Târihimizi romana dökmekte geciktiğimiz hep söylenir. Târihî romanların ehemmiyetine kuvvetle inansam da romanın, ağıtlarımızın, türkülerimizin yerini tutmayacağı kanaatindeyim. Bizim milletimiz, savaşırken târih düşmüş. Çanakkale türküsünün, Plevne türküsünün, Yemen türküsünün yerini hangi roman alabilir?
Fakat çağımızın anlatım dilini kaçırınca çok şey kaçırdığımız da bir gerçek. Bu, önce roman için geçerliydi; şimdi sinema için geçerli. Batının bu iki silahı karşısında âciziz.
Geç de olsa Çanakkale’nin, Plevne’nin, Yemen’in romanı yazıldı. Çanakkale bizimdi ama Plevne ve Yemen ıraktı, yakın oldu.
Geçtiğimiz Cuma günü vefat eden Mehmed Niyâzi Bey, târihî romandaki büyük bir gecikmeyi telâfi ederek aramızdan ayrıldı. Özellikle Çanakkale Mahşeri, çok büyük bir kilometre taşıydı.
Niye özellikle Çanakkale?
Yeniçağ yazarı Arslan Tekin, bugünki yazısında Niyâzi Bey’i anlatırken mühim bir meseleye temâs etmiş. Bu mesele, Çanakkale yazılarımda ısrarla üzerinde durduğum konuyla çok alâkalı olduğu için yazmadan edemeyeceğim.
Rahmetli Niyâzi Bey, Çanakkale Mahşeri’ni yazdığında köşe yazarlığı yaptığı Zaman gazetesi, oralı olmamış.
Hiç şaşırmadım.
Niye oralı olsun ki? Çünkü o yıllarda Çanakkale’nin Helenlere, Anzaklara peşkeş çekilmesi projesi yeniden canlanmaya başlamıştı. Peter Weir’ın Galipoli’sinden sonra Can Dündar’ın çektiği ”Boğaz’ın İki Yakası” belgeseli, şehidlerimizin ruhunu sızlatmıştı. Bir asker çocuğu olan Tolga Örnek’in Gelibolu belgeseli de aynı çizgideydi maalesef.
Şimdi 57. Alay güzellemesi yapanların, Taraf gazetesinde Çanakkale’yi tahfif ve tahkir eden yazılarından, daha evvel bahsetmişim. Her 24 Nisan’da Çanakkale kara savaşlarının başlaması yıldönümünde soykırım şakşakçılığı yaparlardı.
Bütün bunlar, 2015’de yapılacak altın vuruşun hazırlığıydı. Neyse ki devletimiz uyandı. Oyun bozuldu.
Bu oyun neyle başladı biliyor musunuz? Bir romanla. Biz, istiklâlimiz için savaşırken İngilizler, 1922’de Çanakkale’nin romanını yazdılar. Biz uyurken Tell England adlı bu romanın filmini çekip İstanbul sinemalarında gözümüze soktular.(1932)
Allah bin kere râzı olsun, Nihal Atsız, oyunu ilk görenlerdendi. “Çanakkale” dedi, Çanakkale’ye yürüdü. Romanını yazmadı ama Ruh Adam, biraz da Çanakkale romanıydı.
İşte Niyâzi Bey’in Çanakale Mahşeri, Atsız’ın başlattığı bu yürüyüşün devâmıdır. Çok ama çok kıymetlidir.
Gelelim Plevne’ye... Târihimizin bu şanlı sayfasının da romanı yoktu. Ruslar da gecikmişti ama yine de bizden evvel davrandılar. Boris Akunin, 2005’de Plevne Müdâfaası’nı tahfif eden Turetskiy Gambit (Türk Hamlesi) romanını yazdı. Niyâzi Bey, 2011’de Plevne romanını yazarak Boris Akunin’e, ”Al sana Türk hamlesi!” dedi. Sanki roman değil, Plevne Türküsü’nün nesir hâli!
Nasıl yazdı acaba o satırları? Hele Tuna hakkında yazdıkları yok mu? Otur ağla!
Geçen seneki Balkan seyahatimizde Vidin yolunda bir yerde durup Tuna’yı seyre daldık. Niyâzi Bey’in, romanın başındaki Tuna güzellemesi aklıma geldi. Biz bu nehri ne çok sevmiştik. Çocuklarımıza adını vermiştik.
Orada, Niyâzi Bey’in de olduğu bir “Tuna boyu seyahati” hayâlini kurduk. Nasip değilmiş.
Mehmed Niyâzi Özdemir gibi insanların bedenleri; bu zamandadır; ama ruhları, Orta Asya’dan Adriyatik’e kadar ecdâd diyarlarında dolaşır. Sınırlar dar gelir. Meriç’i sınır tanımaz; Fırat’ın, Dicle’nin, Aras’ın, niye bizden doğup bize dökülmediğine yanarlar. Karadeniz’den Marmara’ya akan sulardan, Tuna boylarından gelen selâmı alırlar. Gözyaşları, bu nehirlerin sularındandır.
Kalemlerini mürekkebe değil, bu nehirlere batırırlar. Kim olduğumuzu unutmayalım diye, ecdâdımızı unutmayalım diye, târihimizi unutmayalım diye çağlayıp coşarlar.
Niyâzi Bey’i, İstanbul Türk Ocağı’nda tanıdım. Aklıma ilk gelen özelliği, mütevâzı hâliydi. İlkokula giden oğlum, “Çanakkale Mahşeri”ni elinden bırakmadan bitirmişti. Bir pazar sabahı Yuşa Tepesi’nde bir kahvede çay içiyorduk. “Aaa Niyâzi Bey, şurada oturuyor.” dedim. Çocuk çok heyecanlandı, bir türlü inanmadı. Elinden tutup yanına götürdüm. “Oğlum, sizin siz olduğunuza inanmıyor.” dedim. Gülümsedi. Yüzüne bakarak, “O benim” dedi.
Tanısanız gerçekten, Mehmed Niyâzi’nin Mehmed Niyâzi olduğuna inanmazdınız. Öyle bir adamdı.
Allah râzı olsun, Mehmed Niyâzi Bey!
Öte tarafta Çanakkale, Plevne, Yemen şehidlerine komşu olun!