'a kulluğu en büyük şeref bilen biridir. ama işte farklı bir yönü de haksızlıklar karşısında asla susmayan, susturulamayan biri.....
Bu hususta kızmayın, hoşgörüyle karşılayın... En azından Papazlar Bartalemeos’a, Haleva’ya, Toktamış Ateş’e, ABD’ye gösterdiğiniz hoşgörünün yarısı kadar hoşgörü... Yoksa bir yandan hoşgörü naraları atıp, bir yandan da hor gören bir duruma düşersiniz...
Unutma: Hz. Ali Demiş ki: “SENİN GERÇEK DOSTUN, YOLUNUN ÖNÜNDE ÇUKUR VAR DİYENDİR"
NE DİYEYİM. ALLAH(CC) ÖNCE BENİ, SONRA DA SİZİ İSLAH ETSİN. SIRAT-I MÜSTAGİMDEN AYIRMASIN
**
Bu mailimi alan Ali Ünal aşağıdaki cevabı vermiş ve benim halet-i ruhiyemin iyi olmadığı kanaatine varmıştı:
From: Ali Ünal <ali.unal@zaman.com.tr
To: muhammed fethullah gülen <muhammedfethullahgulen@hotmail.com
Subject: YNT: Deki yalan!!!
Date: Mon, 30 Oct 2006 10:33:32 +0200
"Dünyada ne olur bilmem de ahirette fena sorarlar." Dünyaya ait bilgileriniz az demek ki! Ama maşallah ahirete hakim gibi konuşuyorsunuz. Bu durum hocanın yanında oluşunuzdan mı acaba? Yoksa sizi de bir rüyada kurtulanlar arasında gören mi var?
Neyse Ali bey Bu fakir ahiretini ciddi düşünen ve hatta bu hususta bütün dünyalık makam, mevki, para pula tekme atmıştır.”
Yukarıdaki cümleler halet-i ruhiyeni, kimin kendisini nerde gördüğünü çok iyi ele veriyor. Aynı zamanda iyi bir demagog olduğunuzu da. Yazdığınız hususların tenkidini yapmadan önce bir Kur'an ilimleri kitabi okuyun, fıkıh ve tefsir usulü okuyun, siyer-i nebi okuyun...
Hakkımda da bildiklerini istediğiniz yerde yazabilirsiniz. Her şeyim ortada ve kendi ismimle. Benim Hoca Efendi münasebetimi nerden biliyorsunuz, duvar ördüğümü falan. Yanında iken devamlı siz de mi vardınız da böyle hükmedebiliyorsunuz? Bir zaman peşinden gittiğini iddia edip sonra yan çizen, tabi yan çizince de bir sürü bahaneler bulan, böyle iken kalkıp düşman olduğu insanın ismini haberleşmelerinde kullanan birinde kimse iyi niyet görmez. Niye kendi isminizi kullanmıyorsunuz da düşman olduğunuz insanın ismini kullanıyorsunuz? İstismar için mi, intikam için mi, kendinizi bu isimle lanse edip bir yerlere ulaşmak için mi? İçinde bulunduğunuz durumla bu ismi kullanmanız bile halinizi başkasına anlatmaya yeter.
Evet, dünyada ne olur bilmem, evet Allah nasıl davranır bilmem, ama ahirette her şeyin hesabının görüleceği, bütün sırların ortaya döküleceği Müslüman evinde yetişen çocukların da bildiği bir şey. Demek ondan da haberiniz yok ki, sorumsuzca davranabiliyorsunuz.
**
Ali Ünal’ın bu maili üzerine kendisine uzun bir cevap yazdım. Ondan sonra kendisinden bir daha da cevap alamadım.
Ali Bey!
Teslimiyetiniz harika!!! Ama unutmayın bundan on beş yıl önce başkalarına teslim olmuştunuz. Döndünüz ve şimdi gülene teslim oldunuz. Yarın başka yere dönmeyeceğinizin garantisi var mı? Şimdilik her işinizde sizi Fetullah terbiye etmeye başladı.
