“9 Ciltlik Ülkücü Hareket” kitabı başta olmak üzere yayınlanmış 11 kitabı olan, Ülkücü fikir ve siyaset adamı, şehit lider Muhsin Yazıcıoğlu’nun en yakın arkadaşı, Ülkücü Camia’nın en önemli isimlerinden Hakkı Öznur; küresel bir tertiple düzenlenen suikastle şehit edilen Muhsin Yazıcıoğlu ve Silivri’de tutuklu bulunan Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın tutuklanması ile ilgili açıklama yayınlamıştır. Yazısında ülkücülerin birlik ve beraberliğini vurgulamış Milliyetçi Ülkücü camiaya da tarihi mesajlar vermiştir.
Açıklamasında Muhsin Yazıcıoğlu suikasti için bütün Milliyetçi Ülkücü camianın STK’ların ortak hareket ederek meydanlara çıkmalarını adalet için haykırmalarını, hak, hukuk, adalet mücadelesinde seslerini daha fazla çıkarmalarını AKP oligarşine ,parti vesayetine, karşı tek yürek, tek yumruk olmalarını demokrasiyi, demokratik hukuk devletini savunmaya,Ülkücü ilke ve değerler etrafında ortak hareket etmeye birleşmeye ve bütünleşmeye çağırmıştır.
“Ülkücü Hareket, ahlak, vicdan ilkeler hareketidir” diyen Hakkı Öznur'un yazılı açıklamasının tam metni:
PARTİ-DEVLET BÜTÜNLEŞMESİ OTORİTER REJİMLERDE OLUR
Her gün yeni soruşturma, gözaltı ve tutuklamalar var. AKP karşıtı toplumsal kesimlere, muhalif çevrelere savaş ilan edilmiştir. Askeri vesayete de parti vesayetine de karşı çıkan muhalif çevreleri baskı altına almaya çalışmak, asla kabul edilemez ve bu durum antidemokratiktir.
Ülkede korku iklimi var, korku imparatorluğu havası hakim; Siyasi iktidar kendisine muhalif toplum kesimlerini öteki olarak görüyor, düşman muamelesi yapıyor. Demokratik ve haklı eleştirilere asla tahammül edemiyor. Otokratik siyaseti ve otoriterleşmeyi eleştiren insanları fikirlerinden dolayı gözaltına alıyor, tehdit ediyor, hapse atıyor. Baskıcı, otoriter yönetimlerin idare tarzı budur.
Mafya bozuntuları, kolpacılar, torbacılar, sokaklarda cirit atıyor. Mafya bozuntuları, AKP’ye muhalif liderleri, siyasileri, gazetecileri ve akademisyenleri tehdit ediyor, sağa sola saldırıyorlar.
Bu mafya yapılanmaları, çeteler, para militer yapılar, bu cesareti AKP iktidarından alıyor.
SUİKASTTE ZAMAN AŞIMI, TERÖRİSTBAŞINA UMUT HAKKI, HUKUK DEVLETİNE AYKIRIDIR.
AKP iktidarı döneminde Muhsin Yazıcıoğlu dosyaları teker teker zaman aşımından düşürülmeye çalışılıyor. Takipsizlik veya başka şeyler uydurarak kapatmaya, gündemden düşürmeye kalkıyorlar. Adi bir hırsızlık vakasına sokarak itibarsızlaştırmaya kalkıyorlar.
Muhsin Yazıcıoğlu suikastı için ne Erdoğan ne diğer siyasi liderler bugüne kadar tek kelime etmediler. AKP Genel Başkanı Erdoğan, suikast için bugüne kadar tek söz etmemiştir. AKP/Saray rejimi, suikastı “kaza” olarak göstermeye çalışmış ve bu suikastın çözülmemesi için her şeyi yapmışlar ve yapmaya devam etmekteler. Yazıcıoğlu 28 Şubat sürecinde “demokrasiye balans ayarı” yaptık diyen anti demokratik 28 Şubat kararlarını hükümete askeri baskı yaparak aldıran, Ordu içindeki , mezhepçi, cuntacı,Baas zihniyetli vesayetçilerle vesayetçi odaklarla bürokratik oligarşi ile mücadele eden “Namlusunu milletine çevirmiş bir Tankı asla alkışlamam, Türkiye’nin Suriye Yapılmasına asla izin vermeyeceğiz” diyerek meydan okumuş RP ve FP’nin kapatılmasına karşı çıkmıştı.
