Eylülde başlayan protesto dalgası üçüncü ayına girerken, haberlerin yayılma şekline rağmen protestolar hem kitleleri içermesi hem de coğrafyası açısından aslında ‘İran’ı tam sarmış’ sayılmaz. Bugün, seri protestoların başlamasının üzerinden 70 gün geçmiş bulunmakta ve bu dalgayla ilgili en ciddi haberleri Sanandaj, Saqqez, Ilam, Izeh, Tahran, Isfahan, Iranshahr, Zahedan, Khash, Karaj, Şiraz ve Meşhed’den duymuş bulunmaktayız. Yani Tebriz, Urmiye, Sari, Kirman, Khorram Abad, Yezd gibi şehirlerde ciddi bir çıkış görülmemiştir.
Protestoların coğrafyası ve demografisine kısaca değinecek olursak; sorun, en şiddetli simasıyla Kürdistan eyaletine bağlı şehirlerde görülürken, nüfusa orantısızlığıyla birlikte görece varlığını başkent ve ülkenin büyük kentlerinde göstermekte. Azerbaycan, Mazandaran, Lorestan ve Kirman gibi bazı bölgelerde ise göreceli sessizliğe tanık olmaktayız. İlk bakışta, sorunun Kürdistan'daki ciddiyeti, protesto sembolü Jina veya Mehsa Amini'nin etnik bağıyla doğrudan ilişkilidir. Kürt silahlı ve silahsız gruplarının Kürdistan şehirlerinde ve ülkenin diğer bazı şehirlerindeki varlığının yanı sıra opozisyon(yurt dışındaki fars etnisitesinin kontrolündeki muhalif medya) konumundaki Fars medyasının benzersiz kapsayıcılığı ve olayın doğası ve bu protestolara katılanların yaş grubu göz önüne alındığında bu dalganın nihai amacının, propagandası yapılandan farklı olduğu görülüyor. Ancak bu konudaki sorularımızın cevaplarına ulaşmamızda bize yol gösterebilecek birkaç nokta bulunmaktadır:
Bu hareketin ana mağduru olan Tahran rejimi, neden olayların perde arkasındaki bazı yönleri ifşa etmekten kaçınıyor? Azerbaycan (Erdebil, Tebriz, Zencan gibi şehirlerde yaşanan dağınık ve nüfuslarına göre çok düşük protestoları, daha sonra ele alacağız) neden bu ayaklanmalarda sessiz kalıyor? Tahran'ın Azerbaycan Cumhuriyeti ile ilişkilerinin aşırı bozulması ile (Güney)Azerbaycan'ın sessizliği arasındaki çelişki nasıl yorumlanabilir? Bu hareketin ufkundaki olası varılacak noktalar nelerdir? İran örneği, Suriye, Irak, Sovyetler Birliği, Yugoslavya veya Çin vb. modellerden hangisine doğru gitmekte/götürülmektedir? Bu minvalde birçok soru akla gelmekte. Ancak biz, bütün bunların yanıtını Azerbaycan perspektifinden bakarak çıkarmaya çalışacağız. Azerbaycan demografi ve stratejik konumu itibariyle, bize penceresinden olaylara bakarak doğru bir çıkarım yapmamıza el vermektedir.
Soru şu: Azerbaycan neden sessiz?
