Bir davanın en hürmete şayan namus hasleti, şehitleridir.
Lâkin kimi şehitler, baba bildikleri devletin -yahut da kendini devlet zanneden, Nemrut tabiatlı gafillerin- gadrine kurban gittikleri için ayrı bir kıymetlidirler.
Ki o davanın kallavi tarihi de, zulme direnen böylesi şehitlerin metanet ve asaletle bezeli hikâyelerinin gölgesinde pişer.
Nesilden nesle geçecek hislerle tavlanır mirasları, yarattıkları ibretin demiyle taçlanır.
Şehadet mertebesine erenin günahı elbet sorulmaz, sevabı da unutulmaz. Ama geride kalanlar, onların aziz hatıralarının lekelenmesine mucibince ses etmiyorlarsa, kendi davalarına ayıp ettikleri mikyasta, şehitlerinin emeklerini de beyhude bir çaba derekesine düşürürler.
Velâkin, tıpkı millî ülküler gibi, Ülkücü şehitler ve abidevi şahsiyetleri de herhangi bir tür istismara konu edilemeyecek kadar hassas, kırılgan ve değerlidir. Bunca zamandır, bir dönemin öne çıkan sembolleri üzerinden efsaneleştirilen nice pay, paye, hadise, itham, tevatür ve rivayetin meydana getirdiği puslu zeminlerde hakkaniyete aykırı onca menfaatperest türemişken, hakiki vatanperver camianın ve bilhassa milliyetçi hareketin kendi manevi hazinesine sahip çıkmaya dair ataleti de bu sebeptendir. Vefasızlıktan değil, iftihar etmekle gösterişe kaçmak arasındaki o ince dengenin ayırdına varmış olmaktandır.
Gelgelelim, bu idrakteki nezaketin ölçüsü kaçmış olacak ki, bir vakitler hasım bellediklerinin sembol isimleri ülkenin kültür dünyasına dev aynasından geçerek nakış gibi işlenmişken, mukayese kabul etmez enginlikteki hayat birikimlerine rağmen kutsallarına yönetilen ve zülfüyâra dokunan iftiralara layığı veçhiyle yanıt veremedikleri için Ülkücüler kendilerini nakıs hissetmektedirler.
İşte bu noktada, dokuz büyük Bozkurt şehidin, yani Mustafa Pehlivanoğlu, Cevdet Karakaş, İsmet Şahin, Fikri Arkan, Cengiz Baktemur, Ali Bülent Orkan, Ahmet Kerse, Halil Esendağ ve Selçuk Duracık’ın haklarındaki bühtanları, tahkir ve tahrif çalışmalarını, bugüne dek gizlide kalmış ve itinayla saklanmış hususi evrak ve eşyaları üzerinden bertaraf edecek olan “Göğün Asil Çocukları”, eminiz ki bu vatan için hiç düşünmeden canını ortaya koymuş tüm yiğitlerin itibarını koruduğu gibi, ülkücü davanın namusuna da kol kanat gerecektir.
Yirmi yıllık bir çalışmanın ürünü olan bu eserin gün yüzüne çıkmasına verdiği desteklerden ve hayata geçirilip tanıtılması noktasında gösterdiği alakadan ötürü, Türkçü düşünceye ilgisini ve katkılarını hiçbir zaman esirgemeyen Sn. Mustafa Can Bey’e teşekkürlerimizi arz etmeyi hassaten bir borç biliriz.
Teşkilatın asil çocuklarından göğün asil çocuklarına bir dava bu. Ve bu davanın saklı kalan 40 yıllık zamanaşımsız dosyasını bu kitapla milletimizin huzuruna arz edip, aziz şehitlerimizin ruhlarını iade-i itibarlarıyla taçlandırma vazifemizi yerine getiriyoruz.
Hürmet ve muhabbetlerimle