Bir şiir okudu diye 26 Mart 1999 da hapse atılan Erdoğan’a mazlum ve mağdur diye destek çıkmıştı. Yine AKP’nin kapatılma davasında demokrasiye sahip çıkmış 2008 yılında AKP’ye açılan kapatılma davasını anti – demokratik bulmuş ve eleştirmiştir. 27 Nisan E-Muhtırasına da karşı çıkan ilk lider Muhsin Yazıcıoğlu olmuş, askeri vesayetçi çevrelere karşı milli iradeyi savunmuştur.
Peki sen ne yaptın Erdoğan? Suikast’e“kaza” dedin. Kaza olarak gördün dosyayla ilgilenmedin. 25 Mart 2009 tarihinden beri “namus meselemiz çözeceğiz” dediniz fakat çözmek istemediniz. Zaman aşımına bırakıyorsunuz.
Türk siyaset tarihi yazılırken açılması gereken en önemli başlıklardan biri de şüphesiz “Muhsin Yazıcıoğlu ve Türk siyaseti”dir. Milletin adamı, “ŞEHİT LİDER” Muhsin Yazıcıoğlu, 40 yıllık siyasi yaşamı boyunca askeri vesayete, bürokratik vesayetlere, parti vesayetine, yargı vesayetine, hep karşı olmuştur.
Türk Siyaseti, Devlet kurumları (Askeri ve Sivil Bürokrasi) İstihbarat kurumları Yazıcıoğlu suikastinde sınıfta kalmışlar, bu imtihanı verememişlerdir. AKP iktidarı, ihmalleri ,kusurları, suçları, olan bazı askeri ve sivil bürokratları korumuş, kollamış, hatta ödüllendirmiştir.
Muhsin Yazıcıoğlu soruşturmasına engel olanlar, “kaza” diyenler, “kazadan kaza çıkarmayın” diyenler, “bu davanın peşini bırakın, kaza ile düştü, ne uğraşıyorsunuz?”, “helikopter dağa çarptı öldüler, ne peşine düşüyorsunuz”, “Ne karıştırıyorsunuz? Gitti dağa çarptı. Bırakın bu olayla ilgilenmeyin.” diyenler, AKP yöneticileri, bakanları ve bürokratlarıdır.
Biz, 16 yıldır hükümetten bu olayla ilgili gerçeklerin ortaya çıkması için irade ortaya koymasını, olayı çözmek için gayret ve çaba göstermesini, ihmalleri, kusurları yanlışları olan askeri ve sivil bürokrasiden hesap sormasını bekledik ve uğraş verdik. Takipsizlik kararı verdirenler, davayı “hırsızlık” olarak göstermeye çalışanlar ve bir an önce kapatılmasını isteyen AKP hükümetidir.
KAŞIKÇI'YA GÖSTERİLEN HASSASİYET NEDEN YAZICIOĞLU'NA GÖSTERİLMEDİ?
Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere devleti yönetenler, Cemal Kaşıkçı cinayetinin ortaya çıkarılması için her şeyi yapmışlar, dünyayı ayağa kaldırmışlardır.Erdoğan Kaşıkçı cinayeti için “Kimse kuşku duymasın. Açığa çıkartılacak.Suikastın takipçisiyiz, 21. yüzyılın en tartışmalı olayı.” demişti. BM’de Cemal Kaşıkçı suikastından söz etmişti. Ancak, 16 yıldır milletimizin ve kamuoyunun “suikast” dediği şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu ve dava arkadaşlarımızın davasından ise bugüne kadar hiç söz etmedi.
AKP Genel Başkanı 16 yıldır Yazıcıoğlu soruşturmasında tek laf etmiş mi? Muhsin Yazıcıoğlu dosyasını gündeme getirmiş mi? Hayır bu elim olay sorulduğunda hep “ben savcı değilim, hâkim değilim” cevabını vermiştir.
Milletin adamı, milletin vicdanı şehit lider Muhsin Yazıcıoğlu, hastane köşesinde ölmedi.Keş Dağları’nda şehit edildi. Bay Erdoğan; liderimiz ve dava arkadaşlarımız siz Başbakanken, AKP iktidarında şehit düştüler.
Cemal Kaşıkçı’ya gösterdikleri hassasiyetin milyonda birini milletin adamı, dünya Türklüğünün liderlerinden ve yiğit evladı, cumhuriyet ve Türkiye sevdalısı, tavizsiz Türk milliyetçisi, Muhsin Yazıcıoğlu’na göstermemişlerdir. Yabancılar öldürülünce çözüme gidiliyor. Vatan evlatları suikastlara kurban gidince siyasal iktidarlar ve devlet kurumları ortada yok.