Bu konunun önemi, Azerbaycan bölgesinin oldukça stratejik olan konumu, demografisi ve nüfus yoğunluğunun yanı sıra Türk unsurunun ülke genelindeki doğrudan ve dolaylı etkisinde yatmaktadır. Azerbaycan’ın bu tavrı için bazıları küsmüş diyor. Bazıları, başta Tebriz olmak üzere Azerbaycan artık eski Azerbaycan değil diyor, korkak ve muhafazakâr olmuş diyor. Bazıları, daha önceki hareketlerinde kimseyi yanında görmediğinden, şimdi gidişatı bekliyor diyor. Bazıları ise, insanlarda bunca birikmiş isyanı yönetirken bile, sözde opozisyon medyasında hâlâ halkların dil ve kültür haklarından bahsedilmiyor, vaatlerde bile bulunulmuyorken, neden Türkler, ırkçı- hülyacı zihniyetin yanında bulunsun diye düşündüğünden doalyı sessizdir diyor. Evet, gerek İran genelindeki bütün insanlar arasında, gerekse de İran Türklüğü (gerek Azerbaycan bölgesinde gerekse Azerbaycan dışında) kamuoyunda çok şey konuşuluyor. Konuyu dağıtmadan anlamak ve birlikte irdelemek adına kamuoyunda oluşan argümanlar üzerinden hareket etmekte fayda var düşüncesiyle, neyin doğru veya yanlış olduğu meselesine girmeden, belki şimdiye kadar dikkat etmediğiniz ayrıntılara dikkat çekerek, yukarıdaki argümanları ele almaya çalışalım:
(Bu yazıda ‘Azerbaycan’ sözcüğüyle, bütün Azerbaycan’ı veya Azerbaycan Cumhuriyetini değil, ‘Güney Azerbaycan’ı kastetmekteyim.)
1- Azerbaycan küsmüş(müş):
Bizce, Azerbaycan'ın küsmüş olması argümanı yani olaylara ilgisizliği, tarihinin hiç
bir diliminde küstüğü görülmediği gibi, tam tersine, her noktada aktif ve baş rol oynamış olmasıyla, doğruluk payını büyük ölçüde kaybediyor.
Tarihe kısaca baktığımızda, İran'ın bütün medeni, sosyolojik, teknolojik vs. hareketlerinde Azerbaycan'ın öncü olduğu, batı Avrupa menşeili medeni mefhum ve teknolojik kazanımları, kuzeyi ve batısındaki komşularından (Osmanlı/Türkiye- Çarlık Rusya- SSCB), Müslüman ve doğu kültürüne uyarlanmış haliyle aldıktan sonra Tahran ve İsfahan başta olmak üzere güney ve doğusunda kalan İran'ın diğer bölgelerine aktarmaya çalıştığı görülmekte. Ancak bu aktarma işleminin (İran'ın diğer bölgelerindeki etnik, kültürel yaklaşım farklılığıyla birlikte İngilizler başta olmak üzere bazı dış güçlerin saptırmasıyla) çoğu zaman başarısız olması nedeniyle, Azerbaycan dahil bütün İran, bu mefhumları özümsemekten ve onlardan doğru şekilde faydalanmaktan uzak kalmıştır.
Irkçı-Farsçı siyasetlerin yürütüldüğü son yüz yılın ardından bugün hâlâ Azerbaycan'da bütün İran'a yardımcı olunması gerektiğini düşünenler varsa (ki az değiller), işte bu da İran genelindeki Azerbaycan ağırlıklı tarihi etkileşimin eseridir.
Bugün Azerbaycan'da bahsi geçen yüz yıllık tahrik ve ayrımcılık sonucu oluşan ve bölgede en etkin hareket unsuru haline gelen Güney Azerbaycan Milli Uyanış Hareketinin sessizliğine (bu sessizliği kabul edersek) rağmen, İrancı olan Türker’in hem de hatırı sayılır ölçülerde bulunması bile, Azerbaycan'ın küsmüş olma ihtimali tezini çürütmeye yeter. Öncesi tartışılabilir olsa da son bin yılda İran'da en etkin etnik, ekonomik, askeri ve siyasi unsur, ağırlık merkezi Azerbaycan olmakla birlikte genel olarak Türkler olmuşlardır.
Günümüzde Türklerde, bütün bu adaletsizliklere rağmen görülebilen İrancılık işte bu niteliğe dayanmaktadır. Son 150 yılda önce Fransız ve İngilizlerin, menfaatleri doğrultusunda fars etnisitesine yatırım yapmaları ve aynı doğrultuda Fars dil ve edebiyatını İran dil ve edebiyatı gibi sunma çabalarını, daha sonra 80 yıl önce Hitler'in kendi Avrupai komşularına yaptığını göremediği gibi; ‘aynı soydanız’ telkinlerine inanıp, heyecanlanacak ve tahtını kaybettirecek kadar sâfiyane düşüncelere sahip olan Rıza şah gibilerini yaratabilmiş ve benzerlerinin, hatta daha beterlerinin günümüzde bazı kritik noktalarda görülmesine rağmen Türkler, İran tarihinin hiç bir diliminde kendilerini azınlık olarak görmemişlerdir.
