James Jeffrey ABD başkanı Trump’un Suriye özel temsilcisi.
Özel temsilci bu gün Ankara’yı ziyaret etti ve cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’la görüştü.
Bu günden sonrasına dikkat etmemiz lazım
ABD’den gelen her önemli karar, alıcı ziyaretçiden sonra mutlaka bir tavır değişikliğimiz oluyor.
İdlib’te kalleşçe saldırıya uğrayıp şehit olan toprağa düşen Mehmetçiklerimizin cesetlerinden ABD yapımı PYD’ye verilen silahlardan çıkan mermiler çıktığı iddia ediliyor.
Bir devlet veya bir örgüt her hangi bir silahı veya silahları saklambaç oynamak için almaz. Tabii günü ve gereği geldiğinde ya kendisini korumak veya saldırmak için kullanmak üzere örgütler ve devletler silahlanırlar aslında kişiler içinde durum aynıdır.
ABD Suriye’nin petrol sahasını kontrol altına alıp PYD/PKK’ya pavyon fedailiğini yaptırıyor.
Bölgede 70 bin kişilik ordu kurduğu ve donanımlı silahlandırdığı biliniyor.
PYD/PKK’nin silahlanması bölgede emperyalizme uşaklık etmesiyle sınırlı değil, bizi asıl ilgilendiren tarafı adı geçen bu örgütlerin devletimizi terör yolu ile bölmeyi amaçladıklarıdır.
ABD’nin Suriye özel temsilcisi PYD/PKK’ya verdiği silahlarla şehit edilen Mehmetçiklerimiz için Türkçe “Şehidimiz var“ diye gösteri yaptı.
Görünen o ki, bölgede ABD Türk askerini kullanmak istiyor.
Bölgede savaşın ABD’ye kişi başı maliyetinin şöyle olduğu varsayılıyor.
1 ABD’li askerin ortalama yıllık maliyeti: 90 bin dolar
1 Türk askerinin yıllık maliyeti: 12 bin dolar
1 PYD/PKK askerinin yıllık maliyeti: 5 bin dolar
Sadece PYD/PKK silahlanmış askeri varlığı ABD’ye yetmiyor.
ABD bizim İdlib’te kalmamızı ve Esad Suriye’si ile savaşmamızı istiyor.
Bu büyük ve kirli bir oyun.
Bu oyunun hikâyesi maalesef kanla yazılmış.
Bizim Suriye ile savaşmamızda bir kazancımız yok, olmazda. Belki iktidar sahiplerinin iktidar ömrünü milliyetçilik hamasetiyle biraz daha uzatabilir, belki onları eski göz ağrıları ABD ile yakınlaştırıp ABD himayesine tekrar sokabilir.
Fakat Suriye ile kavga etmemizden ancak emperyalizm kazançlı çıkar.
Devletlerin hayatiyetlerini sürdürmek için geniş ve uzun zamanlı projeksiyonları bu projeksiyonların gerektirdiği politikaları olmalıdır.
Tarih ileriye doğru bir perspektifle sağlam politikalar üretebilen devletlerin başarılarıyla günlük siyaset ve zig zaglarla her fırsatta makas değiştiren devletlerin ise tarihin çöplüğüne atıldığına şahittir.
Milletler de insanlar gibi önlerinde bir inanabildikleri bir hedef konduğunda motive olurlar, asıl güç kaynağı bir toplumun bir hedefte toplanabilmesi ve birlikte yürümesi sayılabilir.
Makedonyalı İskender’in Ortaasyalı Cengiz’in Selçuklu Sultanı Alparslan’ın hareketlerinde hep bu milli hedef motivasyonunu görebiliriz.
Osmanlı fatihten sonra artık “İlayı kelimetullah, Nizamı alem”hedefini tebaasına benimsetmiş. İnsanlar Osmanlının tanrının adıyla dünyaya adaletli bir düzen getireceğine inanmış ve motive olmuşlardı, sonuçta yaklaşık 600 yıl hükümde kaldı.
ABD’nin 1990’lı yılların başlarında dünyaya lanse ettiği, “Yeni Dünya Düzeni Ve Küreselcilik” de tıpkı Osmanlının milli hedefi ve motivasyonu gibi kendi iç motivasyonudur. Halkına yerkürede yeni bir dünya düzeni kuracağını vaat ediyor ve bu noktada saflaşmasını sağlıyor.
Cumhuriyet Atatürk’le beraber bir motivasyon kaynağı ve milli hedefler anlamında “Türkleşmek muasırlaşmak ve İslamlaşmak” olarak nitelediği bir milli hedef politikası uygulamışsa da Atatürk’ün ölümü ile ülkemiz yönetimlerinin ABD güdümüne girmesi ile atıl kalmıştır.
Millet olarak ayrışarak çevremizle komşularımızla kavga ederek bir bölge gücü olamayız.
Ancak kendimiz soydaşlarımız (Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın)komşularımızla birlik üzerine politikalar geliştirerek uygulayarak karşılıklı güven vererek emperyalizme ortak olarak karşı durarak milli bir politika üretebiliriz.
Yoksa sık sık makas değiştiren trenlerin yolcuları, trenin her makas değiştirdiğinde geçirdiği sarsıntılarla ve çıkardığı gürültüye alışmak durumunda kalmaya mahkûmdur.