Özgürlük kavramı bu topraklarda sözcük olarak henüz kemalini erip anlaşılmamıştı; keşfi de çok uzun olmadı sayılır aslında dünyada...
O sürekli soylular,krallar,sultanlar ve saray ahalisince sonuna kadar kullanılan ilahi bir lütuf ve imtiyazdı..Otoritenin tanık ve payanda olarak seçtiği din adamları ve eşraf, çoktan olması gereken yanıyla safta yerlerini almışlardı da...
Bu yapı hep insanlığın klandan köylere, oradan modern kent toplulukları ve uluslara uzanan sergüzeştinde aynı rollerle karşımıza çıkan kristilaze olmuş sosyal,siyasal ve tarihi bir olgu olarak durdu.
(Buralar,yani bu sınıf, sorgulanmadan her zaman nedensiz bir şekilde es geçildi)
Savaşları,salgın hastalıkları,işgalleri ,kaosu ve yeni toprak fetihlerinde amaçları ustaca sundukları ,kendilerine fayda getirici gerekçeleriyle izahı ise hiç ihmal etmediler.
Uzun yüzyıllar tarih telakkisi ve felsefesini kendi dayattıkları doktrinler tayin etti,tarih uzun süre sadece bir ‘vaka-i nuvis’ olarak algılandı.İçlerine halk ve birey sokulmadı...
Buna göre olması gereken; kendilerine yarattıkları etkili alandan arta kalan kesimleri yani halkı,yani halkı meydana getiren bireyleri yarınlardan uzak tutmaları gerekti ; çünkü yarın,soru sormaktı,neden ve nasıl demekti ve zaman ırmağının herkesi eşitleyerek ,geleceğe,ötelere taşıdığı büyük bir nehirdi.. O sebeple onları engellemenin yolu ,bugünleriyle dünlerini kavgaya tutuşturmak ve bu kavgada da cephelere bölünmüş radikalleşmeye meyilli yapılar içinde tutmaktı...
İşbirlikçiliğin altın devri; tarih boyunca sürdürülebilir olması için, her zaman çok başka gerekçeler ve nedenler öne sürerek o çetin dönemlerden karlı çıkmak ve yalan söylemek üzere kurgulamış olmasıydı.
Bu kavgadan başarılı çıkmanın biricik yolu; bireyi, devlet aygıtını ,dolayısıyla onun kullanan ellerin sahibini dokunulmaz ilan ve ikna etmekti..Bu tabu sayesinde,bireyin ayarlatılmasında rol alan güçler yine aynı değişmez kesimlerdi. Birey artık çoktan fikren, ruhen hazır hale getirilip zincirlenmişti bile,tarih bize bu örnekleri sunmakta her daim cömert davranmıştır...
İnsan, binlerce yıl işte bu zincirlerle yaşadı...
Din,dil,ırk fark etmiyordu..Sanki bütün yönetenler aynı dinin ümmeti,aynı dili konuşan akrabalar gibiydi sonuçta..Cennet,Papa ile Halifenin referans ve rezervleriyle dolup taştı..
Birey olmayı belli bir otoriteye karşı bağlılık,kendi temel haklarından feragat olarak sunulan binlerce yılık öğreti artık yıkıldı,yıkılacak..
Bireyi nesnel olarak ‘’sevdiklerinin’’ şuursuz kölesi durumuna sokan,yaşamı kutsamak yerine ölümü kutsayan bu dogmatik şuurun etkisindeki bireylerin oynadıkları rolden ötürü kendilerini bekleyen kader hep aynı oldu.
Bu meselenin sadece belli bir coğrafyanın açmazları olarak düşünmek bizi bir yere taşımaz.Dünle bugünün kavgasında taraf olanların dünyaya ve çağlarına kazandıracağı hiç bir şey olmaz.İlim olmaz,bilgi işlenmez,teknolojik ilerleme sağlanamaz.
Hadiseyi evren,insan,akıl özelinde düşünür ele alırsak, bizim kendimizi izahta netlik kazanmayan davranış ve duruş sorunlarımız sürekli üzerimizde bahse konu kadim sınıfların hükümranlık kurmalarını kolaylaştırarak adeta bir oyuncağa dönüştürmekte...
Biz Türklerin bu coğrafyada ki birey olma kavgası 1897 den beri sürüyor.Kazanımlarımız son 80 yıldır elimizden alınarak, bin bir desise ve hileyle aynı kadim sınıfların yeni bir işbirliğiyle bizi etkisizleştirme çabaları sürüyor ve bu üstelik gözümüzü kamaştıracak yüz mumluk ampul kadar parlak..