Yukarıda da değinildiği gibi, Azerbaycan'da ‘İrancı Türker’in hem de hatırı sayılır ölçülerde bulunması bile, Azerbaycan'ın küsmüş olma ihtimali tezini çürütmeye yeter. Tebriz, Urumiye ve Erdebil başta olmak üzere arada bir Azerbaycan'ın bazı şehirlerinden bazı seslerin duyulması da İranşehrî diye tanımlanan ırkçı rejim ve aynı yöndeki dış zihniyetçe bu kaynaktan beslendiğini göstermekte.
2- Azerbaycan artık eski Azerbaycan değil(miş):
Azerbaycan eskisi gibi değildir. Bu birkaç açıdan doğru: Pehlevi rejiminin asli misyonlarından biri, İran'da medeni hareketlere öncülük teşkil eden Azerbaycan'ı gerek etnik, gerekse kültürel ve hatta ekonomik olarak aşama-aşama hakimiyetten uzaklaştırmaktı. Azerbaycan'ın özellikle S.S.C.B.’ye komşu olması da Rıza Şah’ın ağası konumundaki İngilizleri kaygılandırıyordu. Bu misyon, oğlu Muhammed Rıza döneminde de devam ettirmiştir. Pehleviler ve devamında (sözüm ona) İslami Rejimin bunu belli ölçüde başarmış olduğu görülmektedir. İran'ın ikinci büyük kenti olan, üçüncü büyük kent İsfahan'dan da açık ara önde bulunan ve başkent Tahran'dan çok da geride olmayan Tebriz, şu anda 4. sıraya geriletilmiş vaziyettedir. Öyle görünüyor ki batı ve doğu destekli Fars ırkçısı rejimler iktidarda kalmaya devam ettikçe daha da geriye düşebilir. Her ne kadar büyüklüğüyle orantılı olmasa da Tebriz'de bulunan ağır sanayinin hepsi İran'ın sanayileşmek için canla başla çalıştığı Muhammed Rıza Şah döneminde yapılsa da Azerbaycan'ın Urumiye, Zencan, Erdebil, Hoy gibi kentler sanayileşmeden nasiplerini almamışlardır. Oysa birinci Pehlevi döneminde örneğin Hoy şehri Kirman kadar nüfusa sahipti. Böylece Azerbaycan'dan Tahran başta olmak üzere İsfahan, Kerec ve diğerleri gibi kentlere göç dalgasının oluşması sağlanmıştır. Azerbaycan'ın özellikle batısının demografisini değiştirmek maksadıyla Azerbaycan Cumhuriyeti ile sınırı olmasın diye, Batı Azerbaycan, Doğu Azerbaycan, Zencan, Erdebil illeri ve kısmen Gilan, Hamedan, Kazvin, Merkezi ve Kürdistan illerinin bazı kısımlarını kapsayan Güney Azerbaycan, Pehlevi döneminde parçalatılarak, Azerbaycan isminin sadece günümüz Doğu (Tebriz ve Erdebil) ve Batı Azerbaycan illeri üzerinde yaşayacak şekilde bölünmüştür. 30 yıl önce ise S.S.C.B dağılınca, Doğu Azerbaycan ilinin Erdebil kısmı da Karabağ Ermeni işgali altında kaldığı müddetçe Azerbaycan Cumhuriyeti ile sınırı olmasın diye il yapıldı. Bütün bunlara rağmen, görülen o ki, Azerbaycan, etkinliğini aslında kaybetmemiş ancak mahiyet değişimi yaşamıştır. 2006 yılındaki ayaklanma, rejimi ne kadar korkuttuğu unutulmamalıdır. 2006'da örneğin Meşkinşehr’de sokağa çıkan insan sayısı bugün İsfahan'da sokağa çıkan insan sayısıyla nerdeyse aynıydı. Oysa Meşkinşehr'in 90.000, İsfahan’ın 2.000.000 nüfusu vardır.