Unutmayın Ali bey
BİR PSİKİYATR ŞÖYLE DİYOR:
“DAVA ETRAFINDA OLUŞAN BİRLİKTELİKLERDE LİDER VE ÜST YÖNETİCİLERİN ÖNEMLİ BİR ÖZELLİĞİ DE HİZMET EDENLERİNE KARŞI OLAN VEFASIZLIĞIDIR. GÜLEN DÜN OTUZ YILLIK ARKADAŞLARINI GÜÇ VE İKTİDAR SEVDASINA YALNIZ BIRAKTIĞI GİBİ (ŞÜKRÜ ASLAN, LATİF ERDOĞAN, LATİF ÜNAL, NURETTİN VEREN, SELİM ÇORAKLI VB) SİZİ DE BIRAKABİLİR.
NEYSE O ZAMAN GELİNCE KONUŞURUZ BUNLARI....
Kur'an okumamı, Kur'an ilimleri kitabi okumamı, fıkıh ve tefsir usulü okumamı, siyer-i nebi okumamı tavsiye etmişsiniz. Bir zamanlar GÜLEN TAVSİYE ETTİ OKUDUK. İYİ Kİ OKUMUŞUZ YOKSA YAPILAN BUNCA YANLIŞIN NASIL FARKINA VARACAKTIM Kİ?
KİTLELERİN HEPSİNİN Mİ YANILDIĞINI SÖYLÜYORSUNUZ. EĞER DOĞRUNUN L DÖNÜŞÜ İSİMLİ MAKALEYİ OKUMA ZAHMETİNE KATLANSAYDINIZ BUNUN NASIL OLDUĞUNU VE KİTLELERİN NASIL ALLAH İLE ALDATILARAK YÖNLENDİRİLDİĞİNİ GÖREBİLİRDİNİZ.
UNUTMAYIN HİNDİSTANDA YÜZ MİLYONLARCA İNSAN İNEĞİ KUTSAL SAYIYOR VE TAPINIYOR!!!!
NEYSE bakın OKUMAMI TAVSİYE ETTİĞİNİZ VE NE HİKMETSE HEP GÖZÜNÜZDEN KAÇAN Kur’an ne diyor:
9/31: “Din bilginlerini, din adamlarını ve Meryem oğlu Mesih'i Allah’tan ayrı rabler edindiler. Oysa, yalnız tek Tanrı'ya kulluk etmekle emredilmişlerdi. O'ndan başka tanrı yoktur. O, eş koştukları kimselerden de çok Yücedir.”
9/34: “Ey inananlar, din bilginlerinin ve din adamlarının çoğu halkın parasını hakketmeden yerler ve Allah’ın yolundan saptırırlar. Altın ve gümüşü yığıp Allah yolunda harcamayanlara acı bir azap müjdele.”
16/36: “ Andolsun, biz her ümmete şöyle tebliğ yapan bir resul görevlendirdik: "Allah'a kulluk/ibadet edin, tağuttan kaçının. Sonra bunlardan kimine Allah kılavuzluk etti, kimine de sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde gezip dolaşın da yalanlayanların sonu nasıl olmuş görün.”
ALİ BEY
ŞİMDİ “BİZ LİDERİMİZİ PUTLAŞTIRMADIK” DİYE İTİRAZ EDECEKSİNİZ BİLİYORUM DİYE AMA GERÇEK HİÇTE ÖYLE DEĞİL.
VAR MI İÇİNİZDE BİR ERKEK ÇIKIP LİDERİ ELEŞTİREBİLEN. YOK. ÇIKANLARI DA HEMEN AFAROZ ETTİNİZ.
BAKIN BİR PSİKİYATR NE DİYOR DAVASINI VE LİDERİNİ PUTLAŞTIRANLAR HAKKINDA:
“Putlaşan ve putlaşmalarına dava kılıfı giydiren birtakım şefler, önderler, başkanlar..! Büyük dava adamları, liderler..!
Herkesin kendilerine muhtaç; kendilerinin kimseye ihtiyacı olmadığına inanan; herkesten hürmet, minnet ve şükran duygusu bekleyen ve her biri bir psikiyatrik olgudan başka bir anlam ifade etmeyen birtakım üst yöneticiler...