OSLO’YU İMRALI’YIYOL ETTİLER YAZICIOĞLU DOSYASINI SÜMERALTI ETTİLER
Terör üssü Kandil’e ve Oslo’ya, 2008-2011 yılları arasında uçak kaldırıp, terör örgütü yöneticileri ile 11 kez müzakere edenler, şehit liderimizin ve dava arkadaşlarımızın şahadeti ile sonuçlanan hadisenin ise karartılmasına çalışmışlardır.
2013-2015 arası 29 kez İmralı’ya giden, özerklik, öz yönetim isteyen BDP/HDP heyetinin teröristbaşı ile görüşmesine izin veren AKP iktidarı, Muhsin Yazıcıoğlu suikastını görmezden gelmiştir.
İmralı canisinin mektup ve mesajlarını, 17 kez Kandil’e götürüp, terör örgütü PKK’nın lider isimleriyle görüşüp, dönüşte onların mektuplarını, mesajlarını tekrar İmralı’ya ve AKP yönetimine ileten BDP/HDP heyeti ile müzakerelerde bulunan, 28 Şubat 2015 tarihinde Dolmabahçe mutabakatını imzalayan, NATO’cu HDP ile samimi pozlar veren AKP iktidarı, ömrü bölücülükle, emperyalizm ile mücadeleyle geçmiş şehit lider, Muhsin Yazıcıoğlu’nun suikastını bilerek, bilinçli bir şekilde hep “kaza” olarak görmüştür.
İmralı ve Kandil ile görüşenler, MesudBarzani ve Barzani ailesi ileŞivanPerver haini ile kanka olanlar, BDP/HDP/DEM/ Öcalan ile Habur, İmralı, Oslo, Dolmabahçe görüşmelerinidüzenleyenler, Yeni ihanet sürecini başlatanlar Muhsin Yazıcıoğlu dosyasıyla hiç ilgilenmediler.
Muhsin Yazıcıoğlu davası, yüzyılın davası, milletin davasıdır. Türk siyaseti ve demokrasisi açısından son derece önemli olan bu olayı aydınlatmak ve gerçekleri ortaya çıkarmak, tarihi bir görevdir.
Ömrünü aziz Türk milletine Ülkücü Hareket’e, Türk Milliyetçiliği Ülküsüne adamış bu kutlu yolda, 4 kez idamla yargılanmış ,10 yıla yakın mapus yatmış, işkencelerden geçmiş, zindanlara ,tabutluklara atılmış davası uğruna, büyük çileler çekmiş zulümlere uğramış, milletine davasına, ülküsüne, hizmet yolunda şehadete yürüyen lider Muhsin Yazıcıoğlu suikastına “kaza” diyenleri, korkanları, susanları, seyirci kalanları da milletimiz ve biz dava arkadaşları not ettik. Alayını biliyoruz.
Zannetmesinler ki bu davanın peşini bırakacağız. Zannetmesinler ki yaptıklarını yanlarına bırakacağız. Zannetmesinler ki susacağız, korkacağız, çekineceğiz, zannetmesinler ki mahkeme salonlarını, meydanları terk edeceğiz.
TÜRK SİYASETİDE MİLLİYETÇİ CAMİA’DA İYİ BİR SINAV VEREMEMİŞTİR
Milliyetçi Ülkücü camia da maalesef Muhsin Yazıcıoğlu suikastinde iyi bir sınav vermemiştir. Ülkücüler,Milliyetçi -Ülkücü STK’lar bu güne kadar seslerini çıkartmamışlarve sadece şehit lideri şehadet yıldönümlerinde hatırlamışlar ve anmışlardır.
12 Eylül öncesi, MHP’de en üst seviyede siyaset yapan bakan ,milletvekilliği, ve devlette çeşitli görevlerde bulunan yine, Ülkücü Kuruluşlarda başkanlık yapmış, yöneticilik yapmış, çok sayıda isim bugün hayattadır. Hepsinin Muhsin Başkan’la yaşanmışlıkları, çok yakın hukukları ve dostlukları, arkadaşlıkları vardır. Bir çoğu Muhsin başkanla mapusta yatmıştır. Ancak onlarda, Muhsin Yazıcıoğlu davasına ilgisiz kalmışlar, sadece üzülmekle yetinmişlerdir.
