Gardaş, bu senenin bayramı nasıl?

Abone Ol

Abdurrahim Karakoç “Suları Islatamadım” ismini verdiği şiir kitabındaki bir şiirinde  “Bayram nasıl?” diye sorar:

“Giden Bayramlardan almadık bir tat.

Gardaş bu senenin bayramı nasıl?”

Bir bayramı daha idrak ediyoruz. Ben de sorayım isterseniz:

Benim, Senin, Onun, Bizim, Sizin, Onların bayramı nasıl?

İnanmış insan bayrama manasını veren Kur’an ayı Ramazan’da elde ettiklerinin bayramını yapar.

Bir ay boyunca elinden düşürmediği hayat kitabı Kur’an’dan keşfettiği yeni ufukların, derin manaların, hikmetlerin bayramını yapar.

İnanan insan, bedeni olarak tuttuğu oruçların yanında diline, kalbine, beynine, ruhuna tutturduğu oruçların, insan-ı kamil olma yolundaki çabalarının semeresini toplamak için bayram yapar.

Dünyadaki bütün Müslüman kardeşlerinin huzur ve barış içinde bayram yaptıklarını emin olduğunda ise bayram sevinci katlanır.

“Can bula cananını,

Bayram o bayram ola.

Kul bula sultanını,

Bayram o bayram ola.

Mevlâ bizi af ede,

Gör güzel bayram ola.

Cürmü hatalar gide,

Bayram o bayram ola.”

Ya dünyadaki Müslüman kardeşleri huzur ve barış içinde değilse?

Gazze, Doğu Türkistan, Kudüs, Arakan, Kerkük, Keşmir, Kabil ve benzeri coğrafyalarda yaşayan Müslümanlar kan ve gözyaşı içinde hayat mücadelesi veriyorlarsa?

İnanan insan bu durumda da bayram yapabilir mi?

Karakoç yıllar önce bunları da sormuş:

“İşkence altında ezilir canlar.

Masum yiğitlerle dolu zindanlar.

Ses verin mezardan ulu sultanlar.

Yusuf-u Kenan’ın bayramı nasıl?

Sabahtan haber yok, ufuklar kara

Semerkant kan ağlar, yanar Buhara

Keşmir, Kâbil, Kerkük hasret bahara

Kudüs’ün, Sina’nın bayramı nasıl?”

Bugün ne yazık ki Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda huzur ve barış hâkim değil. Kan içmekle beslenen emperyalistler Müslümanların yaşadıkları toprakları işgal etmiş, sömürmeye devam ediyor. Sömürüsünün devam etmesi içinde akla hayale gelmedik, insanlık dışı katliamlara imza atıyorlar.

Ne yazık ki bunu da söz de “Medeniyet” adına yapıyorlar.

Akif ne güzel der bu “Mimsiz” medeniyet maskaralıkları için:

“Tükürün Ehl-i Salib’in o hayâsız yüzüne!

Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!

Medeniyet denilen maskara mahlûku görün:

Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün!”

Yaşanan zulümler sebebiyle ne yazık ki ağzımızdaki tükürük de bitti. Hem asrımızın zalim ve kâfirleri yüzlerine tükürmekle utanacak seviyeyi çoktan geçtiler. Öyle azıttılar ki bırakın Müslümanları kendi dindaşlarını, soydaşlarını bile gözünü kırpmadan katledebiliyorlar.

Çağımızın en büyük zalim ve kâfirlerinin başında gelen ABD, İngiliz, Çin, Rusya, Alman, Fransız gibilerin yaptıkları katliamların artık çetelesini bile tutmak mümkün değil. Afganistan’ı, Irak’ı, Suriye’yi kan gölüne çevirdiler. Bir baştan bir başa Afrika’yı leşe tüneyen akbabalar gibi paylaşıyorlar.

Katil Çin Doğu Türkistan’ı yutmaya çalışırken, Moskof Kafkaslarda Müslümanlara göz açtırmıyor. ABD beslemesi İsrail ise, arkasına aldığı Batılı kâfir ve zalimlerin desteğiyle Filistin’de, Gazze’de tarihin en büyük soykırımını gerçekleştiriyor. İki ay içinde medeniyet denilen maskara mahlukun gözleri önünde katil İsrail 35 bin Müslümanı katlederken 100 binini de yaraladı. 2 milyon insanı yerinden etti ve açlıkla pençeleşmesine sebep oldu.

