HALEP - İSTANBUL – HAKKARİ – ANTALYA

Abone Ol

 

 

İki arkadaş aralarında sohbet ediyordu.

Birisi, doğunun doğusunda doğan, batıda yaşayan, vatanına milletine bağlı, yurdun her tarafında yatırımları olan Kürt kökenli bir Türk vatandaşı…

Diğeri, doğuyu ve güneydoğuyu haritada gören, batıda doğan, canını severek verecek kadar vatanını seven bir Türk vatandaşı…

 

Birisi diğerine, “gidiş dönüş uçak bileti dahil ailenle birlikte Halep'te beş yıldızlı tam pansiyon bir program hazırladım. Bütün masraflar benden”, dedi.

İki arkadaş birbirinden beklentisi olmayan, yani Fuzuli’nin “selam verdim rüşvet değildir diye almadılar” veciz sözünü hatırlatmayacak düzeyde kadim dosttular.

 

Teklif üzerine aralarında ironik bir konuşma geçti.

- Yok, tehlikelidir ve can güvenliği yok gidemem.

- İstersen başkent Şam’a göndereyim. Herhalde buna da hayır demezsin?

Arkadaşının yüzünün ekşidiğini görünce…

- Peki, Hakkari'ye veya Şirnak’a ne dersin? Sözüm söz, yine bütün masraflar benden.

Kendisine teklif yapılan arkadaş sesini yükselterek…

- Tamam, kardeşim, değerli dostum eyvallah, mesajını da aldım, fazla zorlama ne Halep'e, Şam'a ne de Hakkari'ye, Şırnak'a giderim, dedi.

Gelelim sadede…

Bu aralar sanal medyada farkında olarak veya olmayarak bozgunculuk oduna odun taşıyanlar çoğalmaya başladı.

Bundan beş yıl önce Halep de, Şam da rahatlıkla gidilebilen yerlerdi. Türkiye için İstanbul neyse Suriye için de Halep oydu. Sokaklarında Türkçe konuşulan çok güzel bir şehirdi Halep. Üniversite stajımı IAESTE bursuyla Halep Üniversitesi'nde yapmıştım, bilirim. Hele ki, o zamanlar baba Hafız Esat baştaydı.

Hakkari’yi, Şırnak’ı da bilirim. Hakkari sokaklarında tek nefeslik bile arkamıza bakmadan yürüdük, Şırnak’ın yollarında ne can ne de canan geldi aklımıza, o kadar emindik oralarda.

 

Devletin geçici değil kalıcı güvencesi olsun, yarınlarda unutulmayacağını, korunup kollanacağını bilsin, ikide bir politika değiştirilmesin, hain sayısı mı fazla, vatanperver sayısı mı fazla, o zaman görürsünüz.

Bakın Kayseri’de komandolarımız kalleşçe şehit edilince, Hakkari’de, Diyarbakır’da, Şırnak’ta, Doğuda-Güneydoğuda Türk Bayraklarıyla sokaklara çıkan, kortej oluşturarak yürüyen, teröristleri gür sesle lanetleyen kimlerdi?

 

Oraların insanıydı. Yani;

Ertesi gün çocukları orada okula gidecek, ertesinde oranın pazarında tezgah açacak, ertesinde orada dolmuşa binecek, ertesinde orada işyerini açacak insanlardı.

 

Dört bir yandan saldırı altındayız.

Bir gün İstanbul’da, bir gün Kayseri’de, bir gün Ankara’da terör yapanlar, Allah korusun bilmem hangi bucakta koynunda sakladığı haçıyla, gizlediği pusatıyla vatanımıza, ordumuza, yurdumuza pusu kurmak üzere tetikte bekliyor, kim bilir?

 

Çözüm birlik olmaktadır.

Çözüm ucunun nereye gideceğini bilmeden boş söylemlerden kaçınmaktadır.

Çare şehitlerimizin tabutuna sardığımız al bayrağa diriyken ana gibi sarılmaktadır.

Çare ötekileştirmemektedir, etnisite ve mezhep tabanlı söylemlerden uzaklaşmaktadır.

Çare ülkenin nimetlerinden faydalananların külfete de ortak yapılmasındadır.

Çare dün birilerini dışlarken, desteklediklerinin millete hıyanetinden ders çıkarmaktadır.

Çare bizdedir elde değil, çare ülkesini karşılıksız sevenleri sevmektedir…

 

Maazallah yarınlarda bugün tatil için gidemediğiniz Hakkari ve Şırnak gibi Antalya’ya, İzmir’e, Nevşehir’e, Sinop’a da tereddütle bakabilirsiniz, maazallah…

 

Yavuz KOCA

22 Aralık 2016

kocayavuz16@gmail.com