Makamlarına kimsenin oturmaya cesaret edemediği.. İnsanların kendileri için ayakta dikilmesinden hoşlanan; önlerinde saf saf toplanmış kitleleri seyretmekten büyük haz duyanlar.. Yerlerine, makamlarına hatta kullandıkları eşyaya bile hürmet edilenler..! Bunlar, kendine yer ayırtmayan, boş bulduğu yerde oturan, kendisi için kimsenin ayağa kalkmasına müsaade etmeyen, kendini alkışlatmayan, tezahürat yaptırmayan; pazardan alışverişini kendisi yapan, aldıklarını başkasına taşıtmayan; kendisine Efendimiz diye hitap edilmesine bile razı olmayan o kutlu Peygambere pek benzemezler.. O Peygamber ki, mütevazi kişiliği, tavırları ve insanlığı ile muhteşemdi. Ve O, sadece kendisine inananlar için değil, inanmayanlar için de bir güven abidesiydi. Onu öldürmeye karar veren düşmanları, katiller için toplanan ödülü, güvenilecek başka bir kimseyi bulamadıkları için O'na emanet etmişlerdi. Ancak böylesi hasletler, büyük kurtarıcı, büyük dava adamı olan liderlere pek uygun düşmez. Çünkü, bu büyük liderler ve onların etrafında toplananlar, bu hasletleri, sıradanlık ve bir lidere yakışmayacak davranışlar olarak görürler.
DİYEREK ÖNE SÜRÜLEN ŞEY, LİDERİN AKLI VE BİLGİSİ İLE SINIRLI, UMUT VE BEKLENTİLERİYLE SÜSLÜ, KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ, ALIŞKANLIK VE TECRÜBELERİ İLE ŞEKİLLENMİŞ, BİRAZ DA MİLLİ YA DA YEREL KÜLTÜR MOTİFLERLE DESTEKLİ FİKİR, DÜŞÜNCE, YORUM VE HAYALLERDEN OLUŞAN BİR MUHTEVA OLARAK KARŞIMIZA ÇIKAR. BU MUHTEVANIN İÇİNDE GRUBUN MENSUP BULUNDUĞU DİNLERDEN BİR RENK DE BULUNABİLİR.
DAVA İÇİNDE NE KADAR VE NE ŞEKİLDE DİNİN BULUNACAĞI, ŞEFİN TAKDİRİNDE OLAN BİR KONUDUR. BU İSE HALKIN VE GRUBUN DİNİ EĞİLİMİNE GÖRE KABUL GÖREN DİNDEN BAŞTAKİ YÖNETİCİNİN, ANLADIKLARI VE ALMAYI UYGUN GÖRDÜKLERİ İLE SINIRLIDIR.
Dava yalnızca bu inançlardan ibaret değildir. İnançlar davanın içinde, ancak davanın öngördüğü ve şartların izin verdiği kadar yer alma şansına sahiptir; ki, bu şartları da davanın kurucusu olan kişi belirler.
Davaya intisap edenler önce dava ile tanışır, onu öğrenir, sonra da davanın elverdiği ölçü ve çerçevede olmak üzere din ile tanışır. Dine, davanın (liderin) yorumu ile bakılır. Davaya zarar verecek şekilde dine yer vermek iyi olmaz; buna müsaade de edilmez. Dini söylem ve çalışmalar ancak davaya halel getirmeyecek şekil, tarz ve ölçüler içinde serbesttir.
GRUBA GİREN KİMSELER, DİNİN TEMSİLCİSİ OLARAK GÖSTERİLEN DAVA'NIN YORUMU VE SÜZGEÇİNDEN GEÇİRİLEN KARADIYLA DİNİ İNANÇ VE BİLGİYE SAHİP OLURLAR. ÖN PLANDA OLAN DİN DEĞİL, DAVADIR.
TAM ANLAMIYLA DİNE TESLİM EDİLMEZ.
ESASEN DİN, BİR GRUBUN VARLIĞINI VE DİSİPLİNİNİ DEVAM ETTİRMEK İÇİN İYİ BİR ARAÇTIR.
Dava; ona inanan ve hizmet edenler için kurtuluş vesilesi olarak bilinir. Bunun için liderin kendisi bir kurtarıcıdır. Liderin şahsında temsil edilen, yönetim şekli ve yapılanması ile somutlaşmış kurumların hizmetinde bulunan, kurallara uyan, hayatını buna göre tanzim edenler kurtulmuş olarak görülür. Kendini davaya dolayısıyla da lidere adamış olanlara için de kurtuluş vesilesidir.