2 milyara yaklaşan sayımızla biz Müslümanlar(!!!) ne yaptık bu durum karşısında?

Bol bol kınadık!

Bol bol intikam yeminleri yaptık!

Bol bol nutuklar attık!

Filistinli vaiz Mahmut Hasenat’ın Cuma namazı hutbesinde Gazze için söylediklerinde haklı değil mi?

“Eğer 35 bin şehit, 100 bin yaralı ve 2 milyon evsiz Filistinli ümmeti uyandıramıyorsa benim sözlerimin ne anlamı var? Hadi kamet getirin de namazımızı kılalım!”

Kılınan namaz belki de 2 milyar Müslüman’ın cenaze namazı olmuş.

Mehmet Akif “Şark” isimli şiirinde bizlerin bu zillet durumunu ne güzel tasvir eder:

“Musallat, hiç göz açtırmaz da Garbın kanlı kâbusu,

Asırlar var ki, İslam’ın muattal, beyni, bâzusu,

“Ne gördün, Şark’ı çok gezdin? ” diyorlar. Gördüğüm yer yer

Harap iller, serilmiş hanümanlar, başsız ümmetler,

Yıkılmış köprüler, çökmüş kanallar, yolcusuz yollar,

Buruşmuş çehreler, tersiz alınlar, işlemez kollar;

Bükülmüş beller, incelmiş boyunlar, kaynamaz kanlar.

Düşünmez başlar, aldırmaz yürekler, paslı vicdanlar;

Tagallüpler, esaretler, tahakkümler, mezelletler;

Riyalar; türlü iğrenç iptilâlar, türlü illetler;

Örümcek bağlamış, tütmez ocaklar; yanmış ormanlar;

Ekinsiz tarlalar, ot basmış evler, küflü harmanlar;

Cemaatsiz imamlar, kirli yüzler, secdesiz başlar;

“Gazâ” namıyla dindaş öldüren biçare dindaşlar;

Ipıssız aşiyanlar; kimsesiz köyler; çökük damlar;

Emek mahrumu günler; fikr-i ferdâ bilmez akşamlar!..

Geçerken, ağladım geçtim; dururken ağladım durdum;

Duyan yok, ses veren yok, bin perişan yurda başvurdum.

Derinlerden gelir feryadı yüz binlerce âlâmın;

Ufuklar bir kızıl çember, bükük boynunda İslâm’ın!

Göğüsler hırlayıp durmakta, zincirler daralmakta;

Bunalmış kalmış üç yüz elli milyon, cansa gırtlakta!

Bu heybetten usandık biz, bu hüsran artık elversin!

İlahi, nerde bir nefhan ki, donmuş hisler ürpersin,

Serilmiş sineler, kâbusu artık silkip üstünden.

‘Hayat elbette hakkımdır!’ desin, dünya ‘değil!’ derken…”

Evet, bir bayramı daha idrak ediyoruz. Sevinemiyoruz. Emperyalist katiller tarafından kan ve gözyaşı içinde boğulmaya çalışılan Müslüman kardeşlerimize yardım edemiyoruz. Yüreğimiz yangın yeri. Ruhlarımız ölgün. Ama asla ümitsiz değiliz. İnanan insan ümidini yitirmez. Gecenin en karanlık anının ardından Güneş’in doğacağını bilir.

Gelecek dirilişler içinde, en yüksek ve gür sesin İslâm’ın olacağına inanır.

Başta Abdurrahim Karakoç’un sorduğu soruyu bir daha soralım isterseniz:

“Giden Bayramlardan almadık bir tat.

Gardaş bu senenin bayramı nasıl?”

Artık bu senenin bayramının nasıl olduğunu bütün Müslümanlar tek tek vicdanlarına sorsun ve cevabını alsın.

RABBİM BÜTÜN İNANANLARI GERÇEK BAYRAMLARDA BULUŞTURSUN.