12 Eylül 1980 öncesi ÜOD ve ÜGD Genel Başkanlığını yapan Muhsin Yazıcıoğlu’nun Ocak Genel Başkanlığı döneminde onun yönetiminde yer alan,eğitimcilik ve basın yayın faaliyeti yürüten dergi, gazete çıkartan kadrodan bir çok isim 90’lı 2000’li yıllarda kimi Bakanlık kimi milletvekilliği, kimi siyasi partilerde görev yapmış Mecliste ve devlette kilit noktalarda bulunmuş, Saraya kapağı atmış,bugün akademik çevrelerde ( Rektör –Dekan ) vb. görevler yapan ,yapmaya devam eden çok sayıda isim ve Yazıcıoğluna en yakın diye bilinen bazı kişilerde bu imtihanı veremeyenlerdendir.
Bunlar Yazcıoğlu’nu sağlığında da Keş dağlarında da şehadet sonrasında da yalnız bırakanlardır.16 yıla yaklaşan suikast davasını bile takip etmemişler, bir kez mahkemeye dinleyici olarak bile gelmemişlerdir. Gerek mecliste gerek meclis dışında Suikastle ilgili tek bir açıklama yapmamışlar suikast dosyası için Mecliste görüşme önergesi bile vermemişlerdir.Suikaste kaza diyen AKP / Saray rejimine karşı çıkacak iradeyi ortaya koymamışlardır.
Keş dağlarında herhangi bir Ülkücü , makamı,mevkisi konumu ne olursa olsun böyle bir elim olay yaşansaydı Muhsin Yazıcıoğlu anında Keş dağlarına çıkar sağ veya ölü ordan almadan gelmezdi.Böylesi bir olaya duyarsız kalanları, ister devlet olsun ister hükümet, affetmez, en ağır şekilde eleştirirdi. Peşlerini bırakmaz, mutlaka hesap sorardı.
ERDOĞAN’IN SESSİZ KALMASINI ANLARIZ ÇÜNKÜ ÜLKÜCÜ DEĞİL!
AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın sessiz kalmasını anlarız. Çünkü Ülkücü değil! Çünkü Muhsin Yazıcıoğlu’yla yaşanmışlığı yok. Fikri ve siyasi birlikteliği yok. Yazıcıoğlu’nun dava arkadaşı değil. Peki Milliyetçi siyasiler tek kelime etti mi? Hayır! Mecliste davayı gündeme getirdiler mi? Hayır! Hiç mahkemelere geldiler mi? Hayır!
Hayatını Ülkücü Harekete adamış Ülkücü Yolda dimdik yürümüş taviz vermemiş bedeller ödemiş, davası ve ülküsü uğruna şehadete yürüyen Muhsin Yazıcıoğlu için milyonlarca Ülkücü ayağa kalkmalıydı. Adalet için yollara düşmeli, yürümeli, Ankara’yı ve siyasi iktidarı titretmeliydi.
Tüm Ülkücüler vefalı , vefakar, kadirşinas, her ülkücünün derdiyle dertlenmiş, dara düşen her ülküdaşına yardımcı olmuş, ülküdaşlık hukukuna hep bağlı kalmış, ülküdaşlarını korumuş, kollamış, satmamış, dışarda da, mapusta da, hep “MUHSİN BAŞKAN” olmuş dik durmuş, model bir şahsiyet olan Muhsin Başkanları için , Muhsin Yazıcıoğlu için geçte olsa adalet için meydanlara akmalı vefasını göstermeli ve.suikastin aydınlatılması için tek yürek tek yumruk olmalıdır.
ÜMİT ÖZDAĞ İÇERDE, HIRSIZLAR ÇETELER BÖLÜCÜLER DIŞARDA
Zafer Partisi Genel Başkanı Sayın Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın fikirlerinden dolayı restaurant’ta yemek yerken gözaltına alınmasını ve tutuklanmasını Marmara Cezaevinde yatmasını demokratik hukuk devleti açısından doğru bulmuyorum.
Başkanlık sisteminde toplumsal muhalefetin tüm kesimlerine karşı büyük ve acımasız bir cadı avı başlatıldı. Bu cadı avının, tahammülsüzlüğün son örneğini akademisyen ,siyasetçi Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın tutuklanması ile gördük.
Ümit Özdağ kendini “Atatürk Milliyetçisi” olarak tarif eden bir siyasetçidir.Davet edilse mutlaka gelir, ifadesini verirdi. Fikir ve ifade özgürlüğüne herkes saygı göstermelidir.