Günümüzde Azerbaycan'da etkin olan asli unsur Türk milliyetçilerinden oluşmakta ve bazı veri ve tahminlere göre herhangi bir kritik durumda milliyetçilik argümanı, Azerbaycan genelinde 1 milyon insanı çok rahat sokağa çıkarabilecek düzeydedir. Silahlandırma sayesinde en az 50 bin insanı da aktif şekilde harekete geçirebilecek düzeydedir. Bu ses, hâlâ yoksa, demek ki farklı şeyler var işin içinde.
3- Bazıları, daha önceki hareketlerinde kimseyi yanında görmediğinden, şimdi gidişatı bekliyor diyor.
Bu argüman dillendirilince hemen 2006’daki ayaklanma aklınızz gelebilir. Ama aslında tarihsel altyapı sadece bundan ibaret değil. Azerbaycan 1979'da da yalnız kalmıştır ve bunu pek kimse bilmez. Bilinmemesinin asıl sebebi ise ne rejimin ne de sözde opozisyonun işine gelmemesi. Müesses nizam, Humeyni’yi devrim lideri olarak ülkeye getirdiğinde, Tebriz ayaklanmış, bölgede Şeratmedariciler olarak bilinen kesim, Humeyni’ye karşı silahlı direnişe bile geçmişlerdi. Ancak Humeyni’nin Tebriz'i bombardımana tutmakla tehdit etmesinin ardından Şeriatmedari, halk fedailerinin başta valilik ve televizyon idaresi olmak üzere sokaklardan ve geri çekilmesini istedi. Akabinde rejim Tebriz'e girerek binlerce fedâiyi idam etti. Fedâiler, şah karşıtıydılar ancak Fransa'dan ve CIA ajanı eşliğinde Tahran'a getirilen birinin devrim lideri olamayacağını savunuyorlardı.
Azerbaycan yine daha önce de başta meşrutiyet dönemi olmak üzere yalnız bırakılmıştır. Meşrutiyet döneminde de süreç sonunda kurulan meşrute hükümeti, aslında Tebriz'de savunulandan çok farklı bir şekilde manda zihniyetine hizmet eder nitelikte gerçekleşmiş, buna isyan eden Tebriz meşruteçileri de Tahran’da öldürülmüştü. Ve tabii ki, 2006'da da Azerbaycan yalnız kalmıştır. Sokağa çıkan halka örneğin Tahran ve İsfahan gibi kentler de katılsa bugün durum farklı olabilirdi. Ne var ki, onların bazı şeyleri anlamaması veya zamanında reaksiyon göstermemesinden ziyade Türklerin onları her durumda anlamaları bekleniyor!
4- Bazıları ise, insanlarda bunca birikmiş isyanı yönetirken bile, sözde opozisyon medyasında hala halkların dil ve kültür haklarından bahsedilmiyor, vaatlerde bile bulunulmuyorken, neden Türkler ırkçı- hülyacı zihniyetin yanında bulunsun diye düşündüğünden dolayı sessizdir diyor.
Bu konunun önemini net anlayabilmemiz için, öncelikle bütün İran halkı olarak düşünüp, önemini kavramak ve özümsememiz gerekiyor. İran'da azınlıkların sayısının çok olması bu konuyu layıkıyla ele alınmasının tehlikeli olduğunu düşündürmekle birlikte, bazılarının aklının ucundan geçerken bile onları ürküttüğü aşikardır. Beluç, Arap, Lor, Kürt, Süryani, Taliş, Gileki, Mazeni vb. bir sürü değişik etnik grubun İran'da yerli halk olarak yaşamakta olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Ancak bütün bunların yanında Türkler’in, nüfus, yayılım ve ağırlık olarak yaşadıkları coğrafyanın stratejik öneme sahip olması, sınırların ötesinde güçlü Türk devletlerinin bulunması da tamamiyetçi zihniyeti aşırı korkutmaktadır. Gerçek olan ise, bütün bunların apaçık bir şekilde görülüyor olması ve üstünün örtülmesinin hiçbir şekilde mümkün olmaması.