Ancak davanın kurtarıcılığı sadece bununla sınırlı kalmaz. Dava genişlediği ölçüde kurtuluş misyonu başkalarına da uzanacaktır. Dava zamanla büyüyecek, ülkeye hakim olacak ve tüm ülkeyi ve ülke insanlarını kurtaracaktır. Sonra da tüm dünyaya yayılacak ve insanlığın kurtuluşuna vesile olacaktır. Hatta yalnızca zor durumda, sıkıntı ve felaketler içinde olan insanları kurtarmakla kalmayacak, bizzat dini de kurtaracak ve yüceltecektir; çünkü din de, şahıslar gibi, vatan gibi, kurtuluş için bu davaya muhtaçtır. İşte bunun için birinci derecede korunması gereken davadır ve pek tabii ki onun mümtaz lideridir.
Dava etrafında oluşan birlikteliklerde lider ve üst yöneticilerin önemli bir özelliği de hizmet edenlerine karşı olan vefasızlığıdır.
İslam'ın, en temel birliktelik olan evlilikte henüz nikah kesinleşmeden önce, hatta nikahın kesinleşmesinin bir ön şartı olarak yerine getirilen, arzu edilen evliliğin gerçekleşmesi halinde ilerideki ayrılma ihtimaline karşı erkeğin kadına ödemek zorunda olduğu 'mihr' diye ifade edilen maddi tazminatın tespiti anlayışının aksine, papazın önünde verilen 'ölüm bizi ayırana kadar' sözünde olduğu gibi bir anlayışla 'ölümüne bir beraberlik' olarak istenir.
Bunun teorik alt yapısı hazırdır ve bu mensupların beyinlerine defaatle nakşedilir. Dava için mücadele etmek hayatın tek anlamı olarak telkin edilir. Bunun için "Mücadeleyi bırakan yok olur", "Davadan döneni vurun, bu dönen ben olsam bile!" denir. Ancak liderin davadan döndüğünü kim, neye göre tespit edecek, bu belli değildir.
Din ise bu anlayışlarda davanın bir yan unsuru olduğu ve dava demek de lider demek olduğundan, birinin davadan yani liderden dönmesi dinden de dönmek anlamına gelecektir.
Davadan (yani liderden) ayrılan en büyük suçu işlemiş olur. O artık grubun karakteristik özelliği ne ise ona göre bir hain, ajan, bir dönek ya da dinden çıkmış bir mürtettir.
Bu çarpık ve yalnızca davayı hayatın esası haline getiren anlayışının katı ve doğal bir sonucu olarak gruptan ayrılan kişi grup mensuplarının gözünde bir ölüdür. Eğer grubun terörizm gibi bir özelliği de varsa, bu kişi gerçek bir ölü olur. Çünkü örgüte selam verilmiş ve borçlu çıkılmıştır. Bu, adeta bir papaz nikahıdır, ölmeyince ayrılış yoktur.
Liderini ilahlaştıran böylesi birlikteliklerden ayrılmak, yönetimin başındaki ilahın ilahlığını reddetmektir, onun kulluğundan ayrılmaktır. Hiçbir tanrı kulunun kendisinden ayrılmasına tahammül edemez.”
EVET ALİ BEY SABIRLA OKUDUYSANIZ VE AKLINIZI FETULLAH ŞEYTANINA İPOTEK ETTİRMEDİYSENİZ(Kİ ESKİDEN KİMSEYE İPOTEK ETTİRMEZDİNİZ) BİR PSİKİYATRIN TESPİTLERİNİ KAALE ALIRSINIZ HERHALDE.
ALMIYORSANIZ ADRES VEREYİM. ÇÜNKÜ BÖYLE BİRİNİN BANA İHTİYACI EKMEK VE SUDAN DAHA ELZEMDİR.
BÖYLE DURUMLA DÜŞEN YÜZLERCE İNSANI TEVADİ ETTİĞİM GİBİ SİZİ DE TEDAVİ EDEBİLECEĞİME İNANIYORUM.
HEM DE ÜCRETSİZ.
**
2006 yılında örgütün üst yönetiminden Ali Ünal ile yazışmalarıma baktığınızda örgüt üyelerinin nasıl bir adanmışlık ile örgüte ve liderlerine bağlı olduğunu ve adeta tapındığını görebilirsiniz. Örgüt bu bağlılıkları kullanarak CIA’ya tetikçilik yapmış ve ülkemize karşı büyük bir ihanet şebekesi haline gelmiştir. Bunun sonucu olarak 15 Temmuz 2016 tarihinde giriştikleri alçak darbe ile 251 kişiyi katledip 2300 kişiyi yaralayarak gerçek yüzleri bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmış ve nasıl bir ihanet içinde olduklarını bütün millet anlamıştır.