Milliyetçi çevreler Ümit Özdağ’ın tutuklanmasına kayıtsız kalmamalıdır. Zafer Partisi ve onun Genel Başkanı ile ilgili bazı olumsuz kanaatleriniz olabilir. Bir siyasetçi olarak onu beğenmeyebilirsiniz. Üslup söylem ve tavırlarından dolayı hoşlanmayabilir itici bulabilirsiniz. Ümit Hoca ile aynı düşünmek zorunda değiliz. Farklı düşünebiliriz. Ancak Ümit Özdağ, Ümit Özdağ olduğu için değil, her türlü bölücülükle ve bölücülerle mücadele ettiği için Türkiye’nin Milli Güvenliği noktasında uyarılarda bulunduğu için, Silivri de yatmaktadır.
Milliyetçi camia kendi içindeki kısır tartışmalarını ve çekişmelerinibir tarafa bırakarak milliyetçiliğin icabı olarak Ümit Özdağ’ın tutuklanmasına karşı çıkmalıdır. Dayanışma içinde birlik olmalı, demokratik tepkilerini ortaya koymalıdır.
Bugün Özdağ’ın başına gelenlerin yarın herhangi bir Türk Milliyetçisinin başına gelmeyeceğinin garantisi yok! Hukuksuzluk her alanda hüküm sürmektedir. Türk Milliyetçileri birlik ve beraberlik içinde hareket etmelidir. Biz Türk Milliyetçileri her zaman tam demokrasiyi, temel hâk ve hürriyetleri savunmaya devam edeceğiz!
GİTTİ ASKERİ VESAYET; GELDİ PARTİ VESAYETİ!
Siz muhalif siyasetçileri , gazetecileri ,akademisyenleri gözaltına alacaksınız; şehitlerimizin katili devlet ve millet düşmanı Amerika, NATO, İsrail uşağı bölücülere de “çiçek çocukları” muamelesi yapacaksınız!
Yok öyle yağma!
Gitti askeri vesayet; geldi parti vesayeti! AKP parti devleti oldu. İleri demokrasi, tam demokrasi diyenler, tek adam, tek parti rejimine doğru maalesef ki yol aldılar.
Türkiye'yi adeta demir perde ülkeleri haline dönüştürme çabası var. Parti devletine karşı çıkanları, biat etmeyenleri, itiraz edenleri yok etmeye ve susturmaya çalışmak, ancak parti devleti rejimlerinde olur.
Toplumun, muhaliflerin, diken üstünde olması demokrasilerde değil, ancak tek parti rejimlerinde, dikta rejimlerinde, totaliter rejimlerde olur.
Yargı parti devletine bağlı. Tek tip toplum peşinde koşan, ülkeyi cepheleştiren, kutuplaştıran, kamplaştıran AKP rejimi, Türkiye’yi Otoriter rejime sürüklemiştir.
AKP KENDİ OLİGARŞİK YAPISINI KURMUŞTUR
AKP oligarşisi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin bir ürünü olan parti-devlet yapısının doğal sonuçlarından. Tek parti iktidarı baskı iktidarına dönüşmüştür. AKP oligarşisi. Devletin sadece yönetsel ve iktisadi aygıtlarını değil, aynı zamanda propaganda ve istihbarat aygıtlarını da ceberrut ve kaprisli bir biçimde kullanmaktan çekinmiyor.
Bu sistemde bazı Valiler AKP il Başkanları gibi Kaymakamlar ise AKP İlçe başkanı gibi hareket ediyor. Bürokratlar devletin bürokratları gibi değil, AKP devletinin memurları gibi hareket ediyor.
İç ve dış faktörlerin yardımıyla yaklaşık çeyrek yüzyıl boyunca hâkim parti konumunda olan AKP Oligarşisi ülkeyi korkunç bir karanlığa sürüklüyor.
Otokratik siyaset ile parti oligarşisi ortaya çıkmıştır.Türkiye’yi muhaberat rejimi mantığıyla, Baas rejimini aratmayan kirli yol ve yöntemlerle parti devletini inşaa etmeye çalışanlara izin vermeyeceğiz! Bunlarla demokratik yol ve yöntemlerle mücadele etmeye devam edeceğiz!