Bu konu, toplumun elit ve entelektüellerinin arasında, medyada tartışılmadığı, halk arasına inmediği müddetçe bazı siyasetçilerin zaman kazanma çabasıyla kısıtlı seviyede, hatta şaibeli şahıslarla yürütmesi ile aşılamayacak derecede özel bir konudur. Ancak asıl sorun şu ki, bu konu iktidar tarafından net ve samimi bir şekilde ele alınmamakta ve iktidardaki ve iktidar meyillisi odaklar tarafından bu konudan uzakta durulmaktadır. Böyle devam ederse de zamanı belli olmamakla birlikte âni ve beklenmedik kazalar yaşayacaklarını bilmelidirler. Bu ‘kaza’ kavramı, Azerbaycan'dan ziyade, ırkçı zihniyetteki iktidar ve iktidara mütemayil iç ve dış mihraklar için geçerli olabilir. Yani, bu kargaşanın asıl amacı, ülkeyi Suriyelileştirmek iken (İran'ın genelinde ayaklanmalara sebebiyet vererek, bir süre sonra belli bir etniğin (Kürt), kapasitesinin çok üstünde bir coğrafyayı ele geçirmesi ve bu coğrafyada belli bir sistem kurulurken, diğer bölgelerin kargaşa ve savaş içinde devam etmesi), neden/nedenlerine değinmemekle beraber rejim, Tiananmen meydanı sonrası Çin'i gerçekleştiremezse (yoluna olduğu gibi ve hatta daha güçlü devam edecek şekilde) Iraklaşmaya (yeni akım ayaklanmaları, genele hitap etmekten ziyade, marjinal olup, siyasi şuurdan yoksun ve şiddeti göze almış gibi gözükmektedir) doğru gitmekte. Azerbaycan İrancılarının isteği ve ideali İsviçreleşmek olsa da İran'daki diğer etnik milliyetçilerinin isteği ise SSCB veya sonrası ya İran içinde tam federal nizam, ya da medeni şekilde her milletin kendi yolunu seçmesi iken, söz konusu hakim zihniyetin (iktidarda olan veya iktidara talip görünen bütünlükçü kesimin) arzusu ise özünde en azından şu anki şeklin devamıdır. Bunu 2006 hareketinde küçük Pehlevi’nin ‘İran İslam Devletinin yanındayız’ demesiyle gördük ve yaşadık.
Sonuç olarak ne Şahlık rejimi ne onun kalıntıları, ne sözüm ona İslam Devleti taraftarları ne de bunları hep destekleyen batı ve doğu, hakimiyetin Farslardan Türklere geçmesini istememekte. Akıllıca politikalarla, iç karışıklıklarla fars etnitistesinin hakimiyetinin yanında Kürt hakimiyet alanı da yaratarak Türkleri siyasi, askeri ve kültürel olarak İran’da boğmak, İran’daki Türklerin ilelebet Türkiye, Azerbaycan ve Orta Asya ile bağlarını koparmak istemektedirler. Aslında hem batı hem de doğu Türklerin İran’da ufak ufak yok olmalarından gayet memnunlar. Çünkü Türkler, İran’da kullanışlı bir karakol görevi için fazla tehlikeliler. İsrail, ABD ve birlikte hareket ettikleri güçler doğu blokunun desteklediği fars rejimini sıkıştırarak ülkede Kürt hakimiyet alanı oluşturmak istemektedirler. Türkleri bu projede maşa olarak kullanmak istedikleri için bu ayaklanmalarda Türkleri de istemektedirler. Doğu bloku ise Türklerin bu ayaklanmalar sonucu hakimiyet elde etmelerinden korktukları için Türklerin karıştığı her olayda İran fars rejiminin yanında yer almaktadırlar. İran’da zulüm gören Türkler, Türk ferasetiyle bu manzarayı görmeye başlamış ve temkinli hareket etmeye başlamıştır.