Tam demokratik hukuk devleti, fikir ve ifade özgürlüğü, güçler ayrılığı ilkesi, güçlü bir parlamenter demokrasi Türkiye’mizi bu karanlıktan kurtararak aydınlığa ulaştırır
Biz Türk Milliyetçileri, AKP ve saray rejiminin dayattığı bu baskı ve korku ortamına asla teslim olmayacağız boyun eğmeyeceğiz
Biz Ülkücüler diktalara, diktatörlere, boyun eğmeyiz! Teslim olmayız! Biat etmeyiz! Tarihimiz boyunca bu günlere her türlü demokrasi düşmanlarıyla, askeri ve bürokratik vesayetle, cunta rejimleriyle, dikta rejimi heveslileriyle mücadelemizi sürdürerek geldik.
81 YIL ÖNCE CHP DİKTASI 81 YIL SONRA AKP OTORİTERİZMİ
CHP despotizminin, zulmünün yerini AKP despotizmi, zulmü almıştır.
81 yıl sonra yine değişen bir şey yok ülkemizde. 81 yıl önce CHP diktası, 81 yıl sonra AKP otoriterizmi.İnönü rejimi, Yassıada rejimi, 12 Mart rejimi, 12 Eylül rejimi, AKP/Saray rejimi. Değişen bir şey yok ülkemizde. otoriterizm, otokratik siyaset, demokrasi karşıtı uygulamalar, baskılar, dayatmalar, devam ediyor.
Biz Türk milliyetçileri, dik durmayı, zulme, kötülüğe ve kötü olana karşı direnmeyi, hak ve adalet uğrunda mücadele etmeyi haksızlıklara karşı çıkmayı, zalimlere başkaldırıyı Atsız Hoca’dan, Serdengeçti’den, Başbuğ Türkeş’ten, Muhsin Başkan’dan, şanlı tarihimizden, kahraman şehitlerimizden ve Ülkücü geleneğimizden öğrendik.
Atsız Hoca’nın, Başbuğ Türkeş’in, Muhsin Başkan’ın izinde giden dava arkadaşları, ülküdaşları, onların öğrettiği yüce ülkü ve değerlerin ışığında adaleti, demokrasiyi savunmaya, milletin adamları olmaya devam edeceklerdir.
ÜLKÜCÜLER, TEK ADAM-TEK PARTİ REJİMİNE KARŞIDIR!
Türk milliyetçileri, Ülkücüler, 3 Mayıs ruhuyla “tek adam, tek parti, tek ses” rejimine karşı Ülkücü duruşunu göstermeye devam edecektir.
Türk milliyetçileri, 1944’ten günümüze diktalarla, diktatörlerle, demokrasi düşmanlarıyla ve her türlü vesayetçilerle mücadele ede ede bugünlere geldi.
Tek adam, tek parti rejimine, otoriterizme, otokratik siyasete, despotizme karşı çıkmak, Ülkücülüğün gereğidir.
Türk milliyetçileri, muktedire, zulmedenlere, zulüm düzenini savunanlara destek vermez, alkış tutmaz ve onlarla asla iş birliği yapmaz.
Ülkücüler, Ülkücülüğün gereği olarak otoriterizme, tek adam-tek parti rejimine karşı çıkmaya, adaleti, demokrasiyi, temel hak ve hürriyetleri savunmaya devam edecektir.
Bir ahlak, vicdan ve değerler hareketi olan Türk milliyetçiliği hareketi, askeri vesayete, yargı vesayetine, parti vesayetine, parti devletine, bürokratik oligarşiye karşı, milletin değerlerini savunmaya adalet ve demokrasiyi savunmaya devam edecektir.
Ülkücüler, tarihleri boyunca otoriterleşmeye, otokratik siyasete, tek adam-tek parti zihniyetlerine, kamplaşmaya, cepheleşmeye, kutuplaşmaya karşı çıkmıştır.
Ülkücü hareket, her zaman üstünlerin hukukunu değil; hukukun üstünlüğünü, çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi, sivil demokratik siyaseti savunmuştur.
Ülkücü hareketin siyaset çizgisi, ayrıştırıcı, ötekileştirici değil, birleştirici ve bütünleştiricidir.
Milletin vicdanı olan Ülkücüler; tarihi sorumluluğunun gereği olarak ilke ve değerlerinin ortaya koyduğu Ülkücü duruşu her alanda göstermek ve ‘adalet, özgürlük, demokrasi’ demeye devam edecektir.
Ülkücülük, bir siyasal kimlik ve bir yaşam biçimidir. Ülkücülük, ahlaktır, duruştur, tavırdır. Ülkücüler, milletin adamlarıdırlar. Ülkücüler tarihleri boyunca demokrasi, adalet ve özgürlüklerden yana tavır almış, adaletsizliklere, haksızlıklara, zulme hep karşı durmuştur.
20. yüzyılın Kürşat’ı Atsız Hoca, parti-devlet rejimine, tek parti diktatörlüğüne boyun eğmedi, dik durdu, tarih yazdı.
Milliyetçi hareketin lideri, Başbuğ’umuz Alparslan Türkeş, 12 Eylül cunta rejimine meydan okudu, idamla yargılandı.
1980 öncesi Ülkücü gençlik hareketinin önderi, Büyük Birlik Partisi’nin kurucusu ve lideri Muhsin Yazıcıoğlu, 12 Eylülcülere, 28 Şubatçılara meydan okudu, direndi, boyun eğmedi.
BOP ve BİP gibi küresel emperyalist projelere karşı çıktı, emperyalizm ile küresel emperyalist sistemle ve onun iş birlikçileriyle mücadele etti.
ÜLKÜCÜLÜK ZULME BOYUN EĞMEMEK, ZALİMLERE RIZA GÖSTERMEMEKTİR
Ülkücüler, tarihleri boyunca adaletsizliklere, haksızlıklara, zulümlere karşı çıkmış, hak, hukuk, adalet ve özgürlük mücadelesi vermiştir. Tarih boyunca tevhit ve adalet mücadelesini veren insanların en iyileri, davaları uğruna kendilerini feda edenlerdir. Tarih zalimlerden korkanları değil, zulme karşı duran ve zalimlerle mücadele edenleri kaydeder.
Hak, hukuk, adalet ilkesine bağlı kalmayı zulme, kötülüğe ve kötü olana karşı direnmeyi, hak ve adalet uğrunda mücadele etmeyi şanlı tarihimizden ve köklü geleneğimizden öğrendik.
Her zaman ve her hal ve şartta ne pahasına olursa olsun hakkın yanında, haksızlığın karşısında durmayı değişmez bir prensip kabul eden ülkücüler, hak ve adalet yolunda mücadelelerini sürdürecektir.
Biz tarihimiz boyunca zulme boyun eğmedik, diz çökmedik, güce teslim olmadık. Dik durduk ve dik durmaya inançla, imanla, devam edeceğiz. Ülkücüler, Ülkücülüğün gereği olarak otoriterizme, tek adam-tek parti rejimine karşı çıkmaya, demokrasiyi ve adaleti savunmaya, demokratik olmayan KHK’lere karşı çıkmaya devam edecektir.
Ülkücüler, milletin adamlarıdırlar. Millet adına hukuksuzluklara, adaletsizliklere, zulümlere karşı çıkmak, onların tarihi görevidir. Şehit lider Muhsin Yazıcıoğlu, “Ben size bir şey vaat ediyorum: Adalet!” demiştir. Adalet, demokrasi ve özgürlük çağrıları yapmış her zaman “Haksızlarla beraber olmaktansa yalnız da olsak hakkı savunuruz.” demiştir.
Bütün Ülkücüler/Alperenler, Türk milliyetçileri, tek adam-tek parti zihniyetine, AKP’ye, totaliterizme karşı tek yumruk, tek yürek olmalı, hak, hukuk, adalet mücadelesinde demokratik olmayan dayatmalara karşı sesini daha fazla, daha güçlü yükseltmelidirler.
Ülkücüler, tarihleri boyunca demokrasi, adalet ve özgürlüklerden yana tavır almış, adaletsizliklere, haksızlıklara, zulme hep karşı durmuş; toplumda yükselen adalet ve özgürlük taleplerine destek vermiştir. Ülkücüler/Alperenler, haksızlıklara karşı susmayanların yolunda yürümeye devam edeceklerdir.
Ülkücülük, bizim onurumuzdur. Milletin hareketi Ülkücü hareket, bugünlere kolay gelmedi. İnandığımız hak dava için sevdası olduğumuz milletimiz, ülkemiz ve ülkümüz için çok ağır bedeller ödedik. Tarihimiz boyunca haksızlık ve zorbalığa sessiz kalmadık, zalimlerin önünde diz çökmedik, başımızı öne eğmedik.
Alparslan Türkeş’in, Muhsin Yazıcıoğlu’nun, Dündar Taşer’in, Gün Sazak’ın, Ahmet Er’in, Galip Erdem’in, Seyid Ahmet Arvasi’nin, Erol Güngör’ün, Nevzat Kösoğlu’nun, Önkuzuların, Özmenlerin, Mustafaların, Halillerin, Selçukların, Ali Bülentlerin binlerce şehidin yol arkadaşları, dava arkadaşları olan Ülkücüler/Alperenler Türk milliyetçileri “hak, hukuk, adalet” demeye devam edeceklerdir.
TABUTLUKLARA KOYDULAR, DARAĞAÇLARINDA ASTILAR
81 yıl önce 23 Türk milliyetçisi, “tek parti diktatörlüğünde” tabutluklara kondu. 1500-2000 mumluk ampulleri, tabutluklarda başlarına koydular. 36 yıl sonra bu sefer Amerikancı Kenanist rejim, yine Türk milliyetçilerini, Ülkücüleri tabutluklara koydu,
Türk milliyetçileri, Çankaya Köşkü’nde hazırlanan iddianame ile yargılanmışlardı,
‘MHP ve Ülkücü kuruluşlar davası’ ile 3 Mayıs 1944 olayları nedeniyle yapılan yargılamalar arasında büyük bir benzerlik vardı. 1944 yılının ardından 37 yıl geçtikten sonra 19 Ağustos 1981’de Mamak’ta yapılan ilk mahkemede milliyetçiler, yine benzer iddialarla suçlanmıştı.
1944 yılında Türk milliyetçilerine kumpas kurdular. İddianameyi, Çankaya Köşkü’nde hazırladılar. 12 Eylül 1980 sonrası açılan “MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasının” iddianamesini de askeri savcı, Ülkücü düşmanı Nurettin Soyer, Genelkurmay Karargahı’nda, ordu içindeki mezhepçi “Saltık Çalışma Grubu” ile birlikte hazırlamıştı.
1944 yılında Çankaya Köşkü’nde, 12 Eylül sonrası Beşli Konsey-Evren-Saltık çalışma merkezinde, Türk milliyetçilerine kumpaslar kurdular.
1944 yılında Sansaryan Han’da işkencecilerin “beyin tavası” dediği tabutluk işkencelerini gördük. 12 Eylül döneminde C-5’lerde benzerlerini yaşadık.
1944’te tabutlukları mesken tutanlar ile 12 Eylül zindanlarında çile çekenler, aynı sevdaya Türklük ülküsüne baş koymuşlardır.
C-5 adlı özel işkence merkezlerinde işkencelerden geçirildik. Türkiye’nin dört bir yanında kurulan işkence merkezlerinde, 100 binden fazla Ülkücü, işkenceli sorgulardan geçirildi! Zindanlara dolduruldu.
Türk mahkemelerinde, Türk milliyetçileri yargılanmaya kalkışıldı. İdamlardan geçtik, idamlarla yargılandık. Hücrelere, zindanlara tıkıldık. Cezaevlerinde, işkence merkezlerinde öldürüldük.
Ölümlerin kol gezdiği, kızıl namluların kan kustuğu, fırtınalı, zor yıllardan geliyoruz. Öldürdüler, intihar süsü verdiler; astılar, “bir sağdan, bir soldan” dediler.
Vurulduk, kurşunlandık, bombalandık, asıldık, tabutluklara konduk, zulümlere maruz kaldık.
1968-1980 arası 2100 Ülkücü hareket mensubu, “Vatanım! Ha ekmeğini yemişim, ha uğruna kızıl kurşun”, “Kanımız aksa da zafer İslam’ın” diyerek şehit düştüler.
9 yiğidimiz, can ülküdaşımız, gardaşımız, dava arkadaşımız, darağaçlarında şehit düştü. Onlarca dava arkadaşımız hapishanelerde şehit edildi.
Tarih, elbet bir gün kumpasları, dönen dolapları, çevrilen entrikaları, şantajları, tehditleri, boyun eğenleri, muhbirleri, dönekleri, yandaşları, yalakaları, ispiyoncuları, alkışçı şakşakçıları, zübükleri,tek tek yazacaktır.
Atsız Hocanın. Başbuğ Türkeş’in ,Muhsin Başkanın dava arkadaşları, ülküdaşları, onların öğrettiği yüce ülkü ve değerlerin ışığında adaleti, demokrasiyi savunmaya, milletin adamları olmaya devam edeceklerdir.
Türk Milliyetçisi önderlerimizi, dava büyüklerimizi, tarihi şahsiyetlerimizi bir kez daha saygı ve minnetle anıyoruz. Ruhları şad, mekanları cennet olsun.